HİPNOTİZM "ŞEYTAN'IN ŞAPKADAN ÇIKARDIĞI TAVŞAN"


"İnsan"ın Hikayesi”

Bir sürü koyunu olan çok zengin bir sihirbazın anlatıldığı bir doğu masalı vardır. Bu sihirbaz aynı zamanda çok da cimridir. Ne çoban tutar ne de koyunların otladığı yere çit yaptırır. Koyunlar, çoğunlukla ormana gider, bazen hendeklere düşer, bunlar yetmezmiş gibi, sihirbazın, onların etini ve postunu istediğini bildikleri için de sık sık kaçarlar. Sonunda sihirbaz bir çare bulur. Koyunlarını hipnotize eder ve ondan önce ölümsüz olduklarına, hiç zarar görmeyeceklerine, derileri yüzülürken hiç canlarının yanmayacağına, hatta bunun onlar için çok yararlı ve hoş olacağına, kendisinin de sürüsünü çok seven iyi bir "efendi" olduğuna inandırır. Sonra onları çok sevdiğini, onlar için her şeyi yapmaya ha­zır olduğunu, başlarına bir şey gelse bile, bunun hiç endişe edecek bir şey olmadığını söyler. Hatta iyice abartıp koyunlarını, koyun bile olmadıklarına, bazılarının aslan, bazılarının kartal, bazılarının insan, bazılarının da  sihirbaz olduklarına ikna eder. Ondan sonra koyunlarla ilgili bütün endişeleri sona erer. Koyunlar hiç kaçmaz, sihirba­zın, onların etine ve postuna ihtiyacı olduğu zaman da sessizce sıralarını beklerler. İşte bu hikaye, şimdi insanların içinde bulunduğu pozisyonu çok güzel anlatır. (P.  D. Ouspensky'nin, Mucizevi Olanı Ararken adlı kitabında G. l. Gurdjiefften yapmış olduğu alıntı.) (1949)


Blog yazısını ziyaret için : "Şeytan" Kimdir,Ne İster? https://bit.ly/2m3wqyj
Roger Morneau’nun röportajından alıntılar yaparak ilerlemek istiyorum.

hqdefault.jpg

“Şeytan, insanlar tarafından bilimsel alanda muhteşem keşifler olacağını gördü. Görülmemiş bir çağ olacak. Akımı yaşayan herkes değişecek. Aynı zamanda zamanın sonunu hızlandıracak hizmet hakkındaydı. Zamanın sonuna doğru kötü ve iyinin karşılaşacağı zamana… Papaz dedi ki; Şeytan İncil’i araştırıyor. Daniel 12:4’ de buldu ki ; Bize zamanın sonu diye bahsediliyor. Bu dönemde bilgi artacak. Anladık ki biz o noktaya ilerliyoruz. Cinler konseyi operasyonun ruh halini değiştiriyorlardı. Bilirsiniz insanlar içsel yaratıklardır. Bu operasyonun amacı insanların kendilerini (Mesih) tanrı’nın krallığından men etmelerini sağlamak. Konsey 60-70 kişiden oluşuyor. Planlar da Şeytan tarafından aktarılıyor. Takip edilecek üç tane ana kural belirlediler.

Birincisi; Şeytan’ın zürriyetinin gerçekten var olmadığına insanları inandırmaktı. Taki o zamana gelene kadar. (Konuşmanın yapıldığı ve bu olayların Roger’ın başına geldiği tarihin ne kadar eski olduğunu göze alırsanız şu değerlendirme amaca ne kadar ulaşıldığına delil olabilir. “Günümüzde sadece Amerika’da bile insanların %70’lik bir kısmı var olan bir Şeytan’a inanmıyorlarmış”.)


İkincisi insanların zihinlerini tamamen kontrol edecek bir yol bulmaktı. Bu iş büyü olmadan da yapılabilirdi. Bu da insanlığa yararlı yeni bir bilim dalı olarak tanıtıldı. Büyü kullanmadan hipnoz uygulamak. Bu şekilde iyi diye tabir edilen insanlar da kullanılabilirdi. Öğretmenler, üstün zekalı insanlar… (Mesmer’e hipnoz ilminin Şeytan tarafından öğretildiğini ve bunun Şeytan’ın bir planı olduğunu ve insan oğlunu yönlendirmek için Şeytan’ın aklına gelen en iyi şey olduğunu detaylıca açıklıyor.) Papaz’ın anlattığına göre Darvin ve Tomas Huxley isimli takipçiler şeytanları kullanıyorlardı yani Şeytan’ın takipçilerindenlerdi. Çünkü onlar çocukluklarında tıp doktorları tarafından hipnotize edilmişlerdi.

