ARAYIŞ







Allah kimdir? Allah diye bir varlık var mıdır? Var olan her şeyin başından beri olan ve yaratılan her şeyin tasarımcısı kimdir? Olan biten tüm bu varlıklar rastgele mi oluyor ve olmaya devam etmektedir?


EVREN YARATILDI MI? ONU BİR YARATAN VAR MI? HER ŞEYİN BİR BAŞLANGICI VAR MI? SONU OLACAK MI? MODERN BİLİMİN IŞIĞINDA BİR AÇIKLAMASI YAPILABİLİR Mİ? DELİLLERİ NELERDİR?


Allah’ın varlığını temel alan teizmin yaklaşımıyla, madde dışında hiçbir varlık kabul etmeyen materyalizmin/natüralizmin/ateizmin yaklaşımı arasındaki çatışkıyı beş husus üzerinden değerlendirebiliriz. Bu beş hususu, modern bilimin verileri ışığında formüle edilen “tasarım delili”nin perspektifiyle irdeleyeceğiz.


1- Maddenin Yaratılışına Karşı Maddenin Kendiliğinden Varlığı
Bu maddede işleyeceğimiz yaklaşım, “tasarım delili” olarak değil de “kozmolojik delil” olarak ele alınır. Bertrand Russell, Copleston ile girdiği bir tartışmada “İşte evren karşımızda ve hepsi budur” diyerek karşımızda duran evrenin bir açıklamaya ihtiyacı olmadan, her şeyin açıklamasını içinde barındırdığını söylemek istemiştir. Klasik ateist yaklaşımı ifade eden bu yaklaşıma karşı teist filozoflar “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var” sorusuyla, karşımızda duran evrenin ve maddenin, kendi açıklamasını kendi içinde barındıramayacağını; fakat kendileri dışında bir açıklamaya ihtiyaç duyduğunu dile getirmişlerdir. Gazzali gibi filozof ve kelamcıların da savundukları ve İslam düşüncesinde “hudus delili” olarak nitelenen bu yaklaşım şöyle özetlenebilir:
1- Her var olmaya başlayan, başlangıcı için kendisi dışında bir sebebe muhtaçtır.
2- Evrenin bir başlangıcı vardır.
3- O halde Evrenin var olmaya başlamasının kendi dışında bir sebebi vardır.
Materyalist-ateist bir anlayışı savunanların itiraz edecekleri madde budur; çünkü onlara göre maddi evren öncesiz ve sonrasızdır, kendi açıklaması için kendisi dışındaki hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur. Marx ve Engels gibi materyalist-ateistler de Allah’ın mı, maddenin/evrenin mi önce olduğu sorununun idealizm/dinler ile materyalizm arasındaki en temel sorun olduğunu ifade etmişlerdir.
Bilimsel alanda evrenin başlangıcı olması gerektiğiyle ilgili ilk veri Entropi Yasası ile ortaya çıktı. Özellikle Rudolf Clasius’un çalışmalarıyla 19. Yüzyılın sonlarında ortaya konan bu yasa termodinamiğin ikinci yasası olarak da bilinir ve evrenin en temel yasalarından biridir. Bu yasa, evrende düzensizliğin sürekli arttığını ve bu sürecin tek yönlü, geri çevrilemez olduğunu söyler. Tek yönlü süreçler sonun habercisidir. İnsanın yaşlanma süreci de evrendeki entropinin artışı da böyledir. Bu yasayla ilk olarak, evrenin sonunun kaçınılmaz olduğu gibi felsefi açıdan önemli bir sonuç açığa çıktı; fakat bu sonuç, aslında evrenin başlangıcı olması gerektiği gibi daha da önemli bir sonucu içinde barındırır. Bunu şöyle gösterebilirim:
1- Evrendeki entropi geri çevrilemeyecek şekilde sürekli artmaktadır.
2- Buna göre evrende bir gün termodinamik denge oluşacak ve “ısı ölümü” yaşanacaktır. Kısacası evren ebedi değildir, bir sonu vardır.
3- Geçmiş zaman sonsuz olsaydı, evrende termodinamik dengeye gelinmesi ve hareketin durması gerekirdi.
4- Şu anda hareketin devam ettiğine tanıklık etmekteyiz.
5- Demek ki evren sonsuzdan beri var olamaz, dolayısıyla evrenin bir başlangıcı vardır.
Evrenin bir başlangıcı olması gerektiğine en güçlü bilimsel destek ise 1920’li yıllardan başlayarak geliştirilen Big Bang Teorisi ile geldi. Artık içinde bulunduğumuz evrenin başlangıcı olup olmadığı değil, bu başlangıcın tam olarak ne zaman olduğu tartışma konusudur. (Farklı hesaplama yöntemleri ile 14 milyar yıl kadar önce bu başlangıcın olduğu belirlenmektedir.)
Big Bang Teorisi ile evrenin geçmişinin tenis topundan küçük bir tekillik olduğu; hareketsiz-ihtişamsız-başlangıçlı küçük bir nokta olduğu anlaşılmış oluyor. Maddeyi ilahlaştıran materyalist-ateistler için bunun ne kadar büyük bir düşüş olduğu açıktır. Bu tekillik yokluktan varlığa geçişin nasıl olduğunu göstermez; yokluk, bilimin konusu olamadığı için bunun bilimsel bir göstergesi olamaz. Fakat bu tekilliğin bilimsel olarak tanımsız olması; yokluğun en önemli özelliğinin de tanımsızlığı olduğunu düşündüğümüzde, bu tekilliği yokluk olarak değerlendirmemize imkân sağlar.
Evrenin başlangıcında, tekillik dediğimiz durumda, bütün fiziksel yasalar çökmüş durumdadır; yani tekilliğe dair sorular artık fiziksel değil, metafiziktir. Tekilliğin yokluk olarak değerlendirilmesi hiç de zorlama değildir; çünkü birincisi, tekilliğin olduğu aşamada uzay ve zaman yoktur, uzay ve zaman dışı bir madde ise var olamaz; ikincisi ise, fiziksel formüllerde tekillik aşamasında sonsuz değerler ortaya çıkar ve maddî hiçbir değer sonsuza eşit olamayacağı için bu durum fiziksel yasaların çöküşünü, yani fiziğin dışına çıkıp metafiziğe girdiğimizi gösterir.
2- Doğa Yasalarının Tasarımına Karşı Doğa Yasalarının Kendiliğinden Varlığı
Materyalist-ateistler maddenin kendiliğinden var olmasının yanında, maddeye içkin olan doğa yasalarının da kendiliğinden var olduğunu savunurlar. Tasarım deliliyle ise doğa yasalarının bir tasarım ürünü olduğu; eğer bilinçli bir yaratma eylemi olmasaydı, ancak doğa yasalarının çok ince bir şekilde ayarlanmasıyla mümkün olan canlıların ve insanın var olmasının da mümkün olamayacağı ifade edilir. İlk aşamada temel soru “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var” şeklindeydi. Burada ise “Neden kaos yerine doğa yasaları var” ve “Neden doğa yasaları, evrende gözlenen tasarımları ve tüm çeşitliliği ile canlıların meydana çıkışını olanaklı kılacak şekildedir” sorularını gündeme getiriyor. Doğa yasalarındaki tasarımı anlamanın en iyi yollarından biri, ancak bu yasaların sayesinde, evrende gözlemlenen tüm çeşitliliğin oluşabileceğini kavramaktan geçmektedir. Bu yasalar sayesinde, evrenin daha başlangıç aşamasında günümüzde var olan tüm çeşitlilik potansiyel olarak mevcuttu. Bir parça sanatçının, bilgisayar bilim insanının keşfi olmakla beraber, bu evrenin potansiyelinde mevcut olan tüm şarkılar ve tüm bilgisayarlar; Allah’ın daha baştan, potansiyel olarak yarattığı tasarımlardır. Bu yüzden insanlığın tüm tasarımları da Allah’ın tasarımının delilleridir. Allah tüm bu tasarımların ezeli sahibidir, Allah yaratıcı tasarımcıdır; bilim insanları ve sanatçılar ise keşfedici tasarımcılardır.
Canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. Yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. Bu kritik değerler 1970’li yıllarda “İnsancı İlke” (Anthropic Principle) olarak isimlendirildi. Modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebiliriz:
1- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.
2- Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.
3- Çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. Her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.
4- Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.
5- Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.
Evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Örneğin S sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; S’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1’dir.
Bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. Canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1” demektir.
Bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir. Doğa yasalarının tasarımı derken, sadece bu yasalardaki ve maddedeki özelliklerin hassas ayarları anlaşılmamalıdır; bu yasaların ve maddedeki özelliklerin bizatihi kendileri de tasarımı gösterir. Sadece protonun kültesinin elektronun kütlesine oranı değil, protonun ve elektronun varlıkları da tasarımı gösterir; çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranının yanında çekim kuvvetinin ve elektromanyetik kuvvetin varlıkları da tasarımı gösterir. Bu yasalardan ve bunlarla ilgili kritik değerlerden birinin bile olmaması durumunda canlılık oluşamazdı.
3- Fiziki Dünya’daki Tasarımlara Karşı Fiziki Dünya’daki Tesadüfî Oluşumlar
Bu şıkta ele alınacak olan konu maddeye içkin olmayan, bu evrende, başka türlüsünün olmasının da mümkün olduğu oluşumların da ancak tasarımla açıklanabilecek olmasıdır. Örneğin tamamen aynı doğa yasaları altında, galaksilerin ve canlıların oluşumuna imkân veren mevcut kritik hızda evrenin genişlemiyor olması mümkündü.
Modern bilimin bize sunduklarıyla öğrendiğimiz fiziki oluşumlardaki kritik ayarlara şu beş örneği verebilirim:
1- Evreni meydana getiren patlama biraz daha şiddetli olsaydı, evrendeki tüm madde dağılırdı; eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanacaktı. Her iki durumda da ne galaksiler ne yıldızlar ne dünyamız ne de canlılar oluşurdu. Patlamanın galaksileri, yıldızları, dünyamızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı; havaya atılan bir kalemin sivri ucu üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir.
2- Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır.
3- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kendi anti-maddelerinden daha fazla olmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre belirlenmiş oranlarda yaratılmış olmaları da gerekmektedir.
4- Dünyamızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır. Eğer bu manyetik alan daha güçlü olsaydı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebilirdi. Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten gelen zararlı ışınlar yaşamın oluşmasına olanak tanımazdı.
5- Yaşam için bütün şartları yerine getiren dünyamızın, yaratılma zamanı da yaşama tam uygun olarak seçilmiştir. Dünya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar (karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı. Eğer dünyamızın yaratılışı daha sonraya kalsaydı, Güneş sistemimizi oluşturacak yoğunlukta hammadde kalmamış olacaktı. Örnek 5 maddedeki fiziksel oluşumların hepsi canlılığın oluşumu için olmazsa olmaz şartlardandır. Bunlardan bir tanesini bile değiştirmemiz canlılığı imkânsız kılacaktır.
4- Canlıların Tasarımına Karşı Canlıların Tesadüfî Oluşumu
Buraya kadar canlılığın ortaya çıkması için her biri önşart olan; 1- evrenin varlığı, 2- doğa yasalarının tasarımı, 3-fiziki dünyadaki gerekli oluşumların tasarımı ele alındı. Bunları bilinçli, kudretli, bir Gücün tasarımı dışında “zorunluluk” ve “tesadüf” ile açıklamaya çalışan materyalist-ateist açıklamaların başarısızlığına dikkat çekildi. Fakat materyalist-ateistlerin, önceki üç aşamayla ilgili sorunlarını yok farz etseydik; bu durumda bile “bilinçle ve üstün bir kudretle gerçekleştirilmiş bir tasarıma” atıf yapılmadan, dünyamızdaki canlılık olgusunun açıklanması yine de mümkün olamazdı.
Olasılık hesapları, tasarım ile tesadüf şıklarından hangisinin daha tutarlı olduğunu anlamamız için bize objektif matematiksel veri sunmaktadır. Proteinlerin yapısı, olasılık hesaplarının kolayca uygulanmasına olanak tanımaktadır. Her canlı hücre proteinlerden oluşur. Proteinler gerek enzim olarak gerek diğer vazifelerle hücrelerdeki faaliyetleri gerçekleştiren temel birimlerdir. Hücre ile fabrika arasında kurulan analojide, proteinler makineye karşılık gelmektedir. Proteinler amino asitlerin arka arkaya gelmesiyle oluşurlar. Canlı bünyesinde 20 tane amino asit kullanılarak protein oluşur. Bu 20 amino asidin belirli bir sırada olması proteinin oluşması için mutlak şarttır. Amino asitlerin arka arkaya rastgele gelmesiyle oluşan proteinoitler ile hücrede belirli bir vazifesi olan proteinler arasındaki fark çok büyüktür. Amino asitler sol-elli ve sağ-elli amino asitler olarak ikiye ayrılır. Amino asitlerin rastgele bileşimi olan proteinoitler, her iki tür amino asitten oluşuyorken, proteinler sadece sol-elli amino asitleri ihtiva ederler. Bundan daha önemlisi proteinler belirli vazifeyi yapmak için belirli bir dizilimde olmalıdır. Ortama belli bir enerjinin verilmesiyle amino asitlerin proteine dönüşme olasılığı, dinamitle patlatılan tuğlaların üst üste düşerek bir ev oluşturması kadar düşüktür.
Doğal seleksiyon, canlıların yaşam mücadelesi sonucunda oluşur ve ancak çoğalan canlılar için geçerli olabilir. Oysa en basit canlı formu bile proteinler olmadan canlı olamaz. Daha canlı vasfına sahip olmayan, oluşmamış bir molekül için doğal seleksiyon mekanizması geçerli değildir. İlk canlının ortaya çıkmasıyla ilgili kimyasal evrim sürecine, biyolojik evrimle analoji kurularak doğal seleksiyon mekanizması uygulanamaz; bu mekanizma sadece üreyen canlılar içindir. Ludwig von Bertalanffy bu konuda şöyle der: “Doğal seleksiyon daha iyi olanın yaşayacağını söyler, bu yüzden kendine yeten, kompleks, rekabet edebilen sistemleri öngörür ve bu yüzden seleksiyon, bu sistemlerin orijininin açıklamasını veremez.”  Richard Dawkins doğal seleksiyonun, aşılması imkânsız görülen dağların bayırlarının aşılmasını gerçekleştiren baskı unsuru olduğunu söylemiştir.  Oysa canlılık oluşmadan önce böylesi bir mekanizmanın varlığını savunmak olanaksızdır. Yani, materyalist-ateist Evrim Teorisi anlayışının, gösterilen olasılık sorununu aşmaya yarayabilecek bir mekanizması yoktur. Tek alternatifleri, tasarıma karşı tesadüftür; bahsedilen olasılıklar için ise tesadüfün alternatif olması matematiksel açıdan imkânsızdır.
Doğal seleksiyon ile neden işe yarayan bir proteine sahip bir canlının yaşam mücadelesinde avantaj sağladığı ve doğal seleksiyona uğramadığı açıklanabilir. Fakat bu proteinin, canlının bedeninde nasıl oluştuğu veya bu canlının nasıl meydana geldiği doğal seleksiyonla açıklanamaz. Protein tam olarak oluşmadan işe yaramaz ve avantaj sağlamaz.
Doğada gerçekten de doğal seleksiyon vardır; kuş gribi tavukların hepsini yok ederse, kartallar serçeleri avlayarak yok ederse bunlar doğal seleksiyon örnekleri olacaktır. Fakat bu; ne kuş gribinin, ne kartalların, ne tavukların, ne de serçelerin nasıl var olduklarının açıklamasıdır. Tavukların bağışıklık sisteminde yarar sağlayan bir proteinin oluşumu veya serçelerin kartaldan korunmasını sağlayan bir vücut yapısının proteinlerinin oluşumu; bu canlıların, neden doğal seleksiyona uğramadıklarını açıklayabilir. Bu açıklama, bahsedilen proteinlerin neden doğal seleksiyona karşı bahsedilen canlıları koruduklarını açıklayabilir; fakat bu da bu proteinlerin nasıl oluştuğunu açıklamaz, çünkü verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi proteinin oluşumu önce, doğal seleksiyona karşı sağladığı yarar sonradır. Diğer yandan, daha ilk canlı oluşmadan önce doğal seleksiyonun hiçbir etkisi olmaz; çünkü daha önce de vurgulandığı gibi, doğal seleksiyon canlıların yaşam mücadelesinde oluşur ve çoğalan canlılar için geçerlidir. Bu yüzden, ilk canlı oluşmadan önceki süreçle ilgili olarak doğal seleksiyonlu açıklamalar yapmanın hiçbir tutarlılığı yoktur.
Tasarım delili için ise bir sorun yoktur, çünkü bu delile göre hedefini bilen, bilinçli, olasılıklar arasında istediğini seçen Allah evreni ve canlıları tasarlamıştır. Doğal seleksiyon ve tesadüflerin başaramayacağı şeyi, bilinçli ve amaçlarına göre seçimler yapan bir Güç başarabilir. Bu yaklaşıma göre olasılık kümesinin bu kadar büyük olması ve bu büyük kümeden işi gören olasılığın gerçekleştirilip, diğer büyük kümenin saf dışı bırakılması tasarımı gösterir. Bilinçle tuşlara basan bir kişi Shakespeare’in tüm eserini yazabilir; gerekli kasa şifresini bilen biri binlerce basamaklı şifreyi rahatlıkla açabilir. Saf dışı bırakılan şıkların çokluğu kompleksliği gösterir, saf dışı bırakılan şıklar ne kadar çoksa, yani olasılık kümesi ne kadar büyükse komplekslik o kadar artar. Komplekslik ne kadar büyükse tasarımın delilleri o kadar kuvvetlidir. Canlıların bedenindeki proteinlerin ve proteinlerin şifresinin olduğu DNA gibi moleküllerin kompleks yapılarının keşfi, bu yüzden tasarım delilinin gücünü kat ve kat artırmıştır.
Canlılar dünyasında defalarca -benzer- kompleks çözümlerin oluşmasından beslenme, korunma, ortakyaşam ve üreme gibi başlıklar altında incelenebilecek sayısız örnekler dünyamızdaki olağanüstü tasarımın örnekleridir.  Bu uzun konuyu hızla geçerek tasarım delili açısından önemli bulduğum son bir şıkka daha dikkat çekmek istiyorum.
5- Zihnin Tasarımına Karşı Zihnin Tesadüfî Oluşumu
Her adım attığımızda ileri gideceğimizi bilmemiz, yağmurun yağışında ne olduğunu anlamamız, yanımızda yürüyen eşimizin veya çocuğumuzun bir anda yok olmasına ihtimal vermememiz, sabah kalktığımızda ayaklarımızın yerinde olmasından şüphe etmememiz hep zihnimizin evreni anlaması sayesindedir; birçok kişiye çok basit ve sıradan gelebilecek bu örnekler, aslında, zihnimizin evreni anlamasını sağlayan birçok ön şartın mevcut olması sayesindedir. Zihnin evreni anlayabilmesi, birbirlerinden farklı, fakat her biri de zaruri şu şartların yerine gelmesi ile mümkündür:
1-Evren anlaşılır olmalıdır: Eğer evren düzensiz, kaotik bir yer olsaydı, insan bebeklikteki şaşkınlığından hiçbir zaman çıkamazdı. Eğer evrendeki oluşumlar düzenli ama zihnin anlayabileceğinden çok daha karmaşık olsalardı, evrenin anlaşılır olması yine mümkün olamazdı. Sonuçta, doğa yasalarının varlığı ve anlaşılmayacak kadar karmaşık olmamaları sayesinde evreni anlarız, bu yasaların bu şekilde varlığı, zihnin evreni anlayabilmesinin önşartlarıdır. Yüksekten atılan eşyaların düşmesi gibi yerde duran eşyalar belirsiz bir şekilde uçsaydı, her sabah kalktığımızda yattığımızdan farklı bir mekânda uyansaydık, odada duran su bir anda kaynamaya, eşyalarımız bir anda yok olmaya başlasaydı, kısacası hiçbir doğa yasasının olmadığı bir evrende yaşasaydık; zihnin, ne dil gibi düşünmesini sağlayan bir aracı kullanması, ne de toplumsallaşma mümkün olurdu, sonuçta zihnin evreni anlaması da söz konusu olamazdı.


2-Zihin doğuştan (apriori) zaman ve mekân sezgilerine sahip olmalıdır: Kant’ın gösterdiği gibi zihin, doğuştan apriori olarak zaman ve mekân sezgilerine sahiptir. Kant, uzay ve zaman sezgilerinin deneyden değil akıldan geldiklerini ispatlamak için çeşitli deliller öne sürer. Küçük çocuklar mesafeler hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, hoşlarına gitmeyen şeylerden uzaklaşmak ve hoşlarına giden şeylere yaklaşmak isterler. Öyleyse bunların yanlarında, önlerinde, dışlarında olduğunu apriori olarak bilirler. Ayrıca çocuk, dış dünyanın farkına varmadan “önce” ve “sonra” duygusuna sahiptir; eğer olmasaydı dış dünyayı algılamaya başlayamaz, tüm algıları karmakarışık olurdu. Uzay ve zamanı hesaba katmadan hiçbir şeyi idrak edemeyiz. Bu imkânsızlık da bu sezgilerin dışarıdan gelmeden önce zihinde var olduklarını gösterir. Ayrıca aritmetik ve geometrinin hakikatlerinin hiçbir deneye başvurulmadan doğruluğunun bilinmesini de Kant, uzay ve zaman algılarının zihinde, doğuştan, apriori olarak olduklarının bir delili kabul eder. Eğer doğuştan bu sezgilere sahip olmasaydık, duyu organlarıyla gerçekleşen algılarımız kaotik bir karmaşa içinde olacak ve bir şey ifade etmeyecekti. Zihnin sahip olduğu bu apriori koşullarla ancak deneyim mümkündür.
Zihnin sahip olduğu bu apriori koşulların genetikle aktarılması için DNA’nın içinde nükleik asitlerle kodlanmış olması gerekir. Hiç kimse zihnin bu özelliklere nasıl sahip olduğunun biyokimyasını gösteremediği gibi, genetik olarak bu özelliklerin nasıl aktarıldığı da gösterilememiştir. Fakat şurası kesindir: Zihin baştan hem “tam zaman”, hem “tam mekân” algılarının ikisine birden sahip olmalıdır. Yarım mekân algısı, dörtte üç zaman algısı diye bir şey düşünülemez; ayrıca zaman ve mekân algılarından biri, diğerinin yokluğunda bir işe yaramaz. Zihinde bu iki apriori koşul tam ve beraber olmazsa, Kant’ın gösterdiği gibi deneyim gerçekleşemez. Bu yüzden, bu apriori sezgilerin biyolojik olarak bir karşılığı varsa; bu karşılığın “indirgenemez kompleks” nitelikte olması gerekir. Bu iki sezginin beraberce ve tam olarak, doğuştan mevcut olmaları gerekir. Doğal seleksiyonun, bu sezgilerin önce % 5’ini koruduğunu sonra biraz arttırdığını veya önce zaman sezgisini koruduğunu, sonra yanına mekân sezgisini eklediğini söyleyemeyiz!
3-Zihin matematiksel olarak düşünebilecek yetenekte olmalıdır: Evrenin anlaşılır olması ancak zihindeki çeşitli yeteneklerle mümkündür. Zihnin evreni anlamasını sağlayan en önemli yeteneklerinden biri ise matematiksel düşünme özelliğidir. Daldan beş domates koparan çiftçinin ikisiyle yemek yapınca kaç domates kalacağını bilmesinden, sabah koyunlarını götüren çobanın kaç koyunla dönmesi gerektiğini sayarak kontrol etmesinden, köprülerin, cep telefonlarının, yapay zekâların yapımına kadar insan zihni hep matematiği kullanır. İnsanın diğer hayvanlara hükmetme ve dünyayı tüm canlılardan daha fazla değiştirebilme becerisinin altında yatan en önemli faktörlerden biri de insan zihninin matematiksel yeteneğidir. Arıların petekle ilgili hesaplarında da müthiş bir matematiksel hesaplama mevcuttur. Fakat bu tip örnekleri, insanın matematiksel düşünme ve düşünce aracılığıyla üretme, kontrol etme, hareket etme yeteneklerinden ayırt etmek gerekir; arılardaki gibi matematiksel hesaplamayla ilgili özellikler, bu hayvanların genlerinde doğuştan kodludur, bu hayvanlar düşünerek bu özelliklere sahip olmazlar. Yoksa arılar, peteğin inşa edileceği en verimli şekil ve açıları hesap edecek matematiksel bir düşünme yeteneğine sahip değildirler. İnsan zihninin matematiksel düşünme yeteneği diğer tüm canlılara göre çok üst düzeydedir ve bu yeteneğin nasıl oluştuğu ile ilgili materyalist-ateist bir açıklama getirilememektedir. Ancak bu yeteneğin insana avantaj sağladığı ve doğal seleksiyon, seksüel seleksiyon gibi mekanizmalarla bu yeteneğin ortaya çıktığını ifade eden açıklamalar mevcuttur. Bu açıklamalar, ateist çevrelerin sıkça tekrarladıkları mantıksal bir yanlışın ilave örnekleridir. Bir özelliğin canlıya avantaj sağladığı için doğal seleksiyona uğramadığı veya türün dişilerinin bu avantaja sahip bireylerle çiftleşip (seksüel seleksiyon) bu avantajı yaygınlaştırdıklarını söylemek, bahsedilen avantaj getiren özelliğin nasıl ortaya çıktığını göstermez; sadece ortaya çıkan özelliğin neden yok olmadığını gösterir. Eğer sorulan soru “Matematiksel özelliğe sahip insanlar neden doğal seleksiyona uğramadı” olsaydı, bahsedilen cevaplar geçerli olabilirdi. Ama soru “İnsan zihninin matematiksel düşünme gibi kompleks ve üst seviyede önemli bir özelliği nasıl oluşmuştur” şeklindedir. Bu soruya ise materyalist-ateist anlayışın verebileceği bir cevap yoktur.
4-Zihin gelişmiş dil kullanma yeteneğine sahip olmalıdır: 20. yüzyılda felsefenin üzerinde en çok odaklandığı sorunların başında dil konusu gelmektedir. Wittgenstein gibi bu yüzyılın en ünlü felsefecileri, ünlerini, bu soruna odaklanarak elde etmişlerdir. Bu dönemde, dilin öğrenilmesi ile ilgili yerleşmiş kalıpları kökten sarsan Noam Chomsky’nin fikirleri devrim niteliğinde oldu. Chomsky, insan zihninin doğuştan özel yetenekleri olmadan, dil öğrenme gibi kompleks bir işi, bebeklik çağında gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını söyledi. Eğer kendi bebekliğimize geri gidersek, hatırlayamadığımız bu dönemde, dil öğrenmek gibi zor bir işi, azmetmeden -azmetmeyi öğrenmeden azmetmemiz mümkün değildi- ve zihinsel yeteneklerimiz gelişmeden -ancak dili kullanabilince bu yeteneklerimiz gelişir, öncesinde mümkün değildir- becerebilmiş olmamızın ne kadar olağanüstü olduğunu; bunu doğuştan zihnimizin özel yetenekleri olmadan gerçekleştirmemizin mümkün olmadığını anlarız. Özellikle belirli bir öğretim süreci bile olmadan dil konuşma alışkanlığının edinilmesi, insan zihninin doğuştan bu zor işe ne kadar hazırlıklı olduğunu göstermektedir.
İnsan, diğer bütün canlılardan farklı olarak, sonlu sayıdaki kelimeyle, sonsuz duruma uygun ifade ediş biçimleri kullanabilir. İnsanın bu yeteneği, matematik yeteneği gibi, hiçbir hayvanla kıyaslanmayacak boyutta gelişmiştir. Dünyadaki hiçbir canlının iletişimi, dille her duruma uygun ifadeler oluşturan insanla kıyaslanamaz. İnsanı insan yapan unsurların başında dil gelmektedir; gerek kendimiz üzerine, gerek evren üzerine düşünmemize imkân veren, kültür oluşturma ve iletmemize olanak sağlayan mevcut şekilde dil kullanma yeteneğimizdir.   Bu özellik biz insanlara doğada büyük avantaj sağlar ve doğal seleksiyona karşı direnmemize, bedensel hassaslıklardan doğan eksikliklerimizi kapamamıza olanak verir.
5- Zihnin hafıza ve duyu algılarını değerlendirme gibi birçok özelliği olmalıdır:İnsan, dil kullanma ve kültür oluşturma yetenekleriyle diğer canlılardan ayrılır. Fakat bu özelliklere uygun bir hafızaya sahip olmasaydık, örneğin yirmi-otuz kelimeden fazlasını aklımızda tutamasaydık, bu kadar gelişmiş bir dil kullanma ve düşünme yeteneğine sahip olamazdık. Aynı şekilde zihnin en önemli fonksiyonlarından birisi dış dünyadan gelen görme, işitme, dokunma ve tatma gibi duyu algılarını değerlendirmektir. Gözün görme duyusuna katkısından, kulağın işitme duyusuna katkısından daha önemlisi beyinde görme ve duyma fenomenlerinin nasıl oluştuğudur; ne yazık ki beyinde duyu algılarının nasıl değerlendirildiğine dair çok az şey biliyoruz. Fakat biliyoruz ki duyu verileri, trilyonlarca nöronlu ve katrilyonlarca sinapslı beynimizde değerlendirilmeden, zihnimiz mevcut yeteneklerine sahip olamazdı.
Hayvanlar dünyasında birçok canlının gelişmiş hafıza yetenekleri olduğunu biliyoruz. Ayrıca insandan daha uzağı gören, daha keskin koku alma yeteneği olan, dokunma duyuları daha gelişmiş hayvanlar var. Bu yüzden bu maddede değindiğim zihin özelliklerinde -matematiksel düşünme ve dil yeteneğinde olduğu gibi- insanla diğer canlılar arasında uçurum olduğunu söylemiyorum. Bu özellikler, insan zihninde insanın ihtiyaçlarına tam cevap verecek niteliktedir ve bunlar olmadan insan zihninin dış dünya ile kendini anlaması ve düşünmesi mümkün değildir.
6- Zihin bilinç özelliğine sahip olmalıdır: Bilincin, buraya kadar sıralanan tüm zihin özelliklerinden hem daha farklı, hem daha önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette bilinç, zihnin doğuştan sahip olduğu özelliklerle, matematiksel ve mantıksal yeteneğiyle, dil yeteneğiyle, duyu algıları ve hafızayla ilişkilidir. Fakat bilinç, maddî süreçlere indirgenemediği gibi bahsedilen bu özelliklere de indirgenemez. O zaman bilinç, tüm bu özelliklerden farklı bir zihin özelliğidir ve şüphesiz zihin özellikleri içinde tartışılması en zor olan da odur. Bilinç, sadece karmaşık zihinsel süreçlerde gözükmez, aslında en basit zihinsel deneyim bile bilinçle ilgilidir. Ayağımızın altından gıdıklandığımızı düşünelim; ayağımızın altına dokunulması, sinirlerin bu olayı beyne iletmesi gibi fiziksel olayların dışında bir de “bilincinde” olduğumuz bir gıdıklanma deneyimi vardır ki, artık bunu tek başına hiçbir maddî süreçle ve hatta zihinsel başka özellikle (dil yeteneği, hafıza gibi) açıklayamayız. Çok rahatlıkla bir robot yapıp, ayağının altına dokunulduğunda kendisine kayıtlı gülme sesini dışarı yayınlamasını ve ayağını çekmesini programlayabiliriz; fakat gıdıklanmanın “bilincinde” olmayla ilgili süreci maddî hiçbir forma sokamadığımız için bilgisayara “gıdıklanmayı” yaşatamayız. Böylesi basit bir deneyimimizde bile var olan bilinç, evreni anlayabilmemizi sağlayan en temel zihinsel faktördür. Evrenin ve zihnin bahsedilen tüm özellikleri, ancak zihnin “bilinç” özelliğiyle buluştuğunda; evreni anlamamız, o farkındalığa sahip olmamız gerçekleşir.
Materyalist-ateist bir yaklaşımla zihnin tüm bu özelliklerini açıklamak mümkün değildir. Bu özelliklerin matematik yeteneği ve dil kullanma yeteneği gibi olanlarında insanla diğer canlılar arasında büyük bir uçurum vardır. Bu uçurumun kapanması ne tesadüfle, ne de doğal seleksiyon ile mümkündür.
Doğal seleksiyona dayalı Evrim Teorisi’ni ilk olarak ortaya koyan iki kişiden biri olan Wallace’ın bile vurguladığı gibi; doğal seleksiyonla insan zihnini açıklamak mümkün değildir. Üstelik zihinde, gerekli özelliklerin hepsinin birden olmasının yanı sıra, evrenin de anlaşılır olması gerekmektedir ki zihin dış dünyayı anlayabilsin. Zihnin evreni anlaması; evrende ve zihinde bahsedilen özelliklerin olması ve evren ile zihin arasında uyumun sağlanması sayesinde mümkün olmuştur. Bunun tek mantıklı açıklaması; hem evreni hem zihni hem de ikisi arasında uyumu sağlayan bilinçli, kudretli bir Gücün varlığı sayesinde bunun gerçekleştiğini söylemektir. Zihnin varlığı ve evreni anlayabilmesi için gerekli şartların oluşturulmuş olması; tasarım delilini destekleyen, çok önemli, önceki dört başlıkta dikkat çekilenlere ilave edilmesi gerekli beşinci bir fenomendir.
Tasarım Delili İle İlgili Son Sözler
Buraya kadar, evreni ve canlıları sadece doğanın içinde kalarak açıklamaya çalışan materyalist-ateist anlayış ile bunların üstün bir kudret ve bilinçle Allah tarafından tasarlandığını söyleyen tasarım delili karşılaştırıldı. Materyalist-ateist anlayışı savunanlar, modern bilimin verileriyle tasarım lehine çıkan sonuçtan kaçınmak için, İnsancı İlke’yi tasarım delilinden farklı yorumlamaya çalışmışlardır. İnsancı İlke’nin bu tarzdaki yorumu, Zayıf İnsancı İlke’ye (Weak Anthropic Principle) dayandırılarak savunulmaya çalışılmıştır. Zayıf İnsancı İlke şöyle ifade edilebilir: Evrendeki yerimizin zorunlu olarak ayrıcalıklı olduğunu, gözlemciler olarak varlığımızla uyumlu olacak şekilde hesaba katmak zorundayız. Tasarım deliline karşı bu ilke yorumlanmak istendiğinde; bizleri var eden koşullar dışında bir şeyi gözlemleyemeyeceğimiz, bu yüzden bizleri var eden bu koşullara şaşırmamız ve tasarım gibi anlamlar yüklememiz söylenir.
İnsancı İlke’yi bu şekilde yorumlayanlara karşı John Leslie’nin kullandığı hoş bir örneği aktarayım: Düşünün ki kurşuna dizilmenize karar veriyorlar ve sizi götürüyorlar ve çok keskin 100 nişancı çok yakın mesafeden birçok defa size ateş ediyor, fakat ölmüyorsunuz. Bunun sonucunda “Ben hayatta olduğuma göre şaşılacak bir şey yok, eğer hayatta olmasaydım şu anda bu durumu gözlemlememiş olurdum” mu dersiniz, yoksa “100 keskin nişancı, bu kadar çok ateş edip, beni bu kadar yakın mesafeden vuramadıklarına göre, bu durumun, silahlarında gerçek mermi olmaması gibi bir açıklaması olmalı” mı dersiniz? Hiç şüphesiz bizim varlığımız için gereken kritik değerlerin tesadüfen oluşmasının olasılık olarak imkânsızlığı, 100 keskin nişancının çok yakın mesafeden isabet ettirememelerinin çok çok üzerindedir. Kendi hayatta oluşumuza dayanarak, 100 keskin nişancının çok yakın mesafeden isabet ettirememe nedeninin “tesadüfî isabet ettirememe” olduğunu iddia etmenin, saçma olduğunu anlayabiliyorsak; İnsancı İlke’nin sunduğu varlığımıza sebep olmuş olağanüstü kritik değerleri “tesadüfe” bağlamanın çok daha saçma olduğunu rahatça anlayabiliriz.
İnsancı İlke’nin verileri tasarım delilinin gücüne güç katar, yeter ki bu ilkenin yanlış yorumları düzeltilsin. Gözlediğimiz olgulardaki komplekslik, olasılık olarak bu kompleksliğin tesadüfen oluşamayacak olması ve bu kompleksliğin fonksiyonel yapısı (bağımsız olarak belirli olaylarla eşleştirilebilmesi) tasarım delilinin gücünün hiçbir itirazla karşı konamayacak kadar yüksek olduğunu gösterir. Tasarım delili birçok ayrı alandan gelen sayısız verilerin bir araya gelmesiyle, “birleşmeli tümevarım” (consilience of induction) yöntemi temelinde, evrenin ve dünyamızın üstün bir bilinçle, kudretle, güçle yaratıldığını göstermektedir; İslam inancının merkezi olan Allah inancının en temel özellikleri/sıfatları bu yaklaşımla temellenmektedir.


Felsefi Açıdan Değerlendirildiğinde Gerçeğe Ulaşma Çabası, Yaratıcı Kavramı, Mantık, Matematik ve İnsan İlişkisi Nasıl Açıklanabilir?
Günümüzde insanlar kendi varlıklarının en büyük amacı olmayı hak eden ve insanı insan yapan asıl sebebi hakikat ve adaleti arama isteğini çabucak yitirmektedirler. Geçici ve küçük zevkler uğruna hakikat ve adalet hiç umursanmadan ve kolayca değişilir. Geçmişin büyük beyinleri tarafından keşfedilen ve giderek artan bilgilerimiz hayatın en ilginç sırlarını açığa çıkarıyorlar. Fakat bizler ihtiyaçlarımızın peşinden koşarken onların farkına varamıyor ve bu gizemli işaretlere tanık olamıyoruz. Ruhlarımızı karanlık çağlarda tutsak eden ön yargılarımız bugün de büyük hikmetlere ve onların gerçek anlamlarını görmemize engel olmaya devam ediyorlar. Bu yazı bir filmden uyarlanmış teologlar, bilim adamları, filozoflar, dil bilimcileri ve matematikçiler tarafından hazırlanmıştır. Yazıyı okumaya devam ederken bugüne kadar kalıplaşmış tüm bilgilerinizi bir kenara bırakmaya çalışın. Belki de kainatın en büyük işaretlerinden birisi sade ve parıltılı güzelliğiyle sizlere de görünür olacaktır.
HAKİKAT NEDİR?
Hakikatı bulabilmek için ilk olarak bilgiyi tanımlamak gerekir. Bizler hangi yolla ve nasıl bilebiliyoruz? Her birimiz bu sorulara cevap bulabilmek için gerekli olan unsurlarla donatılmışızdır. Algılarımız, mantığımız, zaman ve yaşantımız.
Gerçek, bilgi, anlam… Varlık, içerik, gerçeklik… Doğruluk ve oluş. Bu kelimeler okunduğunda
neyi ifade ettiğini her birimiz anlar ve bir yönüyle hissederiz. Peki tüm bu kavramların arkasındaki şey nedir? Gerçekten de somut bir temele mi dayanırlar? Gerçek nedir ve onu nasıl bulabiliriz? Hatta onu aramak için uğraş vermeye değer mi?
Gerçeğin ancak akıl yoluyla bulunabileceğini gösteren ilk insan Sokrates’tir. Cehaletin kötülüğe ve bilginin iyiliğe eşit düştüğünü belirtmişti. Onun bu keşfi tarihteki ilk ahlaki sistem olarak kayda geçmiştir. İnsanların hava yiyecek ve içecek gibi bilgiye de ihtiyacı olduğunu gösterdi. O tarihten itibaren hakiki bir insan olabilmek için kişinin özgürce düşünebilmesi ve gerçeğe aşık olabilmesi gerekiyordu. İnsanlığın ilk tanımı Sokrat’ın öğrencisi Plato tarafından yapıldı. İnsanların iki ayaklı postsuz, geniş tırnaklı, bilgiye açık ve mantığa dayalı bir tür olduğunu söyledi. Plato insanı tanımlayarak hakikatin teorisine kendi aklını uygulamış oldu. Bu ünlü Yunanlı, insan düşüncesinin temelde kuramsal ve idealist bir yapısı olduğunu keşfetmişti. Bu buluş ise insanları ön yargılarından ve geleneklerin yıkıcı gücünden arındırdı. Ve hakikate giden yolun önü açılmış oldu. Plato2nun öğrencisi Aristotales düşünme yasaları olan formal mantığı keşfetmişti. Descartes tarafından keşfedilmiş ünlü formül“ Düşünüyorum öyleyse varım!” insanın bağımsız olarak düşünerek sağlam ve güvenilir bilgiye ulaşılabileceğini ortaya koydu. Peki bu insanları hakikati aramaya yönelten şey ne oldu? Çoğunluğa karşı durmayı, mal varlıklarını, arkadaşlarını ve hatta kendi hayatlarını bu uğurda feda etmeyi niçin seçtiler? Bunun anlamlı bir cevabı var. ALLAH.
Arayış sürecinin başlamasıyla filozoflar Allah’ın varlığını teyit eden rasyonel bulgular keşfettiler. Gerçek demek iyi demekti ve bilgi nihayetinde Allah ile anlam kazanabiliyordu. Doğuştan gelen Tanrı fikri büyük filozofların kendi ilerinde keşfettikleri bir kıvılcıma dönüştü. Bu kıvılcım zaman içinde insanlık tarihini aydınlatan bir insanlık fenerine dönüştü. Hakikate ilişkin evrensel bir kriter bulabilme çabaları üzerinden yüzlerce yıl geçti ve neticede böylesine bir kriterin varlığı keşfedildi. Bu kriter mantığın yan komşusu olan matematikti. Matematik ve mantığın temellerinde düzen ve oran olduğunu görmekteyiz. Düzenin keşfedilmesi, tekrarlanan dizelerin görülmesini ve böylece olayların gelişimini öngörebilmemizi mümkün kılar. Matematiğin zarif güzelliği ve güvenilirliği modern bilimin ortaya çıkmasına ve emin bir duygunun oluşmasına da olanak sağlamıştır.
Günümüzde ise bilim insanlığın en büyük sorunlarıyla yüzleşiyor. Tanrı gerçekten de var mı? bu sorunun sağlıklı olarak yükseltilmesinde matematik bizlere önemli bir katkı sağlıyor. Evrenin kökeni ile ilgili günümüzde standart olarak kabul edilen büyük açıklama “Bigbang patlama teorisi” matematik ile geliştirilmiştir. Bu teoriye göre evren sıfır hacmindeki bir noktanın patlamasıyla başka bir değişle yoktan var olmuştur.
Bigbang teorisi felsefe, din ve bilim arasındaki bariyerleri yıkarak Allah’ın varlığına işret eden geleneksel delillere güvenilirlik katmıştır. Fakat bu dünyanın incelenmesi ve ölçümlerinin yapılması sürecinde bilim cevaplanması mümkün olmayan bazı soruları da açığa çıkardı. İlk olarak madde, enerji ve boşluğun bir başlangıcı olduğu keşfedildi. Biz başka deyişle zamandan önce zaman vardı. Yani evrenle dünya bir biçimde ortaya çıkmaya başlamış yaratılmıştı. Peki bu dünyayı inşaa eden kimdi? İkinci olarak fizik yasalarının da yaratıldığı ve çok hassas ayarlarla belirlendiği anlaşıldı. Keşfettiğimiz doğa yasalarının bir tesadüf sonucu var olmayacakları artık kesinlik kazanmıştı. Öyleyse bu fizik yasalarını önceden kim ölçmüş ve nasıl belirlemişti? Daha da ilginç olan bizlerin doğuştan gelen anlama yeteneği doğa yasalarını idrak edebileceğimiz şekilde tasarlanmıştı. Yasaları anlayabilen zihnin tasarısı evrenin inşaa sürecinde muhteşem bir ayarlamanın olduğunu gösteren açık bir işaret olarak kabul edildi. Nasıl oluyor da bir şeyleri bilebiliyoruz? Bilimsel araştırmalar kozmosun ve insanlığın var olmasına sebep ortak bir şey olduğunu göstermektedir. En büyük akıllar dünyadaki gözlemleme bilen düzenin ve karşımızdaki bu tekniğin sadece tek bir yaratıcı tarafından açıklanabileceğinden emin olmuşlardı. Eğer en iyilerimiz gerçekten de haklıysalar böylesi bir tanrı bizleri başıboş bırakmış olamaz. Allah yaratılmış alemi ve bu alemin bir parçası olan kendimizi anlamak için iyi ve güzel çalışmalar yapan ve samimiyetle çaba sarf eden insanlarla akıl yoluyla iletişim kurmaya devam ediyor. Ve onları geliştirip hazırlayan bir sistemi uyguluyor.
Sizde merak uyandıracak etkileyici bir gerçekliği sunmak istiyoruz. Biz ona kanıt işaret ya da mucize diyoruz. Bin yıldan fazla bir süre önce yazılmış eski bir kitaptan, fiziksel olarak var olan gerçek bir objeden bahsediyoruz. Size bahsedeceğim kitap şiirsel bir ahengi ve derin bir amacı olan felsefi ve ahlaki tutarlı bir sistem içeren, bilgisel olgular ve matematiksel sistemler barındıran bir kitaptır. Cevapların bütünlüğü ve derinliği üzerinde düşünce sergilenebildiği vakit açığa çıkan tatmin ve duygu kişinin beklentilerini karşılayabilecek seviyededir. Ve “tanrı var mı?” sorusunun cevabı şüphesiz en önemli olanıdır. Kitap elverişli bir yol ile Tanrı’nın varlığını doğrular ve aynı zamanda bizler tarafından bilinmesi istenilen şeylere de tam anlamıyla bir açıklık getirir. Sözü edilen somut delil ise kitabın metni içerisine kodlanmış durumda. Kitap kompleks bir matematiksel yapı ile bina edilmiş; harflerin, kelimelerin, cümlelerin ve bölümlerin sayısal değerleri üzerine kurulmuş ve aynı zamanda bizler tarafından bilinmesi istenilen şeylere de tam anlamıyla bir açıklık getirir. Bu kitap Kuran’dır!
Bugüne kadar gelip geçen bir çok bilim adamı ve felsefecinin yaptıkları, hayatı yaşama biçimleri devrimsel değişikliklere yol açtı. Düşünce biçimi, teknoloji ve bilim gibi alanlarda muazzam başarılara imza attılar. Fakat bilginin basit birikimi dehaların asıl amacı değildi.
Kuran’ ın matematiksel kodu 1974 yılında Amerikalı bir bilim adamı olan Reşad Halife tarafından keşfedildi. 29 Surenin başında bulunan gizemli harf kümelerinin ne anlama geldiğini ortaya çıkarma girişimi Kuran’ın en önemli gizemlerinden birinin keşfedilmesine yok açtı. Reşad Halife Kuran’ı dijital otama aktarıp bilgisayarlara yüklemeye karar verdi. Yüksek kompleks yapıya sahip sayısal kod Kuran’ın Arapça metni içine yerleştirilmiştir. Bu matematiksel yapı tek bir faktör etrafında toplanır. 19 Sayısı!
Kurandaki matematiksel olgunun bu keşfi müslüman dünyayı ayağa kaldırdı. Tarihte ilk defa ilahi bir kitabın fiziksel bir kanıt içerdiğine tanık olunuyordu. Dr. Reşad Halife tarafından kat edilen aşamalara gelin birlikte göz gezdirelim ve bu sıra dışı işaretlere kendimiz tanık olalım.
(https://www.youtube.com/watch?v=NJbiIxbFlNA)
KURAN’IN MÜKEMMEL MUCİZESİ - EVRENSEL NİTELİK
Kuran’ın doğruluğunu ve sistemini sorgularken Kuran’ın kendi içinde çelişkileri olmayan ve doğrulanabilir bir sistemi olmasını bekleriz. Bu açıdan yaklaşmak için bazı yerlerde iddia sahibi Kuran’ın içinde geçen ayetlere de nazire yapacağız. (g)
“Ona Rabbinden bir mucize inmeli değil miydi?” dediler. De ki; Mucizeler Allah katındandır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Kendilerine okunan bu kitabı sana indirmemiz onlara yetmez mi? Bunda inanan bir toplum için bir rahmet ve öğüt vardır.” (29:50-51)- Kuran
Muzice olarak bir kitap! Kitaptan da mucize mi olurmuş? Kuran, şüpheci ve gelenekçi kafa yapısının her dönemde tekrarladığı tartışmayı söyle özetler:
“ De ki; “Tüm insanlar ve cinler bu Kuran’ın bir benzerini oluşturmak amacıyla toplansalar ve bu konuda birbirlerine destek olsalar bile onun bir benzerini oluşturamazlar.” Biz bu Kuran’da her türlü örneği verdik, ne var ki halkın çoğunluğu inkarda direniyor.”
Kitabın iddialarına yine o kitabı delil göstermek, ilk başta bir kısır döngü olarak algılanabilir. Ancak, iddia sahibi kitap kendisinin farklı ve eşsiz olduğunu ekliyorsa iş değişir. Bu durumda elimizde sınayabileceğimiz, yahut Karl Popper’in değimiyle “yanlışlanabilir bir tez vardır.” İster doğru, ister yanlış olsun böyle bir tez bilimsel bir metodu ön görür.
Kuran’ın tezini sınamaya nasıl başlayabiliriz? Kuran’ın matematiksel yapısını sınamadan önce, onu aynı çağda ve hatta sonraki yüzyıllarda yazılmış insan ürünü dini kitaplarla karşılaştırmak uygun bir başlangıç olur sanırız. Karşılaştırmayı edebiyat alanında yapmayacağız. Zira bunun için Arapçayı çok iyi bilmemiz gerektiği gibi, böyle bir karşılaştırma için objektif bir kritere de sahip değiliz. Oysa içerik bakımından bir karşılaştırma için yalnızca sağ duyumuzu kullanmak yeterli olacaktır.
Diyelim ki hikayeci Aziz Nesin, hikayelerinden biri için aynı türden bir iddiada bulundu, “İnsanlar ve cinler bu hikayelerin bir benzerini oluşturamazlar.”diye. Veya bir edebiyatçı Dante’nin ilahi komedisi veya Muhammed Akif’in Safahat’ı yahut Nazım Hikmet’in Kerem gibisi için tekrarlasa? Kütüphaneleri dolduran binlerce kitap için aynı iddiada bulunulsa cevabımız ne olacak?
Şunu anlatmak istiyorum: Biri çıkıp yazdığı kitabın Kuran’ın benzeri, hatta ondan daha iyi olduğunu ileri sürerse nasıl değerlendirilecek? Din adamları onu peşinen “ Hayır benzemiyor” diye red mi edecek? “O zaman benzerlikten amacınız ne?” diye sormazlar mı? Kuşkusuz aynısı değil ! Zira bir kitabın “aynısı”, onun kopyasıdır! Her kitap aynen kopya edilebilir.  Bu durumda Kuran’ın diğer kitaplardan bir farkı olmaz. Hele meydan okuma, kitabın edebi üstünlüğü konusunda yoğunlaştırılırsa durum daha bir anlamsız olmaz mı? Edebi ürünlerin hangisinin hangisinden daha üstün olduğu kararını kimler verecek? Nasıl verecek?
Bilimsel olmayan bir iddia doğru dahi olsa, doğruluğunu sınayamadığımız için o iddiaya inanmamız için başka sebepler yoksa ona inanamayız. Böyle bir iddia sadece sahibini bağlar; tartışmada kullanılamaz. Kuran bu bilimsel metodu öğütlediğine göre kuşkusuz aynı metodla da meydan okuması gerekir.
“Bilmediğin bir şey ardına körü körüne düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin hepsi ondan sorumludur.” (17:36) - Kuran
“Yahudi veya Hristiyanlardan başkası bahçeye giremez.” dediler. Bu onların kuruntusudur.  De ki ; Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin.” (2:111) -Kuran
Demek ki “objektif ve matematiksel bir kriter” olmadan yapılacak bir meydan okumanın pratikte hiçbir anlamı yok. Öyleyse Kuran’ın bu meydan okuması, insanların ve cinlerin vereceği cevaplara bağlı olmaksızın, kendi başına bir değere ve kanıta sahip olmalı. Aksi takdirde, Kuran’ın Tanrı sözü oluşu kıyamete kadar kanıtlanamamış olur. Demek ki, Kuran’ın meydan okuyuşu, tüme varım değil, tümden gelim yöntemine sahip olmalıdır. Bir başka deyişle, Kuran’ın meydan okuyuşu bir çağrı değil kanıtlanmış bir tezin zaferinin ilanıdır.