Üçüncü kural ise İncil’i fiilen yok etmekti. Çok ilginç bir stratejiydi. Şeytan’ın büyük kuruldan sonra Charles Darvin’e kişisel olarak talimat vermesi kararlaştırıldı. Ortaya çıkardığı “evrim teorisinin temellerini kurmak için… Şeytan’a göre; eğer bir kişi evrim teorisine Darvin’in getirdiği yaklaşımla inanırsa, hayatındaki yaratılış ilkeleri tamamen yok edilebilir. İnsanın düşüşü ve kurtuluş planını bununla gerçekleştirebilirdi. Şeytanlara göre evrim teorisini öğreten herhangi biri bu büyük dinin rahibi olabilir. Büyük bir dine atıfta bulunuyor. Bu kişi aynı zamanda Şeytan’ın kendinden büyük bir övgü alıyor. Bu şekilde büyük güç elde ederek ruhsal körlükten çıkıyor.”


İşte bugün sizinle paylaşmak istediğim konunun önemli olmasının sebebi bu. Hipnotizm nedir? Nasıl ve hangi sebeplerle kullanılır? Neden hipnoz olmamak için çaba sarfetmeliyiz? Faydası veya zararı nedir? Zarar görmeye ne kadar açığız?

Haydi başlayalım!


HİPNOTİZM

Mesmerizm, manyetizm ve hipnotizm sözcükleri gerçekte tümüyle eş anlamlıdır. Mesmerizm, tarihte bu yöntemi geliştirmiş ve uzunca bir süre de bu yöntemle tümden özdeşleşmiş olan çok ilginç bir kişiliğin Franz Anton Mesmer'in (1734-1815) adından ötürü konulmuş ve halen de tarihsel bir değeri olduğu için kullanılabilen bir sözcüktür. Hipnoz, bugün de birçok psikofizyolojik araştırmanın temel araçlarından biridir. Bugün de gerek tanı, gerek sağaltım yöntemi olarak psikoloji ve psikiyatri deki değerini korumaktadır.

Mesmer ve Çağı

Katolik kilisesinin kendi yakın çevresinde bulunan zeki ve yetenekli gençleri hiç kaçırmadan himayesine alıp ruhban sınıfında değerlendirmesi ve kilise hizmetinde kalmak üzere yetiştirmesi usüldendir. Mesmer' de kilise tarafından yetiştirilmiş bir rahip olmuştur ancak Mesmer’in yaptığı gibi ruhban eğitimi ile başlayıp bir süre öyle gittikten sonra felsefe eğitimine oradan hukuka ve ardından da tıp eğitimine geçip hekim olmak hiç olan bir şey değildir. Olsa olsa kimileri özgür misyon okullarında eğitilerek misyoner hekim yapılabilir ki böyle amaçlara yönelik özgün eğitim olanakları o tarihten çok sonra ortaya çıkmıştır. O tarihlerde ise kilise ile felsefe, hukuk ve tıp alanları henüz kan davalı düşman alanlardı.

Mesmer’in 1755'ten 1766 ya kadar 11 yıl boyunca eğitim giderlerini karşılayabilecek ölçüde himaye görmüş olması aydınlanma akımlarının itici gücü olarak rol oynamış ve o sırada çok etkin olan gizemli ve gizil kentsoylu örgütlerinin etkisini akla getiriyor. 

Ne olursa olsun sonunda Mesmer muhteşem Viyana'nın bütün kalburüstü aydınlarının saygı ve sevgi ile ziyaret edip toplandıkları bir evin sahibi, rafine ve sofistike bir dünyalı, karizma sahibi bir hekim olarak ün sahibiydi. Evine sürekli gelip gidenler arasında Haydn, Gluck ve Mozart aileleri vardı.