Matemetik ve Sayısal Harmoni- Numeroloji
“Görülüyor ki evren, matematiğe göre belirlenip düzenlenmiştir.” (Nicomachus, M.S. 100)
“Tanrı, başlangıçta dünyayı yokluktan yarattı ve her şeyi sayılarla kurdu.” (Hrovista Gandersheim, M.S. 980)
“Tüm entellektüel konular matematik yoluyla birleştirilebilir ve birleştirilmelidir.” (Rene Descartes, M.S. 1596-1650)
“Matematik, Tanrı’nın evreni yazdığı dildir.” (Galileo, M.S. 1564-1642)
Aşağıda, “Dekart’ın Rüyası: Matematiğe göre dünya” adlı kitabın 10-12. sayfalarından bazı kesitler sunacağım.
“Fizik, astrofizik ve kimya gibi doğal bilimlerin teorik bölümleri tamamen matematikseldir. Bir bilimsel teorinin matematik diliyle ifade edilebilirliği neredeyse vazgeçilmez bir koşul haline gelmiş bulunuyor. Hatta mevcut matematiğin açıklamakta yetersiz düştüğü bazı gözlemler için uygun matematiksel formüllerin geliştirilebileceğine neredeyse iman edilmiştir.
Biyoloji ve tıp gibi hayat bilimleri gün geçtikçe matematikleşiyor. Sosyoloji ve psikoloji bilimlerindeki kayıtlarda öyle. Ekonomik teoriler, doğru dürüst bir matematik öğrenimine sahip olmadan artık anlaşılamıyor. Dilbilim artık matematiksel metodlarla öğretiliyor. Müzik kompozisyonları, kareografi ve sanat da matematikten yararlanılıyor. Tüm bilgisayar işlemleri bir matematiksel temele sahiptir.
Kötülük problemini bile Matematiksel Dönüşüm (Bypass) teorisiyle açıklama girişimleri oldu. Görülüyor ki, matematiğin girmediği veya giremeyeceği alan yok gibi. Tüm maddi cisimler çekim yasasına bağlıdırlar. Aynı şekilde matematik de kantite, uzay, biçim, yapı, düzen ve mantıksal ilişkiler gibi birçok gerçeği açıklayabilme yeteneğiyle Dekart’ın hayal ettiği gibi rasyonel bir dünyanın birleştirici tutkalı olmuştur.”
Numeroloji
Milattan 5 yüzyıl önce yaşayan ümlü Yunanlı matematikçi Pisagor ve kendisini izleyen Plato, doğanın sırlarının sayılarda gizli olduğuna inanıyorlardı. Çeşitli dinlerde ve kültürlerde karşımıza çıkan bu sayı mistisizmi, genel olarak numeroloji olarak bilinir. Harvard Üniversitesi Hindu- Müslüman Kültürü bölümü Profesörü Anne Marie Schimmel, “ The Mystery of Numbers (Sayıların Gizemi)” adlı kitabında numerolojinin temel prensiplerini şu üç maddede özetler:
1- Sayılar, düzen verdikleri varlıkların karakterini belirler veya etkiler.
2- Sayılar, böylece Tanrı ile yaratılmışlar arasında bir aracı haline dönüşür.
3- Nitekim sayılarla yapılacak belirli işlemlerle varlıklar dünyası etkilenebilir.
Bu yolla, her sayı kendisine özgü metafiziksel bir anlam ve karakter kazanır. Plotinus ve İskenderiyeli Philo tarafından geliştirilen bu anlayış, ortaçağda Kabala ası verilen Yahudi mistik felsefesiyle zirveye ulaşır.
Numeroloji, İslam dünyasında onuncu yüzyılda İhvan-ı Safa adlı İran kaynaklı yeraltı örgütüyle gündeme gelir.
1863 yılında, Tanrı’nın bedenlenmiş bir tecellisi olduğunu ilan eden Bahailer ise 9 ve 19 sayısını kutsar ve hatta Güneş yılını  her biri 19 güne sahip 19 aya bölerek kendilerine özgü bir takvim oluşturur. Artakalan dört gün ise “ çalıntı günler” olarak adlandırılır.
Tarih boyunca Müslümanlar 7,40,99 gibi bazı sayılara özel önem vermiştir. Örneğin orta çağda 40 hadisten oluşan özel koleksiyonlar oluşturmak Müslüman ruhbanları arasında bir modadır. Hristiyan dünyasında ise 3 ve 7 sayısı kutsallaşırken 13 ve 666 sayısı da şeytanlaşmıştır.
Numerolojinin tarihsel birikiminden ve şöhretinden yararlanan şarlatanlar, sayıların matematiksel özelliklerini ve ilişkilerini de emelleri doğrultusunda çarpıtarak fal, büyü ve muska gibi entrikalarla saf halkı sömürmüşlerdir.
(Üzerinde Ondokuz Var- Edip Yüksel- alıntı)


EBCED SİSTEMİ ve Sayısal Gizemin Temel Elementleri
Ebced Sistemi
Kuran’daki sayısal keşfi anlamak için önce Ebced sistemi hakkında bilgi sahibi olabilmemiz gerekir.
Ebced hesabı ise Ebced rakamları denilen alfabetik bir sayı sistemini kullanarak, kelime, cümlecik veya cümlelerin sayısal değerini hesaplama ve bunlardan anlamlar çıkartma işlemidir. Ebced, geleneksel Arap alfabesinin eski sıralanışından (elif, ba, cim, dal) ilk dört harfinin okunuşlarıyla (E-B-Ce-D) türetilmiş bir sözcüktür.Teoride incelenen kelime, cümlecik veya metinde bir şekilde gizli şifreleme bulunduğu varsayımına dayandırılır. (Wikipedi)
Wikipedi de yer alan bu son cümle akıllara şu soruyu getirmektedir. Demek ki Kuran indirildiği zaman da bu sistem aslında 2:23-2:24 ve 11:13  de yer alan iddialara karşılık arayanlar için açık seçik görünürdeydi ancak Allah ilmiyle toplumları aydınlatana kadar şu andaki şekliyle anlamlandırılamadı. (g)
2:23:“Kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, buna benzer bir sure getirin. Allah’tan başka tüm tanıklarınızı da yardıma çağırın, doğru sözlü iseniz.”
2:24: “Bunu yapamazsınız( o dönem için bir iddia olabilir -g) - ki asla yapamayacaksınız- (Bu vurguda da  Kuran’ın mucize oluşuna delil olan sistem öğrenildikten sonra bile demek istemiş olabilir.-g) o takdirde bu inkarcılar için hazırlanan ve yakıtı inanlar ve taşlar olan ateşten sakının.
11:13: “Onu o uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Haydi ona benzer, uydurulmuş on sure getirin. Allah’tan başka tüm dostlarınızı da çağırın, doğru sözlüler iseniz!”
Semitik alfabelerde olduğu gibi Arap alfabesiyle yazılan bir yazıda da harflerin sayısal değerleri ile bir şifreleme (cifr) yapılmış olabilirdi ve gelecekte hâdiselerin vukuu zamanının tespiti (Kehanet) için harflerin sayısal değerleri kullanılarak bu kehanetlerin sırrı gizemi açılabilirdi. Bir cümle veya cümleciğin Ebced değeri ("cümle hesabı") varsayılan bu gizem'in anahtarı olurdu. (Wikipedi)
Bilinen bütün ebcedler semitik alfabelere aittirler ve onların da Mısır hiyerogliflerine dayandığı sanılan protosemitik harflerden türediğine inanılmaktadır. Ebcedde ilk yaygın kullanım fenike ebcedi ile olmuştur. Arap ebcedinin İbrani ve Aramî alfabesinden alındığına şüphe yoktur. Ebced'in ilk çıkışının Mısır hyeroglif rakamları ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir.




mısır hyeroglif rakamları.JPG


Bilinen bütün ebcedler semitik alfabelere aittirler ve onların da Mısır hiyerogliflerine dayandığı sanılan protosemitik harflerden türediğine inanılmaktadır. Ebcedde ilk yaygın kullanım fenike ebcedi ile olmuştur. Arap ebcedinin İbrani ve Aramî alfabesinden alındığına şüphe yoktur. Ebced'in ilk çıkışının Mısır hyeroglif rakamları ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir.
Ebced zaman içinde değişimlere uğramış ve geliştirilmiştir. Bu gelişim alfabelerin gelişimi ve düzeni ile bağlantılı değişikliklerdir. Örneğin Arap alfabesi zaman içerisinde gelişerek noktalı ve sesli harflerin alfabeye ilave edilmesi ile EBCED de buna paralel değişikliklere uğramıştır.
İbrani ve Yunan Alfabeleri
Semitik alfabelerde başlamış olduğu gözüken harflere sayısal değerler atfetme işi İbrani ve Yunan alfabelerinde de görülmektedir.
ibraniler ve diğer dillerde uygulamalar.JPG
Arap Ebcedindeki Sayısal Değerler
arap ebced harfleri.JPG (Wikipedi)
Sayısal Gizemin Temel Elementleri
Arap alfabesi 29 değil 28 harften oluşur ve ondalık sayı sistemi için gerçek hayatta ideal bir sayı sistemine sahip olmuştur. Lamelif harfi Kur’an yazımında kolaylık olması için sonradan Lam ve Elif harflerinin özel bir işarette birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Her harf kendi sayısal sistemine sahiptir. Bir kelimenin sayısal değerini öğrenmek için haliyle o kelimeyi oluşturan harflerin değerini bilmek gerekir. Örneğin Arapça ALLAH kelimesinin sayısal değeri onu oluşturan dört harfin sayısal değerlerinin toplamına eşittir.
allah.JPG
1+30+30+5 = 66  
Bu kolay yöntemi veya formülü öğrendikten sonra Kuran’daki her surenin veya ayetin sayısal değerlerini hesaplayabiliriz. İşe önce Besemele ile başlayalım.
Bismillahirrahmanirrahim
Besmele 19 Arap harfi ile yazılır. Bu harfler sırasıyla:
Be-Sin-Mim-Elif-Lâm-Lâm-He-Elif-Rı-Ha-Mim-Nun-Elif-Lâm-Rı-Ha-Ye-Mim harfleridir.
Bunların sayısal değerleri aşağıdaki harmonide görünmektedir.
2 – 60 – 40 - 1- 30 – 30 – 5 – 1 – 30 – 200 – 8 – 40 – 50 – 1 – 30 – 200 – 8 – 10 – 40
bismillahirrahmanirrahim.JPG
Görüntüdeki hegzagonlar az önce saydığımız 19 harfin sayısal değerlerini göstermektedir. Besemele 4 kelimeden oluşur. İsim, Allah, Rahman, Rahim.
Bu değerleri kullanarak her bir kelimenin ve cümlenin toplam değerlerini bulabiliriz. Besmeleyi oluşturan kelimelerin toplam sayısal değerinin 786 olduğunu buluyoruz. Şimdi tek açıdan düşünmeden bir çok açıdan Besmeleyi sayısal değerleri üzerinden analiz edebiliriz.


Besmele 4 kelimeden oluşur / 19 harflidir / toplam sayısal değeri ise 786’dır.
419786 bu 6 basamaklı sayı 19’a kalansız bölünür.
419786/19= 22094


Gelin şimdi kullanılan harf adedini ilgili oldukları kelime sırasıyla birlikte yazalım.
Birinci kelime 3 harfli, ikinci kelime 4 harfli, üçüncü kelime 6 harfli, dördüncü kelime 6 harfli.
13243646/19= 697034
Ortaya çıkan bu 8 basamaklı sayı 19’a tam bölünebilir.


Birinci kelime için kullanılan harf adedini ikinci kelimenin harf adedine eklersek ve bunu dörde kadar devam ettirirsek elde edilen on basamaklı sayı yine on dokuza tam bölünebilir.
1327313419/19= 69858601


Şimdi her kelimede kullanılan harf adedine kelimelerin sayısal değerlerini de ekleyelim.Sonuç değişmiyor.15 basamaklı bu sayı da on dokuza tam bölünür.
harfler,.JPG


110527033354295/19= 5817212281805


Şimdi her kelimenin sayısal değerini bir sonraki kelimenin sayısal değerine ekleyerek yazalım. sonuç 16 basamaklı ve yine on dokuza kalansız bölünen bir sayıyla karşılaşırız.
2lmkl.JPG
1102216834974786/19= 58011412367094
Şimdi kelime sıra sayısının yerine kelimede kullanılan harf adedini ve sonra kelimelerin sayısal değerini sonra da ayrı ayrı her harfin sayısal değerlerini sırasıyla ekleyelim. Oluşan 48 basamaklı sayı yine 19’un tam katı olur.  
2lmkl.JPG


Besmeledeki her harfin sayısal değerinden sonra basamak sıra numaralarını birden on dokuza kadar yazsak 62 basamaklı bir sayı elde ederiz. Bu sayı da ondokuza kalansız bölünebilmektedir.
dfd.JPG


Kuran’da Kaç Besmele Var?


Ayet sayılıp sayılmama yönünden Besmeleler iki kategoriye ayrılır:
1- Bağımsız ayet numaralarına sahip Besmeleler: Bunlar iki adettir. Biri Fatiha’nın ilk suresi diğeri de Karınca(Neml) Suresinin 30. ayetinde yer alır.
2- Bağımsız ayet numaralarına sahip olmayan Besmeleler: Ultimatom Suresi hariç geri kalan 112 Surenin başında yer alan Besmeleler, o surede dahil oldukları halde ayet numarası taşımazlar.
Eğer Kuran’da 114 sure olduğunu biliyorsanız,muhtemelen 114 diye cevaplayacaksınız. Ne var ki dokuzuncu sure olan Bara’e (Ultimatom) Suresinin başında Besmele bulunmadığını anımsarsanız  cevabı 113 ile değiştireceksiniz.
Besmelenin daha önceki matematiksel sonuçlarını düşününce 113 sonucunun Kuran’ın sahip olduğunu düşündüğümüz sayısal sisteme uyan bir şekilde olmadığının farkına varıyoruz.
113 sayısı 19’un tam katı değil; 1 eksik.


Problem nasıl çözülüyor?
Bu problemi çözmek için Kuran’ı en baştan olmak üzere gözden geçirmeye başlıyoruz. Nitekim 9. surede kayıp olan Besmele’nin ne tesadüftür ki (!) tam 19 sure sonra, 27. surenin (Karınca Suresi) içinde bir ekstra besmele ile karşılandığına tanık olursunuz.


“O, Süleyman’dandır ve o, ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle’dir.’” (27:30)


Karınca suresi hem başında hem de 27:30 ayetinde geçen Besmele ile iki Besmele içermekte ve probleme çözüm getirmektedir. Bu şekilde Kuran’daki tüm Besmelelerin sayısı 114 yani 19x6 olur. Dahası bu çözüm, 19 sistemine ait detay öğeler sağlar.
* Problemi çözen Karınca suresinin sure ve ayet numaralarının toplamı 57 olup 19’un tam katıdır.
27+30=57
57/19=3
* Başında Besmele bulunmayan kayıp besmeleli sure (9.sure Ultimatom- Bara’e) ile ekstra olarak bulunan besmelenin bulunduğu sure (27. sure Karınca) arasındaki 19 surenin sure numaralarını toplarsanız (9+10+11+12….25+26+27), 342 sayısını elde edersiniz. Ama bu matematiksel bir özelliktir. Zira birbirini izleyen her 19 sayının toplamı da 19 un katıdır. Ancak Karınca Suresinin başında bulunan ve arasında bulunan besmeleleri arasındaki kelimeleri sayarsanız tam 342 kelime olduğunu görürsünüz. Yani 19x18.
Matematiksel sistemin yaratıcısı, bizi bu ufak problemle karşı karşıya getirerek ve sonra ilginç bir çözüm sunarak bu sisteme karşı bizde merak uyandırıyor, sure başlarındaki Besmelelerin bir rastlantı veya keyfi bir alışkanlık sonucu olmadığını belirtiyor, surelerin sırasının bile bir rastlantı olmadığını ve matematiksel koda göre dizildiğini gösteriyor, bu sistemin mükemmel olması gerektiği biçimindeki entellektüel kanımızı destekliyor ve bir bakıma kafamıza takılan soruların cevaplarını araştırmamız gerektiğini öğütlüyor.
Tarih boyunca Kuran’a ekleme veya çıkartma yapmaya çalışan herkesin kelime sayımında ittifak ettiği tek sure olan Kuran’ın son inen suresi olan Nasr (Zafer) Suresi’nin de 19 kelimeden oluştuğunu aklınızda tutun ve bu kısa sureyi de bir bakış açısı olarak kriter edinin.
(Üzerinde 19 Var - Edip Yüksel)


Besmele Formülünü Oluşturan Kelimeler ve Allah’ın İsimleri “İsmi Azam’ı”


Besmeledeki işaretler sadece basit matematik ve on dokuza bölünebilirlikle sınırlı değildir. Sayısal değerleri ve sözlük anlamlarıyla Allah’ın Kuran içerisinde bazı sıfatları arasında bulunan oranlar ve sayısal değerlerde en az matematiksel bulgular kadar ilgi çekici işaretler sunuyor. Besmelede geçen dört kelimenin tekrar sayılarının 19’a bölünmesi sonucu elde edilen “çarpanların” toplamı yine 19’un tam katıdır.


İsim: 19x1           19/19
Allah : 19x142     2698/19
Rahman:19x3     57/19
Rahim:19x6        114/19
+
______________
152 (19x8)          152/19=8




On dokuz harflik Besmele’yi  oluşturan dört kelimelik her birinin Kuran’da 19’un tam katları olarak geçmesi, evet sadece bu dört matematiksel gerçek, SCIENTILIC AMERICAN dergisinde 25 yıl boyunca matematik üzerine makaleler yazan ünlü bilim felsefecisi ve matematikçi Martin Gardner tarafından övgüyle söz edildi.
Filipinler İslami Araştırmalar Üniversitesi eski rektörü Dr. Cesar Edip Majul tarafından yapılan araştırma, Besmele ile Tanrı’nın isimleri arasında olağan üstü bir matematiksel ilişkiyi sergiledi.
Buna göre Kuran; dil ve matematik gibi birbirinden bağımsız olan iki sistem arasında sentez kuran iç içe geçmeli simetrik bir tablo…
Bu tabloyu da daha önce anlattığımız ebced sayı sistemi ile anlayabilmemiz mümkün.
Kuran, tüm güzel isimlerin - sıfatların- Tanrı’ya ait olduğunu bildirir. (Ör: 7:180: En güzel isimler Allah’ındır. Öyleyse onu onlarla çağırın. Onun isimlerini tahrif edenleri bırakın; yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.) Tanrı’nın isimleri sayısızdır ve mükemmeldir.
Her ne kadar halk arasında Tanrı’nın 99 isme sahip olduğu yaygınsa da bu inanç Kuran’a uymaz. Tirmizi adındaki hadis kitabında (İslam’ın Kuran ile şereflendirilen son peygamberinin ölümünden yüz yıllar sonra yazılan rivayet kitaplarından biri) rivayet edilen bu 99 isimlik liste, Kuran’da geçen bir çok ismi içermediği gibi, güzel olmayan bazı isimlere de yer verir. “Darr” (Zarar veren) gibi…
Bugüne kadar Tanrı için kullanılan isimleri ebced değerlerine göre sıraladığımızda her ismin ebced değerini ( başlarındaki elif ve lamlar hariç) ve Kuran’da kaç kez kullanıldıklarını görebiliriz.
Sonuçta çıkan tekrarlanma sayıları ve sayısal değerleri 19’un katı olan 8 ismi guruplandırırsak simetrik bir tablo elde ederiz. Aşağıda görüldüğü gibi sol taraftaki 4 ismin frekansları ve sağ taraftaki 4 ismin sayısal değerleri birbirine kilitlenerek mükemmel bir tablo oluşturmaktadır.


ing.JPG


Görülüyor ki tabloda ancak sadece 3 tanesi anlamlı bir isimle karşılık oluşturabildi. Henüz tamamlanmamış bir simetri var. Sol üstte kırmızı olarak gördüğünüz “İsim”(name) kelimesi Allah’ın bir ismi olmadığından Kuran içerisinde 19 kez beliren farklı bir ilahi ismi olup olmadığını araştırmak daha anlamlı olacaktır.Acaba toplam sayısal değeri 19 olan Allah’ın “Vahid” ismine karşılık gelebilecek Kuran içerisinde tam 19 kez kullanılmış simetriyi tamamlayabilecek bir isim var mı?


Kuran içinde kullanılan yüzü aşkın sıfattan sadece bir tanesinin 19 kez tekrar etmesi çok dikkat çekicidir. Bu isim “Şahid”’dir.  (Şehid-Tanık) Böylece oluşan sayısal simetrinin iç içe geçmeli ve tamamlanmış harika bir tablo sunduğuna şahid (!) oluyoruz.
Tüm tablo 19’un katlarıyla çevrelenmiş.


geçmeli sistem.JPG
Allah kendisinden başka Tanrı olmadığına şahitlik eder! Ve buna bizleri tanık tutar. En yüksek lütuf sahibi, görkemli, rahman, rahim ve insanları din gününde (Din günü: Ölümden sonra yaşanacak hayatın ilk günü. Bu dünyada yapılıp edilen her şeyin karşılığında ödül veya ceza sistemi ile karşılık bulunacak hesap günü.) bir araya toplayacak olan.
İlk bakışta olan bitenin bir çeşit hile olabileceği akla gelebilir. Böylesi bir durumda şüpheci bir durum sergilemek sağlıklı bir zihnin akla yatkın ve uygun olan bir seçimi olur. Çünkü kelimeler ve hatta cümleler arasındaki değerleri belirleyerek kendimiz bazı ilişkiler kurmaya çalışabiliriz.  Bu elbette çok fazla zaman ve kıvraklık gerektirecektir. Yine de böylesi bir işi edebi bir şaheser, tarihi bir doküman, dini ve felsefi bir kitap evrensel ahlaki öğretiler ve öz  yargılar barındıran tüm yapıta uygulayabilmek gerçekçi gözükmüyor. Böylesi bir çalışmanın muazzam karmaşıklığını düşünmek dahi güçtür. İnsan zekası özellikle 7. yüzyıl’da böylesi bir iş için uygun değildi. Bunca veri ile kayda değer bir sistemi oluşturabilmek süper bilgisayarlar ve yüksek teknoloji gerektirirdi.


Hodri Meydan! 11:13 - “Onu o uydurdu” mu diyorlar? De ki: “ Haydi ona benzer, uydurulmuş on sure getirin. Allah’tan başka tüm dostlarınızı da çağırın, doğru sözlülerseniz.!”
Bu meydan okuma elbette sebepsiz değildir. Şimdiye kadar bu meydan okuma kabul edilemedi. Hiç kimse de Kuran’ın matematiksel sisteminin yanlışlığını kanıtlayamadı.


SİZ BUNA CÜRRET VEYA CESARET EDEBİLİR MİSİNİZ?


19 Sayı sistemi Kuran’ın uzun zamandır beklenen işareti ve onun ilahi bir kaynaktan geldiğini gösteren reddedilemez bir delildir. 74. surenin 30. ayetinde (Gizlenen -Müdessir) şöyle söylemektedir. “Üzerinde 19 vardır.” Gelenekçiler bu ifadenin din günü ile ilgili olduğunu, Allah ve meleklerinin inkarcıları o gün kışkırtacağını ve onları yanlış yola sevk edeceğini, inkarcıların da Allah’ı sorgulayacağını söylüyorlar. Bu anlayış Kuran’ı yanlış okumadan ve ihmalkar tavırlardan kaynaklanmaktadır.Din gününde Allah’ın birilerini yanlış yola sevk edeceğini, yanlış yola sevk edilenlerin de Allah’ı sorgulayarak “Allah bu örnekle ne demek istedi?” demek isteyeceğini varsayabilmek imkansızdır. Test olayının Melekler değil onların sayısı olduğu da ayrıca açıklık içermektedir. Peki 19 sayısı ile ilgili Kuran tam olarak neyi ifade etmektedir. Kuran 19 sayısına özellikle dikkat çekmek ister. 19 inananların inancını arttıracak, kitap halkından bir kısmının kuşkularını ortadan kaldıracak ve onları doğruya sevk edecek. İnkarcılar ve iki yüzlüler de kendi sapkınlıklarına şahit olarak inkarlarına inatla devam edecekler. Tüm bunlar bu dünyada gerçekleşmesi gereken şeylerdir. Her şey olup bittikten, sınav bittikten ve hesap günü geldikten sonra değil. Peki niçin 3,5,9 değil de 19 tercih edilmiştir. Belki de vakti geldiğinde bunu gerçek anlamıyla kavrayabileceğiz.

6:124- Kendilerine bir mucize geldiğinde: "ALLAH'ın elçilerine verilenlerin benzeri bize verilmedikçe onaylamayız" derler. ALLAH mesajını nereye koyacağını daha iyi bilir. Yaptıkları hilelerden ötürü suçlulara ALLAH katından bir aşağılama ve çetin bir azap dokunacaktır.

Bahsi geçen sureye bir değinelim isterseniz…


74: Gizlenen - Müdessir


1. Ey gizlenen


2. Kalk ve uyar


3. Rabbini yücelt


4. Örtülerini temizle


5. Kötülükten sakın


6. İhtiraslı olma


7. Rabbin için sabret


8. Duyuru yapıldığı zaman


9. İşte, zorlu gün o gündür


10. İnkarcılar için kolay değil


11. Bir birey olarak yarattığım kişiyi bana bırak


12. Ona hem zenginlik verdim


13. Hem de gözü önünde hazır çocuklar...


14. Ona nimetler yağdırdım.


15. Buna rağmen daha fazlasını istiyor


16. Ayet ve delillerimize karşı inatla direndi.


17. Onu sarp bir yokuşa süreceğim


18. Düşündü, ölçtü biçti.


19. Kahrolası ne biçim ölçtü biçti.


20. Gerçekten, kahrolası ne biçim ölçtü biçti.


21. Baktı.


22. Sonra surat astı, kaşlarını çattı.


23. Ve arkasını döndü, büyüklük tasladı.


24. "Bu" dedi, "etkileyici bir büyüden başka şey değil,"


25. "Bu sadece bir insan sözüdür."


26. Onu Sakar'a atacağım.


27. Sakar nedir bilir misin?


28. Ne bırakır, ne yüklenir (tam ve mükemmel),


29. İnsanlar için (evrensel) bir göstergedir/ekrandır.


30. Üzerinde on dokuz var.


(Kuran'ın insan ürünü olduğunu ileri süren inkarcıya verilen ceza çok ilginçtir: On dokuz. Kuran'da geçen sayıların hemen hepsi bir ismi niteler. Kırk gece, yedi gök, dört ay, on iki önder gibi. Ne var ki burada yalnızca 19 sayısının fonksiyonu vurgulanıyor. Peki bu on dokuzun misyonu nedir? "Sakar" kelimesini ahiret alemindeki cehennem olarak anlamaya eğilimli olanlar haliyle bunu zebaniler olarak algıladı. Ne var ki "sarp yokuş, tam ve mükemmel, evrensel bir gösterge" sözleriyle tanımlanan bu ceza tümüyle matematiksel bir cezaydı. Ahiret aleminde değil, bu dünyada verilen entelektüel bir ceza! Nitekim, izleyen ayet bu sayıyı meleklerden soyutladıktan sonra amacını beş maddede özetler: 31. ayette belirtiyoruz.)


31. Biz ateşe bekçiler olarak elbette melekleri atadık. Onların sayısını da, (1) inkar edenler için bir fitne (huzursuzluk kaynağı) yaptık. (2) Kendilerine kitap verilenleri ikna etsin, (3) inananların inancını güçlendirsin, (4) kendilerine kitap verilenlerin ve müminlerin kuşkularını ortadan kaldırsın, (5) ve kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar da "Allah bu örnekle ne demek istiyor?" desinler. Böylece Allah dilediğini/dileyeni sapıklığa sokar, dilediğini/dileyeni doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu (sayı) halklara bir mesajdır.             


(Eski yorumcular bu ayette takılmış ve işin içinden çıkamamıştı. Meleklerin sayısının inkarcıları
nasıl cezalandıracağı sorusunu "cehennem zebanileri" yorumuyla cevaplandırabiliyorlardı. Fakat, kitap ehlinin, yani Yahudi ve Hıristiyanların Kuran hakkındaki kuşkularının bu sayıyla nasıl giderileceğini açıklayamıyorlardı. Sonunda asılsız ve tutarsız bir cevap ile geçiştirdiler: Meğer Yahudiler ve Hıristiyanlar ellerindeki Tevrat ve İncil'de de zebanilerin sayısının 19 olduğunu görecek ve böylece Kuran'ın Tanrı sözü olduğuna inanacaklarmış. Onların inandığını gören müslümanların da imanı güçlenecekmiş.Bu yorum en az üç noktada tökezliyor. Her şeyden önce, ne Tevrat ne de İncil 19 zebaniden söz etmiyor. İkincisi, öyle olsa bile böyle bir şey onları imana getirmez, aksine onu, Kuran'ın Tevrat ve İncil'den bir aparma olduğu konusundaki temel iddialarını destekleyen bir başka kanıt olarak değerlendireceklerdi. Zaten Kuran'da anlatılan birçok olay İncil ve Tevrat'ta da anlatılıyor. Üçüncüsü, zebanilerden ötürü hiç kimse imana gelmedi. Bu çıkmazı gören bazı yorumcular (Örneğin; Fahreddin er-Razi), 19 sayısının, insanın düşünce ve bilinç gücü olduğunu ileri sürdü. On dokuz sayısı üzerindeki vurguyu anlamsızlaştıran bu keyfi ve zorlama yorum da konuyla ilgili ayetleri kapsamaktan uzak. İzleyen ayetler, 19 sayısının önemini iyice vurgular: )


32. Andolsun Ay'a (dikkatinizi Ay'a çekerim)


33. Ve geçtiği vakit geceye


34. Ve açtığı vakit sabaha


35. Bu (sayı), büyüklerdendir.


36. İnsanlığa bir mesajdır (nezir).


37. İlerlemek yahut geri kalmak dileyenleriniz için.


(Ayetlerdeki yemin bir rastlantı değil. "Ay"ın 19 ile ilişkisini bir sonraki bölüme bırakıyoruz. İslam'da rönesans ve reform sabahını ağartan 19 sayısının büyük mucizelerden biri olduğunu
bildiren 35. ayete dikkatinizi çekmek isterim. Biz, ayetlerin temasını, sözün gelişini ve Arap
gramerini hesaba katarak oradaki "bu" zamirini en uygun olan kelimeye, yani "sayıya" gönderdik. Ne var ki, 19 sayısının büyük bir mucize oluşundan habersiz yorumcular, hem konu bütünlüğünü ve hem Arapça gramer kurallarını göz ardı ederek "bu" zamirini "cehenneme" gönderdiler ve onun büyük felaketlerden olacağı biçiminde bir anlam verdiler. Surenin en uzun ayeti olan otuz birinci ayet cehennemin değil, 19 sayısının amacını anlatır. Otuz birinci ayetin son cümlesinde ve otuz beşinci ayette yer alan zamirleri cehenneme göndermek ayetler arasındaki anlamsal ilişkiyi koparır. Otuz birinci ayetin sonundaki "mesaj" (zikra) kelimesini cehenneme yakıştırmak da aynı Surenin 49'uncu ayetiyle çelişir. Zira, hiç kimse cehennemden yüz çeviriyor diye kınanmaz.)


38. Her kişi kendi günahıyla mahkum olur.


39. Ancak sağ tarafta olanlar hariç.


40. Cennetler içindeyken sorarlar,


41. Suçlulara:


42. "Sizi bu cezaya sokan nedir?"


43. Diyecekler ki, "Desteklemezdik."


44. "Yoksula da yedirmezdik."


45. "Batıla dalanlarla birlikte dalardık."


46. "Yargı Gününü yalanlardık."


47. "Nihayet (şimdi) kesin gerçeğe ulaştık."


48. Aracıların şefaati onlara bir yarar sağlamaz.


49. Öyleyse neden bu mesajdan yüz çeviriyorlar?


Surenin son ayetleri mesajdan yüz çevirenleri ürkmüş zebralara benzetir. Zebralar korktukları vakit artlarına ve önlerine bakmadan enerjileri tükeninceye kadar kaçarlar. Panik içinde... Sürüler halinde...


50. Ürkmüş zebralar gibi,


51. Aslandan kaçan...


52. Hayır, onlardan her biri, kendisine özel olarak açılmış sayfalar verilmesini ister.


53. Doğrusu, onlar ahiretten korkmuyor.


54. Doğrusu, bu bir öğüttür.


55. Dileyen ondan öğüt alır.


56. ALLAH dilemezse öğüt alamazlar. O, erdemli davranmanın kaynağıdır; bağışlamanın kaynağıdır.


Kuran’ın 80. suresi (Kandıranlar- Mutaffin) - Rakamlanmış Kitap Bahsi


Kuran'ın 83. Suresi, inkarcılar için manevi bir zindan (Siccin), iyiler için ise manevi bir kule (İlliyyun) fonksiyonu gösteren bir kitaba dikkat çektikten sonra onu Kitabun Markum yani Rakamlarla Kodlanmış Kitap olarak tanımlar. Bu rakamlanmış kitap iyiler için İlliyun, kötüler için Siccin olarak sınıflandırılmış. Bu rakamlanmış kitaba ancak Tanrı’ya yakın olanlar tanık olabilecektir.


7. Doğrusu, kötülerin yazgısı Siccin'dedir.


8. Siccin nedir bilir misin?


9. Rakamlanmış bir kitaptır.


10. O gün yalanlayanlara yazıklar olsun.


11. Onlar Yargı Gününü yalanlar.


12. Onu ancak her azgın günahkar yalanlar.


13. Kendisine ayetlerimiz/mucizelerimiz iletildiğinde, "Efsane" derdi.


14. Doğrusu, işledikleri günahlar kalplerini kaplamış.


15. Doğrusu, o gün onlar Rab'lerinden perdelenir.


16. Ve böylece onlar cehenneme atılır.


17. "Yalanlamakta olduğunuz şey işte budur" denir.


18. Doğrusu, iyilerin kitabı İlliyyun'dadır.


19. İlliyyun nedir bilir misin?


20. Rakamlanmış bir kitaptır.


21. (Tanrı'ya) yakın olanlar ona tanık olur.


Peki kimler tanık olamaz?


Sahip olmamanız gereken özelliklere gelince... Gerek Kuran'ın öngörüsü ve gerekse kendi deneyimlerimiz şu gerçeği ortaya çıkarmıştır:
Sözde ilimleriyle kibir ve gurur içinde olan hadisçi ve sünnetçi din adamları apaçık matematiksel sistemi göremiyorlar. Sistemin parametrelerini tek tek görseler bile aralarında mantıksal ilişki kuramıyor ve anlayamıyorlar. Nitekim, elinizdeki kitabın son sayfalarında bu tiplere bir kaç örnek vereceğiz.
"Tanrı yoktur, olamaz" sloganıyla gözlerini kapayan bağnaz ateistlerin de Kuran'ın matematiksel sistemini görmesi mümkün değil. Zira onlar bu "inkar" yoluyla her türlü objektif araştırmanın yolunu peşinen kapatmışlar ve araştırma için gerekli motivasyondan yoksun kalmışlardır.
Sunduğumuz delilleri sınamadan kabul edenler de mucizeye tanık olamazlar. Zira onlar bu tavırlarıyla sadece mukallitçe bir güven ve iman göstermiş olurlar. Halbuki, 19 mucizesinin ilk parçaladığı duvar kör taklit duvarıdır. Böyle kimselerin matematiksel sistem hakkındaki olumlu sözleri papağanca tekrarlamaktan öte bir anlam ifade etmez. Nitekim bu kişiler, 19 sisteminin gerektirdiği rasyonel düşünme yetisine sahip olamadıklarından çelişkili tavırlar ve inançlar gösterirler.
Matematiksel sistemin kendilerine yükleyeceği entelektüel sorumluluktan korkanlar da onu incelemekten veya tümüyle kabul etmekten çekinirler. Akrabalarının ve arkadaşlarının ekonomik veya psikolojik desteğine aşırı bağımlılık gösteren tatlı su mücahitleri bu mucizeyi anlayamaz, daha doğrusu anlamak istemez.
Zira 19 sistemi, Tanrı için bütün putları kırabilen gerçek müslümanlar yetiştiren bir mesajdır. Korkaklar ise bu mesaja kör ve sağırdırlar. Bu arada, 19 sistemini ve mesajını anlamadığı halde çeşitli nedenlerle ona "inanan" veya "inandığını" iddia eden mukallit kafalar da göreceksiniz. Her türlü grupta parazit misali görülebilen bu tipler olaya çeşni ve renk katmalarının yanında önemli bir sosyal fonksiyonu yerine getirirler. Tabi ki farkına varmadan...


KURAN’DAKİ DİĞER SAYI HARMONİLERİ ve ŞİFRELİ HARFLER

“Zikri biz indirdik, onu biz, elbette biz koruyacağız.” (15:9)

Kuran, Allah’ın kullarına indirdiği son kitaptır. Onun kıyamete dek korunması için 15:9’da verilen ilahi sözün hikmeti budur. Kuran’ın Allah sözü olduğu ve kesinlikle korunduğunu kanıtlamak için Allah, Kuran’ı matematiksel bir sistemle kodlamıştır.
  • Tek ve Çift Sayılar
“89- Fecr Suresi
89:0 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
89:1 And olsun tan vaktine
89:2 On geceye
89:3 Çifte ve teke
Fecr Suresinin ilk beş ayeti, özgün bir anlatımla dikkatlerimizi ondalık ve ikili sayı sistemlerine çeker. Kuran'daki 114 Sure ve içerdikleri ayetlerle ilgili olarak şu iki sayıyı daha önceden tanıyoruz:


6234 Kuran'daki toplam ayet sayısı
6555 Kuran'daki sure numaralarının toplamı
(1+2+3+4+5 . . . . . . . . . . . . . . . +114)


Kuran'daki her bir suredeki ayet sayısını o surenin sıra numarasıyla toplayalım. Örneğin, 1'nci
sırada yer alan Anahtar (Fatiha) Suresi 7 ayet içerir. Böylece, Anahtar Suresi için 1 + 7 = 8 sayısını elde ederiz. Kuran'ın en son suresi olan Halk (Nas) Suresi için ise 114 + 6 = 120 sayısını elde ederiz. Sure numaralarıyla ayet sayılarının toplamından oluşan bu sayıları tek ve çift olarak ayıralım.Sonuçta göreceğiniz gibi 57 tane çift, 57 tane de tek sayı elde etmekteyiz.