1773 yılında ona genç bir kızı getirdiler. Frolayn Österlin adındaki bu kızcağız uzunca bir süreden beri garip rahatsızlıklar geçirmekteydi. Hepsi birbirinden ağır tam 15 ayrı belirti ile ortaya çıkan bu rahatsızlıklar hep belirli aralıklarla ortaya çıkıyor, hasta diğer günlerde pek önemli bir yakınması olmaksızın idare edilebiliyordu. Mesmer önce bu krizlerin ortaya çıkışının yıldızlarla ilgisini uzun uzun inceledi. Kısa zamanda krizin yineleyeceğini önceden kestirebilir hale geldi ve hastalığın bu seyrini değiştirmeye çalıştı. Mesmer o sırada İngiltere'de kimi hekimlerin belirli kimi hastalıkları mıknatıslarla iyileştirdiğini duymuştu. Bu hastada da krizler tıpkı gelgit olgusu gibi oluştuğuna göre mıknatısların yardımıyla yapay bir gelgit olayı yaratılabilir diye düşündü. Hastaya önce demir içeren bir ilaç içirdi ve sonra özel olarak hazırlanmış üç mıknatısı biri midesinin üzerine, ikisi bacaklarına olmak üzere hastanın vücuduna yerleştirdi. Birkaç dakika içinde kızcağız vücudunda gizemli bir akımın yukarıdan aşağıya doğru akmaya başladığını hissetti ve ardından da bütün yakınmaları geçiverdi. İyilik durumu saatlerce sürdü. Mesmer bu olayın 28 Temmuz 1774 günü olduğunu belirtiyor.

Mesmer bu tedaviyi uyguladığı sırada ortaya çıkan iyileşmenin yalnızca mıknatıslara bağlı olmadığını bu sırada kendisinde bulunan bir gücün hastaya geçtiğini ve onu iyileştiren nedenin nasıl bir güç olduğunu hissetmişti.

O çağın fizik bilgilerinin elverdiği şekilde bu gücün, canlıların vücudunda bulunan bir özellik olduğu ve kullanılan mıknatısları, yalnızca bu akımın yönlendirdiği sonucuna vardı. Bu güç mıknatısın gücüne benzer bir özellik olmalıydı. Buna canlılardaki mıknatıs özelliği anlamına gelmek üzere “Magnetistmus animalis” adını verdi. Mesmer bu özelliği yıldızların ve jeolojik oluşumların etkileri ile kendi vücudunda toplanan bir sıvı gibi düşünmüştü. Frolayn Osterlin’in tedavisini sürdürürken kendindeki bu sıvıyı daha da iyi algılamaya çalıştı. Ama tam olarak kavrayamadan kızcağız iyileşiverdi. O kadar iyileşti ki Mesmer’in üvey oğluyla da evlenip, onun gelini oldu Mesmer bu buluşunu yaptığında tam 40 yaşındaydı buluş hızlı bir üne kavuştu. Yeteneğin öğrenilebilir ve öğretilebilir bir beceri olduğunu henüz fark etmiyordu imparatorlar, krallar ve devletlerden yana olan aydınlar olduğu gibi kiliseden yana olan güçlü bir aydın kesimi de vardı. Üstelik pek çok aydın, özellikle sanatçılarda feodal güçlerin yüksek himayesinden faydalanıp duruyorlardı. Feodal yönetimlerin birçoğu da ya kilisenin himayesindeydi ya da doğrudan doğruya kardinal prenslikler yani yönetim gücü de olan kilise oğullarının elindeydi. Rönesanstan bu yana birçok aydın ve sanatçının yaşamı çeşitli feodallerin koruması altında oradan oraya dolaşma öyküleri ile istemeden karşılan siyasal entrikalarla doludur.

Dante ya da Da Vinci den tutunda Bach, Haydin ve Mozart’a kadar pek çok aydının kaderi bir prensten öbür cardinale, bir kraldan öbürüne dolaşmakla ve hiç istemeden bir dolu fırıldağı karışıp, hak etmedikleri düşmanlıkları çekmek ile doludur. Mesmer bir süre sonra kendini ağır bir depresyonun tam ortasında buldu. Sonunda bütün varlığını elden çıkararak Avrupa'nın ikinci büyük merkezine Paris'te göç etti. Orada olağanüstü başarılar kazanmakla birlikte devrim öncesi Paris'te yine siyasal gelişmelerden etkilendi. Mesmer’in yakın çevresinde o çağın hemen bütün bilinen isimleri toplanıyordu ama karşıtları da yenilir yutulur gibi değildi. Mesmer devrime az kala, daha önce Viyana'dan da ayrılmasına yol açmış olan bir depresyon içine girdi ve Paris’ten de ayrıldı. Ondan sonraki yaşamını Konstanz Gölü kıyılarında bir münzevi olarak geçirdi. 5 Mart 1815 sabahı ise son nefesini verdi.