Bir başka ifadeyle, 114 parça halinde kaynaştırdığımız ayet sayılarının toplamı olan 6234 ile sure numaralanın toplamı 6555 bize hem homojen hem de heterojen grupların sahip olduğu element sayısını eşit ve simetrik olarak verir. 57.  Ortaya çıkan tablo Kuran içindeki sure ve ayet toplamlarının değerlerini ayrı ayrı gösteriyor.


1t.JPG
2t.JPG


3i.JPG
İşte önümüze serilen kusursuz bir harmoni, simetri ve güzellik ! On dokuz kodu Kuran’ın sadece ilk ayetlerini değil Fatiha Suresini de korumaktadır. Kuran'ın ilk suresi Fatiha olup Açan, Başlatan, Anahtar anlamlarına gelir. Fatiha Suresi, Besmele'nin ilk ayet olarak numaralandığı tek suredir. Diğer surelerin başındaki Besmeleler bağımsız bir ayet numarasına sahip değildir.
Sayısal bir diğer harmoniye Kuran’da geçen bazı kelimeler ve bu kelimeleri ilgilendiren sayılarla ne şekilde denk düştüklerini gördüğümüzde şahit oluyoruz.
  • “Ay” kelimesi Kuran boyunca 12 defa geçer.
  • “Gün” kelimesi 365 kez geçer.
  • “Günler” kelimesi 30 kere geçer.
  • “Sapkın” ve “melek” kelimeleri eşit sayıda 88 kere geçer.
  • “Dünya” ve “Ahiret” kelimeleri eşit sayıda 115’er kez geçer.
  • “İman” ve “Küfür” kelimeleri eşit sayıda 25’er kez geçer.
  • “Adalet” ve “Zulüm” kelimeleri 15’er kez geçer.
  • “Güneş” ve “Işık” kelimeleri 33’er kez geçer.
  • Allah’ın “De” hitabı ile, melekler, insanlar, ve cinler için kullanılan “Dediler”kelimesi eşit sayıda 332’şer kez geçer. (21:112 ayetinin ilk kelimesi “Qale” değil, “Qul” dür. Bazı Kuran nüshalarında yanlışlıkla “Qale” biçiminde yazılmıştır.
Bu matematiksel gerçekleri, Fuad Abdülbakinin ünlü Kuran fihristi olan “ El Mucemül Müfehres Li Elfazil Quranil Kerim” ile kontrol edebilirsiniz.


1- Fatiha Suresi (Açan, Başlatan, Anahtar)


1. Rahman ve Rahim ALLAH'ın ismiyle.


2. Övgü, evrenlerin Rabbi ALLAH'adır.


3. Rahman, Rahim (Merhametli),


4. Yargı gününün sahibi.


5. Yalnız sana tapar, yalnız senden yardım dileriz.


6. Bizi doğru yola ilet.


7. Gazaba uğrayanların ve sapmışların değil; iyilikte bulunduğun kimselerin yoluna…
Fatiha Suresinin yapısındaki matematiksel sisteme birkaç örnek verelim:
1. Sure numarası olan 1 rakamından sonra ayetlerinin numarasını sırasıyla yan yana koyarak elde edeceğiniz sayı 19' un tam katıdır.


1 1 2 3 4 5 6 7 = 19 x 43 x 13751


2. Ayet numaraları yerine bu ayetlerdeki harflerin sayısını yan yana koyduğunuzda elde edeceğiniz 15 rakamlı sayı da 19'un tam katıdır.
1 19 17 12 11 19 18 43 = 19 x 17 x 23 ^ 2 x 697 450129


3. Ayetlerin harf sayısından sonra ebced değerlerini yerleştirirseniz elde edeceğiniz sayı da 19'un katıdır.


1197861758112 6181124119 836181072436009 = 19 x 191 x 229 x 449 x 34819 x 921980 242853 130967 201379


4. Bu sayıya her ayetin numarasını da soktuğumuzda oluşan sayı da 19'un tam katıdır.


111978621758131261841124151983661810727436009 = 19 x 3 x 1 964537 223826 864242 826739 508485 294925 042737


5. Anahtar suresinin numarasından sonra toplam ayet sayısını, toplam harf sayısını ve toplam ebced değerini yan yana yazdığınızda elde edeceğiniz sayı da 19'un tam katıdır...


1 7 139 10143 = 19 x 3 x 11 x 179 x 15271


Şimdiye kadar 19 sisteminin ilk sure ve ayet ile nasıl bir iletişim içerisinde olduğunu gördük. Böylesi karmaşık bir sistemin oluşturulması görüşlerimize göre insan yeteneklerinin ötesinde ve onu aşkın bir husus olmakla birlikte kitap için doğa üstü bir kökene işaret ediyor. İlk ayet ve ilk sure açık bir biçimde çarpıtmalardan korunmuştur. Besmele ve Fatiha korunmamış olsaydı 19 sistemi hiçbir işe yaramayacak ve çalışmayacaktı. Peki böylesi bir kodlamanın tüm kitap metni için geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet Kuran’ın yapısı matematiksel olarak ayarlanmıştır ve benzer modelleri içerir. Bunlardan bir tanesi de büyük sayılar’ın incelenmesi sırasında karşımıza çıkar.


  • BÜYÜK SAYILAR


Kuran’da 30 değişik sayıdan söz edilir. Ne var ki bu sayıları alt alta toplarsak 19’un tam katı olduğunu da görebiliriz.
Sayılarla ilgili ilginç ifadelere rastlarız. Örneğin, Örümcek Suresinin 14'ncü ayeti Nuh Peygamberin 950 yıl yaşadığını 950 sayısını kullanmadan bildirir. Bunun yerine 1000 - 50 (Bin eksi Elli) gibi bir çıkarma işlemini kullanır. Nuh'u da halkına göndermiştik ve onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı. Ancak zulmettikleri için onları tufan yakaladı. (29:14)
Niçin? Bin sayısının çokluk ifade eden şöhretinden yararlanmak için mi? Belki. Nuh Peygamber'in yaklaşık 1000 yıl süren çabasına rağmen halkının inkarcılıkta inat ettiğini vurgular ayet. Bununla birlikte, biz bu farklı ifadeyi matematiksel sistemle de yakından ilgili buluyoruz. Buradaki ifade 950 olsaydı, 50 sayısı yerine 950 işleme girecekti. Böylece tekrarsız sayıların toplamı 900 artarak 19 koduna uymayacaktı. Nuh'un toplam yaşının 950, yani 19'un tam katı oluşu da bu ilişkiyi daha çok güçlendirir.


Kuran 30 tam sayı, 8 tane de kesirli sayı içerir.


Kuran'da Geçen Tüm Sayıların Tekrarsız Olarak Toplamı
(Yıldızla işaretlenmiş olan sayılar birer kez geçer.)


1+2+3+4+5+6+7+8+9+10+*11+12+*19+*20+30+40+*50+*60+70+*80+*99+100+129+200
+*300+1000+*2000+*3000+*5000+*50000+*100000 = 162146  (19 x 8534)


Kesirli Olan Sayılar


1/10, 1/8, 1/6, 1/5, 1/4, 1/3, 1/2, 2/3.


Demek ki, 30 tanesi tam sayı ve 8 tanesi kesirli sayı olmak üzere Kuran'da 38 (19x2) adet farklı sayı bulunur.


Bilgisayarlar ve üniversite eğitimi olmadan analiz etmesi ve tek tek incelemesi bile çok uzun zaman alan bu bilgilere rağmen Muhammed peygamberin bu Kuran’ı kendi eliyle yazdığını ve insan ürünü olduğunu ileri sürmek mantıksızdır. O ne üniversite eğitimi görmüştü, ne de bir bilgisayara sahipti. Ayrıca, Muhammed Peygamber gibi tarihin en meşgul liderlerinden birini böyle bir iş için düşünmek alabildiğine safça bir senaryodur. Muhammed'in yaşadığı ortamdan, dost ve düşmanın takdirle andığı destansı mücadelesinden haberi olan biri böyle bir senaryoyu ciddiye alamaz.


  • UZUN SAYILAR
Her surenin toplam ayet sayısından sonra tek tek ayet numaralarını yazarsak 12692 basamaklı bir sayı elde ederiz. Nitekim yedi ayete sahip ilk sure 71234567 sayısıyla temsil edilecektir. İkinci sure için de 286 sayısından sonra 1'den 286'ya kadar olan sayılar yazılacaktır. Böylece 114 sure için oluşturulan bu uzun sayının başı ve sonu şöyle gözükecektir:


(712345672861234567891011.............6123456). Kuran'ın her ayetinin numarasının yer aldığı bu uzun sayı 19'un tam katıdır. Dahası, bu sayıyı oluşturan rakamların sayısı olan 12692 de 19'un tam katıdır. 12692/19: 668
Dileyenler bunu programlayıp sınasın.


  • ŞİFRELİ HARFLER


Kuran’ ın matematiksel kodu 1974 yılında Amerikalı bir bilim adamı olan Reşad Halife tarafından keşfedildiğini ve  29 Surenin başında bulunan gizemli harf kümelerinin ne anlama geldiğini ortaya çıkarma girişiminin  Kuran’ın en önemli gizemlerinden birinin keşfedilmesine yok açtığından bahsetmiştik. Kuran'ı Kerim, bazı surelerinin başında "Şifre Harfleri" veya "Kısaltılmış Harfler"(Hurufu Mukatta) denilen bazı "Başlangıç" harfleri taşır. Bu yönüyle Kuran, yeryüzünün mevcut tek kitabıdır. Bu Başlangıç/Şifre Harfleri 14 yüzyıl boyunca Kuran'ın bir gizemi olarak kaldı.
Toplam 28 harfli Arap alfabesinin tam yarısı bu Başlangıçlarda kullanılmıştır. İzleyen sayfalarda görüldüğü gibi, bu 14 harf, 14 değişik kombinasyon oluşturur. Bu harf kombinasyonları, Kuran'ın 29 suresinin başında yer alır. Başlangıç harfleri tam 19 surenin girişinde, kendi başlarına bağımsız birer ayet olarak numaralanır.


IMG_20151214_183508.jpg
IMG_20151214_183607 (1).jpg


**Bu alandaki çalışmaları en net şekilde Edip Yüksel’in Üzerinde 19 Var adlı çalışmasında bulabildiğim için hiç kurgulamadan direkt aktarıyorum.
Q (Qaf)
Başlangıç Harfleri, tekli, çiftli, üçlü, dörtlü ve beşli harf kombinasyonlarından oluşur. Deneme için herkesin kolayca sayabileceği, tek harfli kısa bir sureyi ele alalım. Qaf Suresi bu iş için bire birdir. Kuran'ın 50'nci suresi olan Qaf suresi ق "Q" harfi ile başlar. Daha sonra 42'inci sure üzerinde denemeyi sürdürebiliriz. Nitekim ق "Q" harfi o surenin başında üç artı iki olmak üzere toplam beş harflik bir kombinasyon içinde yer alır: HM. A'SQ. عسق . حم (HaMim. A'yn Sin Qaf. diye okunur).
Bizim burada, sadece herkesin gören gözleri ve sayma yeteneği ile doğrulayabileceği fiziksel gerçeklerle ilgilendiğimizin farkına varacaksınız. Herkes bu MUCİZEYİ şahsen sınayabilir ve Kuran'ı Kerim'in insan yapısı olmadığına tanıklık edebilir. Bu müthiş gerçeğe tanık olmanız için Arapça'yı bilmeniz gerekmeyecektir. Ne tahmin, ne varsayım, ne de herhangi bir yorum bu işleme karışmaz. Sadece "iki noktalı bir baş" olan ق 'ı arayınız. Bu çifte noktalı başları sayınız! 50'nci surede bu "başlar" gibi 57 (19 x3) adet, ve 42'nci surede de aynen 57 (19 x 3) adet mevcut. Bu, insan veya makine yapısı olarak mümkün mü? İnceleyip tartışacağız.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Qaf'lı iki surede toplam 114 Qaf vardır. Yani 19 x 6. Qaf'ın ق Qaf harfi ile başlayan Quran'ı temsil ettiği tarzındaki tahmin gayet mantıkidir ve her biri Quran surelerinin sayısınca 114 adet "Qaf" veya "Q" mevcut. (Türkçe'de "Q" harfi bulunmadığı için Quran yerine Kuran yazıyoruz).
Bu surelerdeki ق "Qaf" harflerini saymak birkaç dakikamızı alır. Yüce Kuran'ın mucizevi yapısını gerçekten hissedeceksiniz. Herhangi biri Kuran'ın bu özelliğinin sadece bir süper "rastlantı" olduğu veya ruhani bir "kompüterin" hepsini hesaplamış olduğu sonucuna atılmadan önce, Kuran'ın sahibi, kitabının ince detaylarında insan üstü bir zekanın parıltılarını göstermek için kendi adetini terk eder.
Şöyle varsayalım: Bizim yazar "ق" (Qaf) harfiyle başlayan iki sureyi zihninde tamamladığı zaman (Eğer Muhammed onu yaratmış olsaydı), bütün Qafları saymış olması ve 19'un tam katı olup olmadığını bilmesi için onları 19'a bölmüş olması gerekecekti. Bir defa yazınca artık vazgeçip değiştiremeyecekti.
Diyelim ki Muhammed (?) 42'nci suredeki 57 (19 x 3) Qaf ile gayet başarılı idi; fakat 50'nci sureninkileri saydığı zaman hayretle 58 sonucuyla karşılaştı; zira 58 sayısı 19'un tam katı değil. O, 19 ölçüsünü tamamlamak için ya 18 Qaf daha eklemek veya 1 Qaf çıkarmak zorunda kalacaktı. Diyelim ki ikinci yolu seçti. Ancak hangi Qaf çıkarılacaktı?
O, Qaf suresinin başından başlayacaktı. En baştaki birinci Qaf'ı çıkarmak dünyadaki en kolay iş olacak ve problemi çözecekti. Fakat hayır! Bu Kuranı "Başlangıçlar" tüm sistemin can alıcı noktasıdır. Kendilerini saymamızı ve onları 19 ile bölüp Her şeyi Bilen Matematikçinin sanatını keşfetmemizi sağlarlar. Geçmiş on dört yüzyıl içinde, 114 sure arasından bir tek sure kaybolmuş olsaydı, o zaman surelerin sayısı 19'un çarpımı olmayacaktı. Yok, eğer Arap alfabesinin 14 harfinden yalnız tek bir tanesi eklenmiş, çıkarılmış veya birbiriyle karıştırılmış olsaydı yine o zaman bu birbirine kilitlenmiş bu muhteşem matematiksel sistem paramparça olmuş olacaktı.Böylece, Kuran tahrif edilmiş dini kitaplara katılacaktı. Ne var ki Kuran'ın Yaratıcısı sözünü gerçekten yerine getirmiştir.
BİZ, kuşkusuz BİZ, bu mesajı indirdik; ve kuşkusuz onu yine BİZ koruyacağız. (15:9)
Kuran'ın Sahibi, kitabındaki matematiksel sistemin bir talih eseri olmadığını bize göstermek için kendi adetinin dışına çıkmıştır. O, güçlü ve yüce elini keşfetmemiz için "işaretler" ve ipuçları İnsanoğlundan herhangi bir yazar, matematiksel bir sisteme sahip bir kitabı yazmak şeklindeki olağanüstü bir işe girişmiş olsaydı, imkansızı yenmeye kalkışırken hiç olmazsa karar vermekte güçlüklerle karşılaşacaktı. Yüce Tanrı, bizi gayretsiz "gayretine" tanık yapmak ve dikkatlerimizi bilinçli işine çekmek ister.
Kuşkucu arkadaşla birlikte bir an için varsayalım ki Muhammed Peygamber yukarıdaki imkansız işi başardı ve Qaf'lı her iki sureye Qaf'lar ekledi ve böylece toplamın 115 olduğunu buldu. Sonra onları 19'a böldü ve kamuya açıklamadan önce çıkarması gereken 1 adet fazlalık kaldığını anladı. En baştaki ilk Qaf'ı silmek dünyanın en kolay işi olacaktı, lakin önceden belirtilen sebepten ötürü onu tutmak zorunda idi. Bir sonraki Qaf ق harfi hemen şu aşağıdaki kelimelerde ortaya çıkar:﴾١﴿ المجید والقران Şanlı Quran'a andolsun. Muhammed Peygamber bu القران El-Quran kelimesi yerine Quran'ın bizzat içinde geçen 50'dan fazla eş anlamlıyı biliyordu: "Et Tanzil," "Ez-Zikr," "El-Burhan," "El-Kitap," "En-Nur," "El-Beyan" gibi. Fakat Kuran'ın Yaratıcısı Qaf harfinden sonraki ilk kelime olan El-Quran kelimesine dokunmaz. O, Qaf harfinin Quran kelimesiyle olan ilişkisine ipucu bırakmak ister. "E" harfinin "Elma"yı temsil etmesi gibi... Üstelik böyle bir davranışın kendi başına bir kıymeti olmayacaktı. Bu yüzden fazla Qaf ق harfini çıkarmak için saymaya devam edecek.
Lut'un kardeşleri ya da Lut'un kavmi
Nihayet 13. ayetin yakınlarında en büyük bir ق Qaf grubuyla karşılaşır. Tam beş adet. Bunlardan birini çıkarmalıdır. İzleyen sayfada orijinal yazıyla sunulan 12, 13 ve 14'ncü ayetleri inceleyiniz. Burada yalnızca 4 Qaf var. Doğru, ama 5 tane olmalı değil miydi? Yanlış anlamayın. Burada bir tahrifat yapıldığını ileri sürmüyorum. Açıklayayım:
Kuran'ın Yazarı bu üç ayet arasında 5 Qaf tasarladı. Delili 13'üncü ayettedir. Orada yuvarlak içine alınmış "İhvanu Lut" لوط اخون (Lut'un Kardeşleri) ifadesine bakınız. O aslında "Qavmu Lut" لوطقوم olmalıydı. Niçin "Qavmu Lut?" Çünkü Yazar, Lut'un inkarcı halkını Kuran'da baştan başa sürekli olarak 12 yerde Qavm sıfatıyla tanımlar (Bak: 11:70, 74, 89; 22:43; 26:160; 38:13; 54:33; 7:80;11:78; 27:54, 56; 29:28). Doğaya aykırı cinsel ilişkilerde bulunan ve bu iğrenç tavrı pervasızca savunan halkı nitelemek için sürekli aynı kelimeyi kullanan yazar niçin onları 13'üncü yerde 13'üncü ayette "İhvanu Lut" olarak tanımlasın? Bir halk topluluğunu tanımlamak için 12'nci ve 13'ncü ayetlerde, evet sadece iki ayette size 3 eşanlamlı verebilen Yazar, bu değişmeyen قوم لوط Qavmu Lut" ibaresine adeta yapışan Yazarın ta kendisidir. Herhangi dikkatli bir okur, 13'ncü ayetteki değişen formülü fark edecektir. Eşanlamlıları kullanmanın güzelliğini bilen ve buna rağmen on iki defa sabit kalan herhangi bir insan-yazar gayet tabii olarak "Qavmu Lut"u 13'ncü kez de olsa tekrarlayıp kendi "fırıncı düzinesini" yapacaktı. Bu durumda "Qaf" suresinde 58 Qaf bulunacak ve 58 sayısı 19'un tam katı olmayacaktı. O dememiş miydi: "Ben size 19'u hesaba kattıracağım?"


50. Surede 57 (19x3) adet ق var.
Bu Surede de 57 (19x3) adet ق var.
Böylece ق'lı her iki surede toplam 114 (19x6) ق var.
Demek ki, ق (Q)'lar Quran'ı temsil eder. Quran'ın 114 Suresinin her biri için bir tane olmak üzere!
K (Qaf) harfinin sistemdeki yeri
Kuran'ın matematiksel mucizesini, "Rastlantı" veya "Uydurma" diyerek inkar eden tespihli veya tespihsiz fanatikler Arap alfabesinin en kolay sayılır ve en tartışmasız üyelerinden biri olan Q harfi tarafından mahkum edilir. İşte Q harfinin matematiksel sistemdeki rolünün bazı örnekleri:
1. Q harfi ile başlayan 50'nci surede 57 (19x3) adet Q harfi vardır.
2. Başında Q harfi bulunan diğer surede, yani 42'nci surede de 57 (19x3) adet Q harfi bulunur.
3. 50'nci surenin 45 ayeti vardır. Sure numarası ve toplam ayet sayısını toplarsanız sonuç 95 (19x5) tir.
4. 42'nci surenin 53 ayeti vardır. Bunları da toplarsanız sonuç 95 (19x5) tir.
5. 50'nci surenin ilk ayetinde Kuran için kullanılan "Mecid" (مجید) isminin Ebced değeri o sure içindeki Q'ların sayısına eşit olup 57'dir.
6. Q suresindeki Q'ların geçtiği ayetlerin numarasını topladığınızda toplam 798 (19x42) dir. 42 sayısı ise Q harfi ile başlayan diğer surenin numarasıdır.
7. Kuran boyunca, Lut peygamberin halkının "Qavmi Lut" diye adlandırılması ve sadece bu surede bunun yerine, içinde "Q" harfi bulunmayan "İhvani Lut" şeklinde adlandırılması dikkat çekicidir (50:13).
S (Sad) harfinin sistemdeki yeri
ص"Sad", dilin ortasını yayvanlaştırarak elde edilen kalın bir "S" sesini temsil eder. Nitekim bu farkı korumak ve صSad harfini سSin harfinden ayırmak için Sad harfini başlangıç harflerinde altı çizili S olarak gösterdik. Kuran'ın iki suresi daha S harfini paylaşır: 7'inci ve 19'uncu sureler. صS (Sad) harfi içeren bu üç suredeki toplam صS (Sad) harfi 19 sayısının tam katıdır.
7'inci surede 97 S (Sad)
19'uncu surede 26 S (Sad)
38'nci surede 29 S (Sad)
—————————————————
Toplam 152 S (Sad) (152 = 19 x 8)
Dr. Reşad Halife, 1969 yılında Kuran'ı kompütere geçirdiğinde 19 sayısı hakkında herhangi bir bilgiye veya beklentiye sahip değildi. Elde ettiği sayısal verileri 1974 yılından önce "Muhammed'in Ebedi Mucizesi" olarak yayımlamıştı. O zamanlar Başlangıç harflerinin 19 sayısıyla olan ilişkisinden habersiz olduğu için orada sadece ilginç bulduğu bazı istatiksel gerçekleri işledi. Başlangıç harfli surelerde o harflerin tekrarlanma oranının Kuran'daki ortalama orandan yüksek olduğunu bulmuştu. Örneğin, "N" harfinin yüzdesi ن"NuN" harfi ile başlayan "Kalem Suresinde" normalin çok üstünde idi. ق"Q" (Qaf) harfi ile başlayan iki suredeki ق "Q" harflerinin toplam 114 kez geçtiğini ve bunun ق"Q" harfi ile başlayan Quran'a bir işaret olduğunu fark etmişti…
İlk sayımlarda bazı hatalar vardı. Bu hataların bir bölümü bazı harflerin sayımındaki metot belirsizliğinden kaynaklanmıştı. Sayımı konusunda herhangi bir belirsizliğin olmadığı harflerin sayımında kendini gösteren hatalar ise büyük olasılıkla Kuran'ın kompütere kaydı sırasında dikkatsizlik sonucu oluşmuştu.Örneğin, ilk kompüterize çalışmada ن"NuN" harfi ile başlayan "Kalem" suresinde 133 "N" harfi olduğu görüldü. Bu sayı kayıt için kullanılan Kuran nüshasındaki "N" harfinin gerçek sayısından bir adet fazla idi. ص"S" (Sad) harfi ile başlayan üç süredeki ص"S" harflerinin toplam sayısı da 152 çıkmıştı. Oysa kullanılan nüshada 152 değil, 153 ص"S" harfi vardı.
Ne var ki daha sonraki titiz araştırmalar, "hata" olarak bildiğimiz bazı sayım sonuçlarının tamamıyla tanrısal bir "işaret ve rahmet" olduğunu gösterdi. şöyle:
Elinizdeki Kuran nüshasında 7:69 ayetindeki بسطةBastatan kelimesi büyük bir ihtimalle, üzerinde küçük bir سS (Sin) bulunan صS (Sad) harfiyle بصطةbiçiminde yazılıdır. Hatta birçok nüshada söz konusu kelimenin üzerinde küçük harflerle yazılmış Arapça bir açıklama bulacaksınız: "Yuqrau bis sini", yani "Sin ile okunur."
7:69'daki Bastatan kelimesinin ص"Sad" harfi ile yazıldığı halde س"Sin" harfiyle seslendirildiğini ileri süren tezden ayrı olarak bir başka tez daha ileri sürülmüştü: Bastatan kelimesi hem س"Sin" ile ve hem ص"Sad" ile yazılabilir. Kuran'ın matematiksel mucizesi bu bilmeceye bir çözüm getirdi: 7:69 ayetindeki "Bastatan" kelimesi ص"S" (Sad) harfiyle değil س"S" (Sin) harfiyle yazılmalıydı.
Bastatan kelimesi orijinal nüshada سS (Sin) harfiyle yazılıydı. Nitekim gerek Kuran'ın matematiksel sistemi ve gerekse Taşkent nüshası gibi mevcut en eski Kuran nüshaları bunu destekler. Hicretin ilk yüzyıllarında çoğaltılan Kuran nüshaları, gösterilen tüm titizliklere rağmen mükemmel değildi. Matbaa ve fotokopi makinaları olmadığı için bazı imla hatalarının sızması mutlak idi. Nitekim, ilk kopyalardan biri 7:69 ayetindeki "Bastatan" kelimesini سSin harfi yerine صSad harfiyle yazıyordu. Fakat, o kopyayı okuyan biri yanlış yazımın farkına varmış ve üzerine Sin harfi yazarak düzeltmişti. Maalesef, düzeltilen bu nüshayı daha sonra çoğaltan yazıcılar bu düzeltiyi anlayamadıklarından Bastatan kelimesindeki صSad harfini Sin ile değiştireceklerine onu aynen kopya etmişlerdir. Böylece Bastatan kelimesi صSad harfi üzerinde küçük bir سSin harfi ile yazıla gelmiştir. Tabii bu arada Bastatan kelimesini orijinalden doğru olarak سSin harfiyle kopya eden nüshalar da vardı. Büyük bir olasılıkla bu kelimenin imlası üzerinde Sadçılar (Bastatan kelimesini Sad üzerinde küçük bir Sin ile kabul edenler) ile Sinciler (onu sadece Sin ile yazanlar) arasında tartışmalar oldu. Bu tartışmalar halkı rahatsız edecek boyutlara varınca Sadçılar kendi nüshalarını desteklemek amacıyla üç adet hadis uydurdular. Sonunda hadislerin desteğini alan Sadçıların nüshası yaygınlaştı. Büyük bir olasılıkla elinizdeki Kuran Sadçıların uydurma hadislerle savundukları ص"SAD" harfini içermektedir.
Şimdi size düşen, elinizdeki nüshada yer alan bu imla yanlışını tükenmez kalemle düzeltmektir.Böylece, hadisler yoluyla yüzyıllarca desteklenen bir yanlışa anlamlı bir tepki göstermiş olursunuz.
H.M. (Ha. Mim.) harfinin sistemdeki yeri
Birbirini izleyen yedi sure, iki harften oluşan حمH. M. (Ha. Mim) kombinezonuyla başlar. Bunlar sure numaralarıyla birlikte:
40. Gafir (Bağışlayan)
41. Fussilet (Detaylandırılmış)
42. Şura (Danışma)
43. Zuhruf (Gösteriş)
44. Duhan (Duman)
45. Casiye (Diz Çökmüş)
46. Ahkaf (Kum Tepecikleri)
Bunlardan yalnızca Şura Suresi (42'nci sure) ikinci ayetinde bir başka harf kombinasyonu bulundurur: عسق'A. S. Q. (Ayn, Sin, Qaf). Burada herhangi bir karışıklığı önlemek için şunu hatırlatmakta yarar var: 42'nci surenin başındaki iki harfli H. M. kombinasyonu, üç harfli عسق'A. S. Q. kombinasyonundan tamamıyla bağımsızdır. Her iki harf grubu birer bağımsız ayet olarak Kuran'da yer alır.
حمH. M. (Ha. Mim) harflerini, söz konusu yedi surenin orijinalleri üzerinde göstermek için kırk sayfa ayırmamız gerekeceğinden bunu yapamıyoruz. Sayılmaları nispeten kolay olan bu iki harfin ilgili yedi suredeki toplam tekrarlarını dilerseniz kendiniz kontrol edebilirsiniz. Bu sayım işleminde bizimle aynı sonuca varmadıysanız, karşılaştırma için, "Quran: Visual Presentation of the Miracle" kitabına başvurabilirsiniz.
حم"H. M." harf kombinasyonuyla başlayan yedi surede geçen "H" ve "M" harflerinin toplamı 2147 olup 19'un tam 113 katıdır.
حم"H. M." harflerine ek olarak عسق"'A. S. Q." harflerini bulunduran 42. sure (Şura) bu farklı özelliğiyle yedi surenin arasından dikkatleri çeker. Nitekim bu sure, حم"H. M." harfleriyle başlayan sureleri 2 gruba ayırır. Her iki gruptaki "H" ve "M" harflerinin geçiş sayısı yine 19'un tam katıdır. Dahası, 42'nci sure komşuları olan 41'nci ve 43'ncü surelerle birlikte 19'un katı harflere sahip olan ayrı bir grup daha oluşturur. 42'nci sure ekseninde oluşan grupların matematiksel kombinasyonlarını inceleyiniz.
hm.JPG
bıl.JPG
bili.JPG
1t.JPG
2lmkl.JPG
Matematiksel harmoni
Organik maddelerin moleküler yapısını andıran bu matematiksel örgü bir rastlantı olabilir mi? Bu örgüyü inceleyen İsviçreli Milan Sulc harika bir formül keşfetti. Yedi suredeki H. ve M. harflerinin toplam sayılarının 19'un tam 113 katı olduğunu görmüştük. Her suredeki H. ve M. sayılarını bildiren rakamları tek tek topladığımızda yine 113 sayısıyla karşılaşırız.
Şimdi yedi surenin oluşturduğu alt grupları inceleyelim. Bir önceki sayfada dört alt gruptaki H ve M harflerinin ayrı ayrı 19'un tam katı olduğunu öğrenmiştik. Lütfen her bir gruptaki çarpım faktörlerine bir göz atınız. Çarpım faktöründen amacımız, bir sayının 19'un kaç katı olduğunu bildiren sayıdır. Örneğin birinci gruptaki harflerin toplamı olan 1121 sayısı 19 x 59 dur. Buradaki çarpım faktörü 59'dur. İkinci gruptaki çarpım faktörü 54, üçüncüsünde 55, ve dördüncüsünde ise 58'dir. Yukarıda tüm yedi suredeki H ve M harflerinin sayıları üzerinde uyguladığımız matematiksel işlemi bu kez alt gruplar üzerinde tekrarlayalım.


Sonuç: Olağanüstü!
Formül: 9(R3) = (R1 + R4) + 2(R2 + R5)
R = rakam
Örn: 9(16) = (26 + 24) + 2(32 + 15)


hr.JPG


1t.JPG
2lmkl.JPG
K.H.Y.'A.S. كھیعص(Kef, He, Ye, Ayn, Sad) harflerinin sistemdeki yeri
Sad harfli üç sureden biri olan 19'ncu sure (Meryem Suresi) aynı zamanda beş harfli eşsiz bir harf kombinasyonuna sahiptir. Bu beş harfin o suredeki toplam tekrarlama sayıları 19'un tam katıdır.
K (Kef) 137
H (He) 175
Y (Ye) 343
'A (Ayn) 117
S (Sad) 26
_________
798 (19 x 42)
Yukarda verdiğimiz listedeki sayımları kontrol edebilmeniz için 19'uncu surenin her ayetinde bu beş harfin tekrar sayısını bir liste halinde veriyoruz.
Not: Harf sayımlarında Sure başlarındaki tüm besmeleler dahil edilir. Bazı Kuran nüshalarında 19:94 ayetindeki "Ahsahum" kelimesi yanlışlıkla fazla bir "Y" harfi ile yazılmıştır. Ayrıca 19:31ayetindeki "Evsani" kelimesi bazı nüshalarda 4. harfi elif olarak yazılmıştır. Doğrusu ye ile ."اوصیني" :yazılmalıdır.
N (Nun) ن harfinin sistemdeki yeri
Kuran'ın 68'nci suresi ن"NuN" harfi ile başlar. Bu suredeki "N"lerin sayısı 133 olup 19'un tam 7 katıdır. Surenin başındaki N harfi tüm diğer başlangıç harflerinden farklı olarak, seslendirildiği biçimiyle, yani ن"NuN" diye yazılır.Elimizdeki birçok Kuran nüshasında 7:69'daki "Bastatan" kelimesinin yanlış olarak "Sad" harfiyle yazılı olduğunu tartışmıştık. Buna benzer ikinci bir imla hatasına 68'nci surenin başında karşılaşırız. Surenin girişindeki ن"NuN" başlangıcının bir tek "N" harfiyle yazıldığını görürüz. Ne var ki, Kuran'ın matematiksel sistemi bu ikinci yazım hatasını da düzeltir. "Bastatan" kelimesinin en eski nüshalarda, matematiksel sistemin öngördüğü biçimde doğru olarak yazılmış olduğunu biliyoruz. Peki, 68'nci surenin başındaki ن"N" harfi eski Kuran nüshalarında nasıl yazılıydı? Bu sorunun cevabını Taşkent nüshasından alamadık. Çünkü o nüsha Kuran'ın bazı bölümleri kaybolmuş bulunuyor.
Matematiksel sistemin gerektirdiği bu düzeltmeyi eski nüshalarla karşılaştırma imkanına şahsen daha sahip olmadık. Mısır'da bulunan bazı nüshalarda başlangıç harfinin ن"NuN" biçiminde yazılı olduğunu işittikse de bu konuda "aynel yakin" bir bilgiye sahip değiliz. Bu konudaki tüm bilgimiz matematiksel sistemin kanıtlanmış duyarlılığı ve ona olan güven üzerine dayalı.
Matematiksel sistemle anlam kazanan ifadeler
Bu suredeki N'lerin sayısıyla ilgili ilginç bir tespitimizi sunalım. Bu surenin 48'nci ayetinde "Yunus" ismi anılmadan Yunus Peygamberden söz edilir. ن(Nun) harfine sahip YuNus peygamberin ismi, sadece bu surede ن"N" harfine sahip olmayan "Sahibil Hut" yani "Balık adamı" ifadesiyle geçer. Bu yorumumuzu başka bir ayet destekler. Yunus Peygamberi "Zan Nun" yani "N Harfine Sahip Kişi" diye tanımlayan 21:87 ayeti, ن(Nun) harfiyle başlayan surede YuNus Peygamberin "Nun"suz bir isimle anılmasına dikkatimizi çeker. Quran'ın sahibi, bu ilginç yöntemle,kendisinin her şeyden "mustağni" olduğu mesajını verir. Matematiksel mucizenin oluşturulması için herhangi bir kelimeye ihtiyaç duymadığını anlatır. Nitekim, ن"N" harfinin yoğun olarak kullanıldığı 68'nci surede, ن"N" harfi içeren Yunus ismini kullanmayarak bu gerçeği pratikte uygular.
21:87 ayetindeki "Zan Nun" ifadesinin 68:1'deki ن"Nun" harfiyle yakından ilgili olduğunu bilmeyen geçmiş Kuran yorumcuları 21:87 ayetini "Nun" diye bir balık adı icat ederek anlamaya çalışmışlardı.
Diğer Başlangıç Harfleri
Tüm başlangıç harflerinin ilgili surelerdeki geçiş sayısını bu kitapta veremiyoruz. Bunun iki nedeni; Birincisi, her iddiamızı detayıyla belgelemek istiyoruz ve bunu gerçekleştirmek için sunacağımız sayım listeleri kitabın hacmini bir hayli kabartacaktı. Biz bu kitabı üç yüz sayfa civarında tutmak istiyoruz. Detayları, "Visual Presentation of the Miracle" adlı kitapta bulabilirsiniz.
İkincisi, halkın Kuran tarihi ve Arap dili konusundaki yetersizliğinin mollalar tarafından sık sık istismar edildiğine tanık olduk. İnkarcı din adamlarının elif harfinin sayımında baş gösteren bazı problemleri bahane ederek güneş gibi apaçık olan bir matematiksel sistemi gizlemelerine katkıda Kuran'ın 36'ncı suresi başında geçen iki harfle adlandırılır. Başlangıç harfli surelerin listesinde 19'uncu sırada yer alan YaSin suresindeki "Y " ve "S" harflerinin toplam sayısı 237 + 48 = 285 olup
'A. S. Q. (Ayn, Sin, Qaf) عسق
İlk ayeti "H. M." حمharflerinden oluşan 42'nci surenin aynı harfleri taşıyan diğer altı sureyle birlikte yer aldığı olağanüstü sistemi bir önceki bölümde inceledik. Bu surenin ikinci ayetini oluşturan عسق"'A. S. Q." harflerinin sonuncusu olan Q (Qaf) harfinin matematiksel sistem içindeki rolünü de daha önce gördük. Peki, sadece bu surenin başında bulunan عسق'A. S. Q kombinasyonundan ne haber? Bu üç harfin 42'nci suredeki sayıları yine 19'un katıdır:
ع('A) 98
س(S) 54
ق(Q) 57
Toplam : 209 (19 x 11)
Niçin 19?
Niçin başka bir sayı değil de on dokuz? Bu soruya hiçbir cevap bulamazsak bile Kuran'ın


matematiksel sisteminin fonksiyonunda bir değişiklik olmaz. Niçinine cevap bulamadığımız nice fiziksel realiteden yararlanırız.
Bu sayının Tanrı tarafından niçin kod olarak seçildiği sorusunun tam cevabını belki hiç öğrenemeyeceğiz. Ne var ki, bugüne dek araştırmalarımız bize bazı ipuçları sağlamış bulunuyor:
1. On dokuz sayısı, matematikçilerin "asal" sayı olarak tanımladıkları ve hala formülünü bulmakta aciz kaldıkları sayı kümesinin bir elemanıdır. Asal sayılar, kendilerinden ve 1'den başka hiçbir sayıya tam olarak bölünemeyen tam sayılardır.
2. Asal sayılar, bankalar ve istihbarat örgütleri tarafından gizli dokümanların ve hesapların şifrelemesinde kullanıldığından modern dünyanın güvenlik sembolüdür.
3. Olasılık hesapları açısından değerlendirildiğinde, kendisinden küçük sayılardan daha etkili bir işleve sahiptir. Öte yandan, bir ciltlik bir kitap olan Kuran'da matematiksel sisteme fazla örnekler sağlanması açısından değerlendirildiğinde kendisinden büyük sayılara nispetle daha elverişlidir.
Demek ki 19 sayısı, Kuran gibi tek ciltlik bir kitapta "rastlantı" olasılığını kaldırmak açısından optimum bir sayı olmaya adaydır; belki de tek optimum sayıdır. (Bunu kanıtlamak için çok kompleks bir kayıt ve hesaplama işlemine gerek var.)
On dokuz sayısı Tevhid'in sembolüdür
Yukarıdaki listeye benzer birkaç madde daha ekleyebiliriz. Fakat dikkatimizi en çok çeken özellik,
19 sayısının Kuran'ın ana mesajıyla olan ilişkisidir:
On dokuz sayısını oluşturan rakamların mutlak değerlerinin toplamı 1 (bir) olup (1+9 =10 = 1+0 =1), Tanrı'nın birliğini hatırlatır. On dokuz rakamı Tevhid'i, yani Tanrı'nın birliğini sembolize eder.
Kuran-ı Kerim bu yorumu çok net olarak destekler. Nitekim, Yüce Tanrı'nın Kuran'da geçen tüm isimleri arasında sadece bir tanesinin Ebced değeri 19'dur. Daha önceki bölümlerde bu ismin Vahid (Bir) olduğunu bildirmiştik.Tanrı'ya ortak koşanların bu sayıdan hoşlanmamaları bir rastlantı değil! On dokuz sayısı insanlığa bir uyarıdır!
19=) VAHİD (BİR)
Aslandan Kaçan Zebralar
Onların bir kısmı seni dinler. Fakat, kalpleri üzerine (Kuran'ı) anlamalarına engel olacak örtüler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Her bir mucizeyi görseler de ona inanmazlar. Nitekim, sana geldiklerinde seninle tartışırlar. İnkarcılar, "Bu ancak bir efsanedir" der. Kendileri uzaklaştıkları gibi başkasını da ondan menediyorlar. Böylece farkında olmadan kendilerini mahvediyorlar. (6:25-26)
Lütfen yukarıda alıntıladığım 6:25 ayetindeki "efsane" kelimesine dikkat ediniz. Kuran'ın matematiksel mucizesine eleştiri getirenler, bu kelimeyi kitaplarının kapaklarında veya içinde kullanıyorlar. Böylece inkarcı atalarıyla olan ortaklıklarını sergiliyorlar.Özellikle gelenekçi dinciler tarafından on dokuz sistemine yöneltilen eleştiriler ne yazık ki şu ana kadar kamuya sağlıksız bir ortamda sunuldu. Fikir tartışmasının olmadığı ve desteklenmediği bir ortamda yanlışlar ve kötülükler egemen olur.
Mucizeler, fanatik inkarcıları inandırmak için gösterilmedi hiçbir vakit. Aksine, inananları desteklemek ve inkarcıları ise yobazlıklarının kokuşmuş çamurunda ifşa etmek için gönderilir mucizeler. Muhammed'den önceki peygamberlerin gösterdiği olağanüstü fiziksel deliller o inkarcıların sadece bağnazlığını artırdı. Musa Peygamberin gösterdiği mucizevi delillere putperestlerin verdiği cevap bağnazlıklarını ilan etmekten ibaret oldu:
"Bizi büyülemek için ne kadar mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz" dediler. (7:132)
Burada muhatabımız bu tipler olamaz elbette. Eleştirilere vereceğimiz kısa cevaplar, gerçeği içtenlikle arayan insanlar içindir. "Gizlenen Sır" adlı surenin otuz birinci ayeti, insanların inanç ve karakter durumuna göre on dokuz sayısına karşı olumlu ve olumsuz tavır göstereceğini yüzyıllar önceden haber veriyor. Geride kalmayı seçen inkarcıların ve ikiyüzlülerin on dokuz'u anlayamayacağını ve bu sayının onlar için bir fitne olacağını bildirdikten sonra korkularını bir tablo halinde canlandırıyor:
Onlara ne oluyor ki bu mesajdan yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkmüş zebralar gibi… (74:49-51)
(Üzerinde 19 var-Edip Yüksel)
KURANA İŞARET EDEN KURAN AYETLERİNİN 19 SAYISIYLA İLİŞKİSİ
  • Kurandan başka hidayet kaynakları kabul etmek Allah’tan başka tanrılar edinmeyi ; “puta tapınmayı” teşkil eder. Bunu açıklayan 6. surenin 19. ayetidir.
“Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür? De ki; “Benimle sizin aranızda allah tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. Allah’tan başka Tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu söyle “ O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”
  • Kuran’a işaret eden başka bir ayet. Ayetin bu kısmının Arapçası 19 harften oluşmaktadır. Ayet numarası 38’dir. Bu da 19x2’dir. (6:38)
“Biz bu kitapta (Kuran) hiç bir şeyi eksik bırakmadık.”
  • Kuran’a işaret eden bu ayetin bu kısmının Arapçası 19 harften oluşmaktadır. Ayetin numarası 114 veya 19x6’dır. (6:114)
“Allah, bu kitabı tamamen detaylı olarak vahyetmiştir.”
  • Kuran’a işaret eden bu ayetin bu kısmının Arapçası 19 harften oluşmaktadır. (6:115)
“Rabbinin kelimeleri doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır.”


  • Muhammed peygamber Kuran’ı kendi iradesiyle söylemekten men edilmiştir. Bu ayetin numarasının Kuran’daki toplam sure sayısıyla aynı olması rastlantı olabilir mi? (20:114) Ayet numarası (19x6)
“Gerçek yönetici olan Allah çok yücedir. Sana vahyi tamamlamadan önce Kuran’ı anlamak için acele etme ve “ Rabbim bilgimi arttır” de.
  • Kuran’a işaret eden ayetin numarası 19’dur. (75:19)
“Sonra onu açıklamak da bizim görevimizdir.”
  • Kuran ihtiyacımız olan tüm örnekleri içermektedir. Bunu bildiren dört ayet vardır. Bu ayetler 17:89, 18:54, 30:58, ve 39:27’dir.Bu dört kritik ayetin ayet numaraları toplanırsa toplam 228 veya 19x12’dir.
17:89: “Biz bu Kuran’da her türlü örneği verdik. ne var ki halkın çoğunluğu inkarda direniyor.”
18:54: “Biz bu Kuran’da halk için her türlü örneği verdik.Fakat insan tartışmaya çok düşkündür.”
30:58: “Biz bu Kuran’da halka her türlü örneği verdik. Onlara bir mucize getirsen, kafirler, “ Siz yanılanlarsınız diyeceklerdir.” “
30:27: “Biz bu Kuran’da insanlara her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.”
  • Allah mükemmel bir işaretle hadise ve diğer uydurma rivayetlere inanan kişilere Kuran’ı göstermektedir. İnanmayanların “içinde istedikleri herşeyi bulabilecekleri bir kitabı” izlerken, inananların ise “tek ve tutarlı kaynağı yani Kuran’ı” takip etmeleri gerçeğiyle ayırt edilebileceklerini bildiren fiziksel kanıt olarak göze çarpıyor. İşaretin geçtiği ayet numarası 38’dir.19x2
68:35: Müslümanlara suçlular gibi mi davranalım?
68:36: Neyiniz var? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
68:37: Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz?
68:38: Ve içinde her dilediğinizi bulabiliyorsunuz.
**(Rashad Khalifa- Kuran Hadis İslam kitabından alıntı)
Anlamak İçin Ne Gerekli?
Kurandaki verilerin ilginçliği samimi bir yaklaşım ve kişisel bir araştırmayı gerekli kılar. Bu araştırmayı yapabilmek için sıra dışı yetenek veya yüksek teknolojiye ihtiyacınız yok. Tüm ihtiyacınız olan basit bir bilgisayar ve harcayacağınız bir kaç saat. İnceleme sürecinizde eski görüşlerinizin değişebileceğini fark ettiğiniz vakit yeni bir pencereden bakabilmeyi başarmak işin asıl zor olan kısmı olacaktır. Bilim ve matematik bu kitabın kökenlerinin ilahi bir kaynağa dayandığını ispatlıyor. Hayatın bir çok sorusu için cevaplar barındıran Kuran ile onu inceleyen kişiyi baş başa bırakıyor.
TEVRAT VE 19 SİSTEMİ
İsrail Karayoğulları’ndan Jonah’ın oğlu Gerşom!
Rasyonel bir tek tanrıcı, Rasyonel Monoteizm Leiden Enstitüsü Başkanı. Geçen yıldan bu yana Gerşom iki önemli bulguya imza attı: Tevrat ve İncil’de bulunan 19 koduna ait açık işaretler ve deliller buldu. Bildiğiniz gibi, Kuran pek çok Peygamberden bahseder fakat sadece 5 kitaptan söz edilir. İbrahim’in parşomenleri, İncil’e öncülük eden Tevrat, Musa’nın levhaları, Davud’un Zebur’u, İncil ve Kuran’ın kendisi. Öyleyse, Gerşom tarafından yapılan bu keşifler neyi ifade ediyor?
Bu bölümde, Tevrat içerisinde bulunan 19 kodu hakkında bazı özet bilgiler sunacağız. Bu kodu ilk dillendiren kişi Reşad Halife’nin öğrencisi, Edip Yüksel idi.. Fakat o dönemde tam ve ayrıntılı bir veri henüz keşfedilmiş değildi.
Gerşom geçen sene, 19 Temmuz’da, Lahey Kraliyet Kütüphanesinde yaptığı araştırmada bazı yeni bilgilere ulaştı. Bu keşif, 19 kodu hakkında bilgi veren parçaların bulunmasında ve bir araya getirilmesinde önemli bir rol oynadı. Gerşom, Eski Ahid’deki sayısal araştırmayla ilgilenen Rabbi Juda’nın hikayesini anlatan İsrailli bir yazar Prof. Jozef Dana’nın bir kitabından da bahsediyor: “Burada bir parça örnek olarak Edip tarafından sunulmuş.”İlk bakışta, sanki bir bağlantı yokmuş gibi görünüyor. Fakat biraz daha derinlemesine bakabilirsek kayda değer çok önemli bir şeyin var olduğunu fark edebileceğimize dikkat çekiliyor. Gerşom, Kitap içerisine gereksiz bir eklemenin yapıldığını ve bunun doğru bir tutum olmadığını ifade ederek eleştiride bulunuyor.
19 adet kullanılan ilahi bir kelime!
19 adet kullanılan ilahi bir kelimeye haksız ekleme yaparak 20’ye çıkarılmış. Gerşom: "Dikkatimi çekmişti, fakat Edip Yüksel’in bir dipnotu fark edene kadar kafam biraz karmaşıktı" Bu dipnot, İncil metnindeki ilgili bölümün hepsini alıntılayarak konuyu izah ediyordu. Biz buna “PARŞOMEN” diyoruz ancak “Bölüm/Sure” olarak da adlandırılabilir. Tıpkı Kuran’ın sureleri olması gibi Tevrat’ın da parşomenleri vardır. Gershom tarafından keşfedilen İncil metnindeki 19 ilişkisini sizlere gösterelim: “Exodus kitabında, Tevrattaki haftalık bölüm içerisinde Elohim, yani Allah kelimesi 19 kez geçer" Genesis bölümündeki altı evrede yaratılış tanımlanırken 19 işaretin kullanıldığına tanık oluyoruz, ki bu İbrahim'in parşomenlerinde yer almaktadır. "Herşeyin sahibi olan ve herşeye gücü yeten manasında “father of all things” - 19 kez, ve 19 kez de Pentatueuc/Sliha duası içerisinde kullanıldığını görüyoruz."Ayrıca, Pentatueuc İbrahim deyimleri içerisinde İsak ve Yakup 19'ar kez anılıyor ve Tevrat'ın surelerinde toplam 19 Övgü sözcüğü yer almaktadır. Rabbi Juda'nın Tevrat içerisindeki 19-kelime gruplarının harika bir biçimde iç-içe geçmeli bir örgü oluşturduğunu ifade ettiği de bilinen gerçekler arasında yerini alıyor. Dindar Juda bu konu üzerinde 8 Ciltlik bir çalışma yapmış, fakat bu çalışmalar maalesef günümüze kadar ulaşamamışlar. Juda’nın kutsal metinler üzerinde yaptığı sayısal çalışmalar esnasında artık bir Kabalist olmadığının altını çizmekte de fayda vardır.
Gershom’a göre 19 kodu sadece Tevrat içinde değil aynı zamanda İncil içinde de mevcut idi . İçinde bulunduğumuz dönemlerde böylesi bir veriye ulaşıldı. Yakın zamanın saygın kişileri tarafından en güvenilir versiyon olduğu belirtilen mevcut Mathew’in Hibriv İncilinde de 4-harflik Allah, the Tetragrammaton, kelimesinin 19 kez kullanıldığına tanık oluyoruz. Tarihi İnciller içerisinde Allah’ın adı için kullanılan "Tetragramaton" sözcüğü çok gizli tutulurmuş, hatta Yahudiler bu sözü açıkça söylemeye çekinirlermiş.Bu sebeple İncil’in yazılı metnine bu kelime “HEY” olarak işlendiğini görüyoruz.
Gershom, din adamları tarafından bozulmaya uğratılmak istenen metinlerin korunmaya alınması ve onların İlahi bir kaynaktan geldiğinin bir göstergesi olması açısından 19’un anahtar bir görevi üstlendiğine ikna olduğunu belirtiyor.
Bu açıdan düşünüldüğünde Allah bizleri çevreleyen sayısız şeyleri ve yaratıklarla dolu muazzam bir dünyayı yarattı. Matematiksel yasalar ve belirli ölçülere göre herşeyi belirledi. Yine matematiksel olarak yapılandırılmış ve ölçülendirilmiş işaretlerini ve yazılı Kitapları bizlere iletiyor.
Ve tüm bunlar, Tanrı vergisi Akıl ve İrade yeteneklerini Hakikat için göstermekte en iyi sonuçları veren insanları diğerlerinden ayrıştırmak için yapılıyor..
Belki de, dünya devasa bir kitaptır.
Parça görüntülerine değil tümüne bakılması gereken, özetinin değil tüm olaylarının bir arada olduğu, amacının ve yazarının anlaşılmasını konu edinmiş bir kitap?


** Yukarıdaki metinde geçen Rabi Juda hakkında bilinmesi gerekenler devamındaki yazımızdadır… (http://19.org/tr/tevbe/)
Yüzyıllar Önce Verilen Haber
Gaybi bir haber olabileceğini kestiremeyen geçmiş Kuran yorumcularının açıklamakta zorluk çektikleri 46:10 ayetinin çevirisi şöyledir:
46:10 “De ki: Düşündünüz mü ya o Allah katından ise ve siz de ona karşı çıkmışsanız ve İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde, siz kibirlenip yüz çevirmişseniz?! Allah, zalim bir topluluğu doğru yola iletmez.”
(46:11 İnkar edenler, gerçeği onaylayanlara, “O iyi bir şey olsaydı onlar (İsrailoğulları) bizden öne geçemezlerdi“ derler ve ona yol bulamadıkları için, “Bu bir efsanedir“ diyeceklerdir.
46:12 Bundan önce Musa’nın kitabı rehber ve rahmet idi. Bu, zalimleri uyarmak ve güzel davrananlara bir müjde olmak üzere Arapça indirilmiş doğrulayıcı bir kitaptır.)
Dikkat ederseniz 46:10 ayeti bir tek şahitten söz ediyor. Geleneksel tefsirler burada sözü edilen benzerliğin Kuran ile Tevrat arasında gerçekleştiğini ve şahidin de Musa olduğunu ileri sürerler. Oysa, Tevrat’ı kabul etme açısından Musa tek değildir. Kardeşi Harun Peygamber ve onlarla birlikte inananlar ve daha sonra gelen birçok peygamber de Tevrat’a tanık olmuşlardı.
Bu çelişkiyi gören bazıları ise, ayetin gramatik yapısını zorlama ve sözün bağlamını koparma pahasına da olsa, burada sözü edilen şahitliğin Muhammed’in peygamberliği hakkında olduğu inancındadırlar.
Aşağıdaki ayetler de konumuzla yakından ilgilidir:
Dediler ki: ‘Rabbinden bize bir ayet (mucize) getirmeli değil miydi? Kendilerine, önceki kitaplarda bulunan beyyine (delil) gelmedi mi? şayet onları o beyyineden önce bir azap ile helak etseydik: ‘Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle zelil ve rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık’ derlerdi. De ki: Herkes gözlemekte. Siz de gözleyin. İleride düzgün yolun sahipleri kimlerdir, hidayete erişenler kimlerdir bileceksiniz? (20:133-135)
*133’üncü ayette geçen “beyyine” (delil) kelimesi tüm Kuran’da 19 kez geçerek anlamsal ilişkiyi destekler.

İsrailOğullarından Bir Şahit: Rabi Juda

41:53 ayetinde haber verilen ufuklardaki işaretlerden birini de son zamanlarda fark ettik. 19 sisteminin bir benzerine 11. yüzyılda yaşayan muvahhit bir Yahudi hahamı, Tevrat’ın dualarından birinde şahit olmuş ve bununla enteresan tespitlerde bulunmuştur.
Judah adlı rabinin (baş hahamın) çalışmaları, 1978 yılında California Üniversitesi yayınları arasında yayınlanan “Studies in Jewish Mysticism” adlı bir kitapta incelenmektedir. Joseph Dan’ın makalesinden bir bölümü Türkçe’ye çevirerek aktarmak istiyorum:
Fransa’daki (Yahudi) halk, (sabah ibadetlerinde) ‘ashrei temimei derekh’ (doğru yolda yürüyenler kutsanmıştır) kelimelerini eklemeyi adet haline getirmişlerdir. Kutsanmış bir hafızaya sahip olan bizim Rabi, Allah’ın velisi, Fransız Yahudilerinin tümüyle yanlış olduğunu yazdı. Rabi Juda’ya göre kelimeler eklenmesi büyük bir hatadır. Çünkü (sabah ibadetindeki o duada) Yüce İsim on dokuz kere tekrarlanır… ve benzer biçimde Elohim kelimesini Ve-elleh shemut.. pasajında yine on dokuz kez tekrarlanmış buluruz. Aynı şekilde, İsrail’in “oğullar” diye tam on dokuz kere çağrıldığını buluruz. Bunlar gibi daha nice örnekler mevcuttur. Tüm bu on dokuz grupları karmaşık bir örgü oluşturur. Ayrıca sekiz büyük ciltten daha fazla yer tutacak birçok gizemler ve özel anlamlar içerir. Bundan ötürü her kim ki kalbinde Allah korkusu varsa Ashrei temimei derekh ayetini ilave eden Fransızların sözünü dinlemeyecektir. Onların ilave ettiği bu (Allah’ın kelamı Tevrat’ın yolunu izleyenler kutsanmıştır) ayetiyle birlikte Yüce İsim yirmi kez tekrarlanmış oluyor… Bu, büyük bir hatadır. Daha da ötesi, bu bölümde 152 kelime mevcuttur. Fakat söz konusu kelimeleri ilave ettiğiniz vakit kelimelerin sayısı 158 olur. Bu bir saçmalıktır. Burada 152 [19×8] kelime bulunması gerektiğini kanıtlayan gizli bir sır vardır ki kısa bir makalede açıklanamaz.
Görüldüğü gibi 19 sistemi, orijinal Tevrat’ta da mevcuttur. İlahi bir mühür niteliğindeki bu sistem aracılığıyla, İbranice duaya ilave edilen kelimelerin belirlenip deşifre edilmesi gerçekten ilginçtir. Daha da ilginç olanı, Kuran’daki 19 matematiksel sistemini destekleyen Rabbi Juda’nın bu buluşunun Kuran’da haber verilmesidir.


VAR OLUŞUMUZUN AMACI NEDİR? YARATILMAMIZDAKİ GERÇEK AMACIN BİLGİSİNE DÜŞÜNEREK NE KADAR ULAŞABİLİRİZ? NEDEN DÜNYADA BU DENLİ ACI, AÇLIK VE MÜCADELE VAR? NEDEN SINANIYORUZ?


Fiziksel ve matematiksel delillerle evreni ve insanoğlunu yaratan bir yaratıcı olduğunu ve bizimle ne şekilde iletişim kurduğunu anladığımıza göre bu konuyla ilgili düşüncelerimizi nereye dayandırmamız veya kaynağının neresi olacağını bildiğimizi biliyoruz.


Yürüttükleri mantık tekniklerinden ve yorumlarından da yararlanacağımız bazı bilim adamları olacaktır. Umarım bu yazı yaratılma amacımıza dair edindikleri fikirlerin daha çok aydınlanmasına sebep olabilir.


Her şeyin en başına dönelim… Neden İnsan diye bir varlık yaratıldı?


67:2: Hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O üstündür, bağışlayandır.
51:56: Cinleri ve insanları ancak bana hizmet etmeleri için yarattım.


YARATILIŞ


Allah melekleri kendisine hizmet etmeleri için üstün özellikler ve güçlerle donatmıştır. Meleklerden birisi Allah’ın kendisine verdiği aşkın gücü kullanarak kendine göre kurallar belirleyip Allah’ın yanında bir ilah olabileceğini düşündü.
Bu melek Şeytan’dır.

18:50: Denetçilere, “Adem’e secde edin!“ dediğimiz zaman hepsi secde ettiler; yalnız İblis hariç. Rabbinin emrine karşı geldiği için cinlerden oldu. Beni bırakıp onu ve soyunu mu dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar, sizin düşmanlarınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.


İstediği şuydu: Kendi halklarımın tanrısı olacağım, evrenin bir parçasını kendim yöneteceğim. Tüm bu düşünceler kafasında dolanıyordu. Tabi ki Şeytan’ın bu düşünceleri daha sonra gizli ve açık düşünceleri bilen Allah tarafından uygun bir yolla açığa çıkarılacaktı. Ancak bu düşüncelerden diğer meleklerin haberi yoktu, anlayamıyorlardı.


2 alternatif vardı. Birincisi; Allah, Şeytanı tamamen yok edecekti ama bu durumda diğer melekler Allah’ın bu tavrının ardında yatan amacı merak edecekti. Allah’ın gerçek sevgi ve merhamet sahibi olduğu biliniyordu. Melekler “Suçu olmadan Şeytan’a Allah bunu neden yaptı? Şeytan yanlış bir şey yapmadı k!”i diye düşüneceklerdi.


Diğer alternatif ise Şeytan’ın düşüncelerinin davranışlarla açığa çıkmasını sağlamaktı. Aynen bu dünyadaki kötüyü tercih eden insanların kötü hareketlerle sonuçlanan davranışlara meyletmesinin özünde yine kendi tercihleri olması gibi. Bu sebeple Allah daha küçük ve daha güçsüz bir canlı türünü balçıktan var etti. İnsanın boyutunun küçüklüğünü melekler ile kıyaslayarak hayal edebilirsiniz. Kuran’da geçen şu ayetler meleklerin niteliğini anlamamız açısından bize yardım edecektir.


35:01:”Gökleri ve yeri yaratan; melekleri ikişer, üçer, dörder boyutlu/korumalı elçiler kılan Allah’a övgüler olsun. Yaratmada dilediğini güçlendirir. Allah her şeye gücü yetendir.


06:93: “… Can çekişmesi anında zalimleri bir görsen! Melekler ellerini uzatmıştır…”


66:06: “Ey iman edenler, yakıtı halk ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin üzerinde sert ve güçlü melekler olup Allah’ın buyruğuna karşı gelmezler ve kendilerine ne emredilmişse onu uygularlar.


39:75: “Melekleri yönetim merkezinin etrafını çevirmiş halde Rablerini överek yüceltirken görürsün. Aralarında gerçeğe göre hüküm verilmiştir ve “Evrenlerin Rabbi Allah’a övgüler olsun denir.”


25:25: “Göğün bulut kütleleri halinde parçalanacağı ve meleklerin topluca indirildiği gün.”


Allah’ın büyüklüğü ile ilgili aşağıdaki ayeti de inceledikten sonra meleklerin Allah’ın büyüklüğüne mukabil gereken hizmetleri sağlayabilmeleri için enerjilerinin ve boyutlarının ne kadar büyük olabileceği hakkında daha fazla bilgimiz olabilmektedir.


36:67: Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler. Halbuki, diriliş günü, tüm yer onun avucu içindedir, gökler de onun sağ elinde dürülmüştür. O yücedir ve onların ortak koştuklarından çok üstündür.   


Bu noktada gökler ve evrenle ilgili size birkaç bilgi daha aktararak ayetin aklınızda daha çok resmedilmesine yardımcı olmak istiyorum. Yedi evrenden biri olan evrenimiz milyonlarca yıldızdan oluşan, milyonlarca galaksiden meydana gelmiştir. Saymaktan aciz kaldığımız göksel varlıkların her biri kendileri için belirlenmiş yörüngede düzen ve uyum içinde hareket etmektedirler. Evren hayal gücümüzü aşacak derecede büyük her megaparsec için saniyede 74.2 km hızla genişlemeye devam ediyor. (51:47: “Göğü gücümüzle bir kurduk ve onu biz genişletmekteyiz..”)
Uzay boşluğunda en uzağa gidebilmiş insan yapımı alet Voyager-1 hergün 1 milyon 610 bin km hızla yol alıyor ama 40 yıl sonra ancak güneş sistemimizi geçebildi.


  • EVREN İÇİNDEKİ YERİMİZ
evren içindeki yerimiz.JPG


  • KARA DELİĞİN İÇİNDE DÜNYAMIZIN BOYUTU
karadeliğin içinde dünyamızın büyüklüğü.JPG


  • GECELERİ GÖRDÜĞÜMÜZ TÜM YILDIZLAR SARI DAİRE İÇİNDEKİ KADAR
geceleri gördüğümüz tüm yıldızlar sarı daire içindeki kadar.JPG


Şimdi ayeti tekrar hatırlayalım. “ 36:67: … diriliş günü tğm yer onun avucu içindedir, göklerde onun sağ elinde dürülmüştür.”  Gereken tasvirleri yaptığımızı düşünerek açıklamamıza geri dönelim.


Allah ilk bakışta Şeytan’ı açığa çıkarmak adına küçük ve güçsüz bir canlı türünü var etti. Sonrasında Allah meleklerden bu küçük yaratığa secde etmelerini istedi. Hepsi bu emre uydu; biri dışında. Onun kim olduğunu biliyorsunuz. Şeytan.


Bu Şeytan’ın isyanının bir açığa vurumuydu. Şimdi melekler Şeytan’ın isyanını görmüşlerdi ve Allah’ın krallığından sürülmesi ve cezalandırılması gerektiğini biliyorlardı. İşte bu insanların yaratılmasının ilk sebebidir.


İnsanın yaratılmasının bir diğer sebebi biraz daha karmaşıktır. Bunu anlamak için Şeytan’ın kendi başına söylediği şeye bakalım; Bu evrende kendi başıma yöneteceğim bir yer yapacağım. Kendi kurallarımın olduğu bir alanda hükmedip Allah’ın doğru yolu üzerine oturacağım ve insanları Allah’tan uzaklaştıracağım.


Allah bunu duyduğunda Şeytan’a dediki; “Tamam, bir Tanrı’mı olmak istiyorsun? , o zaman sana izin veriyorum. Bunun düşündüğün gibi olmadığına çekeceğin zorluklarla tanık olacaksın. Bu aynı zamanda meleklere ve diğer yaratılmışlara bir ibret ve ders niteliğindeydi. Bu da bizi insanın yaratılmasının 2. sebebine götürür.


Allah bu amaçla Şeytan’a cinlerden ve insanlardan yandaşlar ve yetkisini ona izin verdiği hakimiyet alanında kullanabileceği bir bölge verdi. Biraz önce de gördüğünüz gibi Şeytan’ın kendine bağışlanan güçlerle yükselen kibri ona evren içinde çok küçük bir yetki bölgesi tanınmasına yol açtı. Bun bile Allah’ın kraliyetinin, hakimiyetinin ne denli büyük olduğunu bizlere göstermektedir.


Allah insanı yarattı ve ona özgürce seçme hakkını da verdi. Ayrıca insanoğluna ve bu yolda sınanmak ve kulluğunu ispat etmek isteyip istemediğini sormuş ve insan bu sınavı kabul etmişti. Bunu Kuran’da 33:72’de görüyoruz.


“Biz sorumluluğu (sınanmayı) göklere, yere, dağlara sunmuştuk da onlar onu yüklenmekten çekinmişler ve kabul etmemişlerdi. Ancak onu insan yüklendi, o zalim ve cahil olmuştu.”


Ancak insan her bir yaratılışta Allah’ın varlığı hakkında tanıklıkta bulunur ve genetik bir bilgi ile doğar. Bu da doğduktan sonra Allah’ı ve doğru yolunu bulmamızda bilincimizi bu yönlü kullanabilmemize olanak verir. Karşılaşacağımız sorunlara bulacağımız yöntemlerde bize bir içgüdü sağlar.


Araf:172:” Rabbin Ademoğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: ‘Ben, Rabbiniz değil miyim?’, ‘ Evet tanıklık ediyoruz’ derler. Böylece diriliş günü, ‘Biz bundan habersizdik.’ diyemezsiniz.”


Daha sonrasında Allah hepimize “Eğer Şeytan’ın yolunu seçerseniz onun krallığının bir parçası olursunuz” dedi. Eğer Allah’ın yolunu seçersek o zaman da Allah’ın krallığının bir parçası olmuş oluruz.


HAYATIN AMACININ YAPI TAŞLARI


Durup düşündüğümüzde dünya sadece acının, şiddetin olduğu, insanı mahveden bir yer olarak görülüyor. Neden peki? Neden Tanrı dünyayı böyle yaratmıştı? Niye cennette güzel bir bahçede değiliz de böylesine acının olduğu bir yerdeyiz?


Bizi yaratan Tanrı, bizi suçsuz varlıklar yapıp niye cennetine direkt koymadı? Neden günaha bu kadar meyilli yarattı? Melekleri yarattığı gibi neden bizi de dirençli yaratmadı? Tanrı’nın bizim bizim için yapabileceği en iyi dünya bu muydu?


Allah insanı içinde yaşadığımız bu dünyada olup bitenlerle mücadele edebilecek fonksiyonlarda yaratmış ve merhametini göstermiştir. Bu alandan sonra Kuran’da yaratılışla ilgili geçen ayetleri inceleyerek üzerinde sorular sorarak fikrimizi olgunlaştıracağız.


Kuran’da Geçen Yaratılış Ayetleri Üzerine İnceleme


Bakara- 2:30: Rabbin, meleklere şöyle demişti: “Yeryüzüne bir halife/vekil yerleştireceğim.” melekler de: “Orada bozgunculu yapacak, kan akıtacak birisini mi yerleştireceksin? Halbuki biz seni överek yüceltiyor ve mutlak otoriteni onaylıyoruz” dediler. “Bilmediğinizi ben bilirim” dedi.


Bu ayette Allah’ın daha önce belirttiğimiz gibi Şeytan’ın kendini ele vermesi ve insanın meleklerin sandığı kadar vasıfsız bir varlık olmadığını göstermek için yaratıldığını düşündüğümüzü ayrıca insanı neden hata yapma potansiyeli bu kadar yüksek bir varlık olarak yarattığını önceki açıklamalarımıza dayanarak çıkarabiliriz.


Yine bu ayette Allahîn meleklere verdiği cevap önceki bulduğumuz cevaplara nazire niteliğindedir. Allah derki “ Doğrusu ben sizin bilmediğinizi bilirim… Takip eden ayette meleklere açıklama getirirken onları eğitir nitelikte bir yaklaşım sergilenmektedir.


Bakara- 2:31: Adem’e tüm isimleri (nitelemeleri) öğretti, sonra onları meleklere sunup, “Doğru iseniz, şunların isimlerini (özelliklerini, niteliklerini) siz bana bildirin” dedi.


Adem’e tüm isimleri öğretti, sonra onları meleklere sunup, “Doğru iseniz (yani ilk ayet örneğinde belirttiğimiz gibi insanlar hakkındaki iddianız doğruysa ve herşeyi bildiğinize inanıyorsanız der gibi) şunların isimlerini siz bana bildirin” dedi.


Bu ayette gördüğümüz üzere Adem sadece isimleri bile bir yaratık değil, “ dil nimeti” de verilmiş ve ayrıca “öğrenen” bir varlık. Ona bildiklerini Allah öğretiyordu. Kuran burada insanın zeka sahibi olduğunu vurguluyordu.


Dil ile insanoğlu kendi tecrübeleri dışında başkalarının tecrübelerini de öğrenebilir. Yıllarca veya kilometrelerce uzakta bile olsa kendini bu yolla geliştirebilirdi. Başka bir ayette de belirttiği gibi “96:01: Yaratan Rabbinin adıyla oku. 03:Oku Rabbin en cömert/ yüce olandır. 04: KAlem yoluyla öğretir. 05: İnsana bilmediklerini öğretti.”


Yaratılış ayetlerine yeniden dönelim.


Bakara- 2:32: Dediler: “ Sen Yücesin, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yok. Sen bilensin, bilgesin.”


Önceki ayette Allah’ın meleklere verdiği görev onlara ağır gelecekti. Vurgulandığı gibi insanlardaki akıl ve bilgi onlarda yoktu.


Bakara- 2:33: Dedi: “Adem! Onların isimlerini şunlara haber ver.” İsimlerini onlara haber verince, “Size, yerin ve göklerin sırlarını biliyorum, açıkladığınızı da gizlediğinizi de biliyorum dememiş miydim?” dedi.


Bu ayette “açıkladığınız da gizlediğinizi de biliyorum” derken söz konusu olan neydi? Neyi gizleyip, neyi açığa vurmuşlardı? Melekler insanoğlunun bozguncu olduğunu, günaha eğilimli olduğunu açığa vurmuş, yanlışa düşebileceklerini, hata yapabileceklerini, şiddete meyledebileceklerini söylemeye çalışmış ancak bunların tam tersi olan bilgiye kavuştukça iyiyi, şefkat ve merhameti seçebileceklerini ayrıca öğrendikçe gerçek doğruya kavuştuklarında bu doğruyla yaşayabileceklerinden bahsetmemişlerdi.


Bakara- 2:34: Meleklere “ Adem’e secde edin” dedik. İblis (şeytan) hariç hepsi secde ettiler, o ise diretti, büyüklük tasladı ve nankörlük etti.

(7:11 Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra meleklere, “Adem’e secde edin“ dedik. İblis hariç hepsi secde etti; o secde edenlerden olmadı. 7:12 Dedi: “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne alıkoydu?“ Dedi: “Ben ondan daha iyiyim; Sen beni ateşten yarattın, onu ise balçıktan yarattın“*7:13 “Oradan aşağı in“ dedi, “Orada büyüklük taslayamazsın. Defol. Değerini yitirdin!“ 7:14 “Dirilecekleri güne kadar bana süre tanı“ dedi. 7:15 “Sana süre tanınmıştır“ dedi. 7:16 “Beni saptırmana karşılık, onlar için senin dosdoğru yolun üzerine sinsice oturacağım.”* 7:17 “Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Böylece çoklarını şükreder bulmayacaksın.” 7:18 Dedi ki: “Horlanmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Onlardan sana uyanlara gelince, hepinizle cehennemi dolduracağım.” 7:19 “Adem, sen ve eşin bahçede durup dilediğiniz yerden yeyin. Şu ağaçtan yemeyin; yoksa zalimlerden olursunuz.” 7:20 Sapkın, kendilerinden gizlenmiş olan bedenlerini ortaya çıkarmak için onlara fısıldadı: “Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesinin sebebi, ikinizin birer melek veya birer ebedî varlık olmamanız içindir“ dedi. 7:21 Kendilerine yemin de etti: “Ben size öğüt veriyorum.” 7:22 Böylece onları yalanlarla aldattı. Ağacı tadınca bedenleri kendilerine göründü. Üzerlerini bahçe yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri kendilerini çağırdı: “O ağaçtan ikinizi menetmedim mi ve sapkının ikinizedüşman olduğunu söylemedim mi?“* 7:23 Her ikisi: “Rabbimiz, kendimize zulmettik. Bizi bağışlamaz ve bize acımazsan kaybedenlerden oluruz“ dediler. 7:24 Dedi ki: “Birbirinize düşmanlar olarak aşağı ininiz. Bir süreye kadar yeryüzünde yerleşip geçineceksiniz.” 7:25 Dedi ki: “Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.” 7:26 Ademoğulları, size, bedeninizi örtecek ve süsleyecek elbiseler hazırladık. Erdemlilik elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar, ALLAH’ın işaretleridir, olur ki öğüt alırsınız.*7:27 Ademoğulları, sapkın, ana babanızın vücutlarını kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak bahçeden çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. O ve kabilesi sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Biz, sapkınları, onaylamayanların dostları yaptık.)

Secde etmek iki şeyden birini diğerine karşı üstünlüğünü ifade edebilir. Bu yaratılan melekler insanın yücelmesine hizmet edecekler. Ayrıca daha önce Allah’ın 02:30’da belirttiği gibi bu insanoğlu Allah’ın bir vekili, halifesi olacaktı.


Secde eden meleksi varlıklarda, şeytansı varlıklarda aslında insanın yüceltilmesine aracılık etmektedirler. İki kuvvetten biri insana iyilik, fedakarlık yolunda yön verirken diğeri de tam tersi yönde kuvvet uygular. Böylece insanoğlu ahlak sahibi olacak ve ahlaki kararlar almak zorunda kalacak. Bu ahlaki kararlar insanların ruhsal ve ahlaksal yücelmesini sağlayarak insanı olması gerektiği gibi öbür tarafa taşıyacak. Yani nefis sahibi insan bu melek ve şeytansı varlıkların katalizörlüğü sayesinde iyi ve kötü arasında seçim yapmak zorunda kalacak. Bu seçim, test tekrar tekrar karşısına çıkacak. Onu ya yükseltecek ya da alçaltacak.


Şeytanın isyanıyla kötülük başlamış oldu. Şeytan kibirliydi ve büyüklük taslıyordu. Bugün bütün kötülüğün kaynağında da aslında bu problem yatar. Kötülük sadece (para sevgisi) maddeye düşkünlük, aç gözlülük gibi şeyler değil kendini herkesten üstün görme, diğerlerini küçümsemek, gurur, kibir, hasettir.


Kuran der ki; “Şems-9: Nefsini temizleyen kurtulmuştur.” Yani ruhunu kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.
“Şems-10: Onu başıboş bırakan ise zarar etmiştir.”


Yaratılış ayetlerine dönelim…


Bakara- 2:35: “Adem! Eşinle birlikte bahçede kal. Dilediğiniz yerde ondan bolca yiyin; ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”


Ağacın aslında ne kadar küçük bir örnek ve araç olduğunu Kuran’ın diline aşina oldukça anlamaya başlıyorsunuz. Allah Adem’i ve eşini ağaca yaklaşmaması için tahdit etmiyor veya bu ihtimalden dolayı bir şeye kızdığını söylemiyor aslında. Çünkü yaklaştıkları ağaç normal bir ağaçtan farklı değil “işte şu ağaç!” Şeytan göreve başlar ve kendi krallığına insanı çekmek için ağacın Adem’e ve Havva’ya sonsuzluk kazandıracağını söyler.


Bakara- 2:36: Sapkın onları oradan kaydırıp bulundukları yerden çıkarttı. Nihayet, “ Birbirinize düşman olarak aşağı inin. Yeryüzünde belli bir süre kalıp yaşayacaksınız” dedik.


Eğer Allah’ı despot veya korkunç bir varlık olarak düşünenleriniz varsa şunları yapmasını bekleyebilirdi. Örneğin ağacı korumak için melekleri ağacın önüne koyabilirdi. Çünkü ağaçtan yerlerse bize kötü örnek olacaklardı. Ancak Allah sadece diyor ki eğer yaklaşırsanız yanlış yapmış olursunuz. İnsanı sadece uyarıyor.Allah’ın en başından beri ne yaptığını bildiğini görüyoruz.


Şeytan insanın ayağını kaydırdıktan (bir anlık aldatmak,uyutmak) sonra Allah insana yer yüzünde bir geçimlik veriyor. Öfke, kızgınlık ya da şiddet yok. Dünya’nın bir faydalanma ve geçimlik yeri olması Allah’ın kızdığını göstermiyor. Allah ahlak sahibi insana seçim ortamı sunuyor. Ancak düşünüldüğünde bu günah yine de en büyük günahlardan biri değildi.


Allah insanı bilerek dünyaya koyuyor; öncesinde bir hazırlanma aşamasıydı sanki yaşananlar. İnsanın hazır olduğuna dair ilk işaret aslında ilk kez bağımsız ve özgürce seçim yapmış olmasıydı. Ve yaptığı seçimin sonunda bu seçiminin karşılığında olacakları görebilmesi sağlandı ki sonucunda bulundukları yerden ayrılmak zorunda kaldılar.
Devamındaki ayette…


Bakara- 2:37: Adem, Rabbinden kelimeler aldı. Bunun üzerine onun tevbesini kabul etti. O yönelişlere karşılık verendir, Rahimdir.


İnsanoğlu ilk defa yeryüzüne inmişti, korkuyordu, vicdan azabı çekiyordu, bilmediği bir yerdeydi ve Allah ne yaptı ona teveccüh etti. Yani şefkat gösterdi. Allah dünyada yönünü kaybetmiş endişe içindeki insana bir diğer ayette nasıl yaklaşıyor görelim.


Bakara- 2:38: “Oradan topluca ininiz” dedik. “Benden size bir yol gösterici geldiği zaman, o yol göstericiye uyanlar için artık bir korku yok ve onlar üzülmeyecekler.”


Duygusal bir kare değil mi?


Allah onlara tüm bu olup bitenden sonra diyor ki, korkmayın, üzülmeyin biliyorum size zor geliyor fakat bu zaman kadar hazırlandınız. Olması gerekenler bunlar, siz sadece benim rehberime uyun. O size doğru yolu gösterecek, bende size yardım edeceğim. Ne isterseniz yapacağım. Bu şekilde olduğu sürece size korkulacak ve üzülecek bir şey yoktur.


17:60: Rabbinin insanları kuşatmış olduğunu sana bildirmiştik. Fakat sana gösterdiğimiz görüntü ile ve Kuran'da lanetlenen ağaçla sadece insanları denedik. Biz onları uyarırız, ancak bu, onların azgınlığına büyük bir katkıda bulunmaktan başka sonuç vermiyor.


Hayatın amacının yapı taşlarının zeka, seçim hakkı ve acı çekmek (sıkıntıya katlanmak) olduğunu görüyoruz. Bu iç element insanın yükselmesinde bir şekilde rol oynuyor.


Kuran hepimizin acı çekeceğini söylerken bunu belirtmenin dışında benimsememizi veya kucaklamamızı da söylüyor. Onunla mücadele etmelisiniz diyor. Allah onun yolunda ilerlerken başımıza gelenlere karşı Kuran ile mücadele etmemizi söyler.


2:115: Sizi korkuyla, açlıkla, para, can ve ürün kaybıyla sınayacağız. Müjde ver sabredenlere…


2:156: Ki onlara bir musibet geldiğinde “Biz Allah’a aidiz ve ona dönücüyüz” derler.


Acıların insanlara fayda sağlayabildiği bir durum bu.


2:214: Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler gibisi sizin de başınıza gelmeden bahçeye gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlar zorluk ve sıkıntıya uğradılar ve öylesine sarsıldılar ki elçi ve beraberindeki iman edenler “Allah’ın yardımı ne zaman?” dediler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.


21:35: Her can ölümü tadacaktır. Sizi bir test olarak iyi veya kötü olaylarla sınarız ve dönüşünüz bizedir.


Her şey, yaşadığımız bu dünya bilerek bu şekilde yaratılmış ve bilerek bu sıkıntıya maruz bırakılıyoruz. Ancak bunun çok önemli bir rolü var.


İnkişaf-6: Ey insan! Rabbine doğru çalışıp çabalarsın ve sonunda onunla karşılaşırsın.


Meşakkat çekeceksin evet ama sonunda Allah’a varacaksın.


Beled-4: Biz insanı zorluklar arasında (direnmesi) için yarattık.
Beled-7: (İnsan) Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?
Beled-8: Ona vermedik mi; iki göz,
Beled-9:Bir dil ve iki dudak?
Beled-10:Ona iki yolu göstermedik mi?
Beled-11:Ne var ki zor yola katlanamadı.
Beled-12:Zor yolun ne olduğunu bilir misin?
Beled-13:Köleleri özgürlüğüne kavuşturmaktır.
Beled-14: Kıtlık anında doyurmaktır.
Beled-15: Akraba bir öksüzü
Beled-16:Yahut düşkün bir yoksulu…
Beled-17:Dahası birbirlerine sabır ve sevgiyi öğütleyen iman edenlerden olmaktır.


Daha önce bahsettiğimiz hayatın amacının üç elementine geri dönelim. Niye biz bu üç şeyi tecrübe etmeliyiz. İnsanın yücelmesi gereken bir varlık olduğunu, elçilerin getirdiği bilgilerle arınacağımızı, bilgelik ve iyiliğe kavuşmamız gerektiğini bu konuları açıklayan Kuran ayetleriyle öğreniyoruz. (Ör; Ali İmran:164)


Fiziksel yaratılışımızın gerekleri olduğu gibi kişiliksel yaratılışımızın, gerçek benliğimizin de gereklilikleri vardır. Bir sonraki hayata taşıyacağımız asıl özümüz, benliğimiz bunlardır.


23:115: Sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönemeyeceğinizi mi sandınız?


Duhan-38: Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.


Kuran inananlara ve inanmayanlara bu üç elementi kullanarak ne yapmalarını öğütlüyor? Bu hayatta neyi başaracaklar?
ALLAH’IN SEVGİSİNİ!


Kuran’da Allah’ın merhametli olduğu, şefkatli olduğu, affedici, iyi, cömert yani allah’la alakalı ne biliyorsak bunların insanoğluna da verildiği söylenir. Eğer Allah’a sevgiyle yönelmezsek bile, onun merhameti, sevgisi, affediciliği, cömertliği bütün sıfatları daima vardır. Biz reddetsek dahi… Dolayısıyla bazı insanlar bu sevgiyi reddettiği için hiç tecrübe edememektedirler. Çünkü kimi insanoğlu hiç yönelmez. Ancak Allah bize her zaman açıktır. O sürekli bizim için bekliyor olacak. Kafir işte bu anlama gelir. Reddetmek! Yani görmezlikten gelmek, arkasını dönmek, yokmuş gibi davranmak anlamına gelen reddetmek.


2-165: Allah’tan başkasını Tanrı edinen ve allah’ı sever gibi onları seven kimseler var. Gerçeği onaylayanlar ise en çok Allah’ı sever.


3:31: De ki; Allah’ı seviyorsanız beni izleyin ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. allah bağışlayandır, Rahimdir.


Peki Allah’ı seveceğiz ki Allahın da sevgisini kazanalım. Şöyle bir düşününce “cennette de severdik seni, neden bizi seni seven olarak yaratmadın?” diye sorabiliriz. Bu devrede “Allah ile kul” arasındaki ilişkiyi anlamak gerekiyor. Allah insanlardan ne istiyor? İman etmemizi yani allah ile münasebetimizde salih ameller işleyerek ilerlememizi. Bunun için gerekenleri üç elementin etrafında sıralayabiliriz.
Allah diyor ki;
------------------------
Merhametli olun Hakkınızı savunun
Affedici olun İlmi arayın
Adil olun Cömert olun
Zayıfı koruyun Dürüst olun Huzur verici olun
Böylece sevmeyi öğrenecektik. Kuran’dan bir de Allah’ın hiçbir şey ile kıyas edilemeyeceği, bizim veya mantığımızın onu tam anlamıyla kavrayamayacağını, onun sınırın dışında bizim ise zamanla ve mekanla kısıtlandığımızı, bizim ölümlü, onun ölümsüz olduğu gibi betimlemeler elde ediyoruz. Bu anda akla şu geliyor; Allah’ım sana hem çok yakınım hem de çok uzak … Ancak Kuran okurken her defasında gözümüzün önünden geçip giden bir cümleyi unutuyoruz.
“Şefkatli ve merhametli Allah’ın adıyla” ve bu gibi Allah’ın sıfatlarını okur dururuz. Şöyle düşünelim: Allah kimdi?


Allah’ın bizden olmamızı istediği listeyi hatırlayalım ve Allah’ın sıfatlarını kısa bir listeyle sunalım:


Allah kimdi?
--------------------
Doğruluk kaynağı Bilge
Affedici Cömert
Adil Merhametli
Mazlumu korur Huzurun kaynağı


Görüyoruz ki insanın nasıl olması gerektiğini anlatan her şeyin mükemmel kaynağı Allah’tı.
Umarız sizin için de tüm bu elementlerin bir arada olması ve neden bunları yaşadığımız daha fazla anlam kazanmaya başlamıştır.


Allah ile aramızdaki ilişkiyi sağlamlaştırabilmek için, ona daha yakın olabilmek için buradayız. Peki o ölümsüzken, zaman ve mekandan münezzehken ona nasıl yakın olabiliriz?
Eğer size yakın olmak istersem mesela, sizinle ortak paylaşmam gereken şeyler olmalı, ortak yönlerimiz olmalı. Fiziksel olarak karşımızdaki insana yaklaşmak istediğimizde ona bedenimizi yaklaştırırız. Çünkü ikimizde vücuda sahibizdir. Ya da birine duygusal olarak yaklaşırsam duyguları dikkatli olarak incelerim. Çünkü ikimizin de hisleri var, bu duyguları üreten bir sistemimiz var.


PEKİ İNSAN ALLAH’A NASIL YAKIN OLUR?


Mesela bize verdiği şeyleri onunla paylaşıyoruz ki Kuran bize yaratıldığımız zaman Allah’ın ruhumuza kendi ruhundan üflediğini söyler. Dünyaya indiğimiz zaman da günah işleme potansiyeli ve bütün diğer özelliklerimizle indik. Ya bu özellikleri içimizde öldürürüz, ya da yücelmemiz için kullanırız. Bu özellikleri geliştirip yaşadığımız zaman sadece bunlarla yetinmiyoruz aslında aynı zamanda sonsuz güzellik, sonsuz huzur, sonsuz doğru,sonsuz şefkat, sonsuz merhamet ve benzeri duyguların hepsinin mükemmel kaynağına yaklaşıyoruz. Ne kadar merhametli olursak diğer hayatta o kadar Allah’ın merhametine mazhar olacağız gibi… Bütün özelliklerimizi ne kadar geliştirirsek o kadar mutlak kaynağı tecrübe etmek kapasitesine ulaşacağız. Onun varlığını tecrübe edebilecek seviyeye ulaşacağız.


Bizdeki bu numunelik özellikler, biz ile Allah arasında olması gereken bir “ilişki bağı” rolü oynuyor. Bu aslında “var olma benzerliği” dir. Benzer olabileceğimiz en yakın nokta işte budur.


Bizler yaratılanlarız, bizler istediğimizi yapabiliriz fakat az önce listelediğim hiç birşeyi bu iç element olmadan yaşayamazsınız. (seçim,akıl,acı) Yani matematikte olduğu gibi kilit elemanların yerini değiştiremezsin. Örneğin; Hata yapmayan bir bilgisayar yapabilirsin ama bu onu dürüst bir bilgisayar yapmaz. Çünkü şefkat, merhamet, dürüstlük, ilgi, sevgi … bunların hepsinin doğduğu yer “seçim, acı ve akıldır”.


Eğer şefkati anlamak istiyorsak şefkatli birini arıyorsak, etrafımızda acı çeken birilerinin olması gerekir. Yardım edip etmeyeceğimize karar verirken, aklımızı kullanıp “bende olması gereken şey nedir?” deriz. Benim de onda olan bir şeye sahip olmam lazım, kendimden olan, yani acının ne olduğunu bilmem lazım. Seçim ile yapılmazsa şefkat olmaz. Aynı şeyi dürüstlük için de düşünün. Yaptığımız bu seçimden dolayı çektiğimiz acının da arkasında büyük bir doğru yatar.


İşte tüm bu sebeplerden dolayı açıktır ki günah işlediğimiz zaman aslında kendimize eziyet ediyoruz. Kendimize bu zararı verdiğimiz zaman bizi bekleyen sonsuz güzelliği Allah’ın sonsuz merhametini hissedebilecek kabiliyeti kaybediyoruz.


Bu elementler ve edinmemiz gereken özellikler seni öbür dünyaya, sen de onları öbür dünyaya taşıyacaksın. Eğer bunları yapmazsak Allah’a olan sevgimiz dahilinde bu dünyadaki en büyük acıyı çekeriz. Fiziksel acıdan daha kötü bir acı… Hesap günü geldiğinde Allah diyecek ki “ ben size zarar vermedim, siz kendinize zarar verdiniz.”


**Kurgusu tamamlanan bu yazıya katkılarından dolayı Reşad Halife ve Jeffrey Lang’ e teşekkürler.


Yorumlar