PUYSÉGUR VE YENİ MANYETİZM

Charles Richet'e göre “Manyetizmi kuşkusuz Mesmer başlatmıştır. Fakat onu bulan Pisagor’ dur.” Gerçekten de Pisagor'un çaba ve başarıları olmasaydı, Mesmer belki de bir büyük hokkabaz olarak kalacak ve dinamik psikolojinin gelişimi bir yüzyıl gecikecekti.

Pisagor adı gerçekte üçü de Mesmer’in en heyecanlı öğrencileri olan ve üçü de birbirinden egzantrik üç kardeşin adıdır. Üç kardeşin en büyüğü olan Amand Marie-Jacques de Chastenet Marquis de Pisagor bir topçu subayıydı ve ailenin arazilerinin yönetimi onun elindeydi. Mesmer’e karşı önceleri kuşkulu ve olumsuz duruyordu fakat kardeşleri tarafından ikna edildi ve o küçük kabinesinde manyetizm deneylerine başlamakla kalmadı. Bireysel ve kolektif tedavilere de girişti.

Mesmer 1779’da kendi buluşlarının esaslarını 27 Madde halinde açıklamıştı. Ona göre özetle evrende var olan bütün cisimlerin arasını dolduran sıvısal bir madde vardı. Ve bu insanları ve canlıları yeryüzü ve öbür gök cisimleri ile birleştirdi. Bu sıvı insan vücudunun içini de doldurmaktaydı. Hastalık bu sıvının vücut içinde eşitsiz dağılımından oluşuyordu. Belli tekniklerin kullanımıyla bu sıvının yönü değiştirilebilir, depolanabilir ve öbür insanlara geçirilebilirdi. Vücut içindeki dengenin yeniden kurulması ile iyileşme sağlanırdı.

Ona göre yalnız tek bir hastalık ve tek bir tedavi vardı. O da sıvı dengesinin bozulması ve düzeltilmesinden ibaretti. Pisagor ise Victor’un yeteneği sayesinde söz konusu gücün bir sıvıdan falan değil manyetizörün iradesinden kaynaklandığını, manyetizmanin panayır gösterisi olarak hiçbir zaman kullanılmaması gerektiğini, her zaman ve yalnız tedavi amacıyla kullanılabileceğini, insanların kendi sorun ve derslerine ilişkin gündelik yaşam sırasında farkına varmadıkları derin ve doğru bilgilere sahip olduklarını ve ancak manyetizm sırasında yoğunlaşan dikkatleri ile bunu dışa vurabildiklerini ortaya çıkardı.

1785 Ağustos'unda Pisagor Strazburg'da ki topçu alayını atandı. İstek üzerine oradaki Mason locasında bir ders verdi ve ulaştığı ilkeleri şu sözlerle açıkladı:

“İçimde bir gücün varlığına inanıyorum.
Bu inançla onu dışarı çıkarmak istiyorum.
Manyetizmanın bütün gizi iki sözcüktedir;
İnan ve iste.
İnsan kardeşlerimin yaşam gücünü harekete geçirecek güce sahip olduğuna inanıyorum. Onu kullanmak istiyorum.
Benim bilim ve beceririm bundan ibarettir.
İnanınız ve isteyiniz kardeşlerim. Hepiniz aynı yapabilirsiniz.”

Pisagor 84 yaşında öldü. Manyetizm ile uğraştığı sürece onun yetiştirdiği binleri bulan öğrenci, artık mesleğin adı hiç bilinmiyorken ondan, yalnızca yapılan tedavinin Mesmerizm olduğunu duydular.

TARİH BOYUNCA HİPNOZ

Hipnozun doğa bilimleri ve tıp alanına girişi Mesmer, Pisagor ve onları izleyenler tarafından 18 yüzyılda olmuş, sağaltım yöntemi olarak yayılması ve kabulü de 19. yüzyılı bulmuşsa da bu yöntemin hemen hemen aynı biçimde, hem de sağaltım amacıyla ta sümerlerden beri aşağı yukarı 6000 yıldır kullanıldığını artık biliyoruz. Daha Sümer uygarlığında kent krallarının önderliğinde oluşmaya başlayan Ruhban ekibinin, özellikle de sağlık alanındaki dilek ve yakınmalar için birçok bilinçli biçimde bugünkü uygulanışını çok andıran yöntemlerle hipnozu uyguladıklarını biliyoruz. Yine, yaklaşık aynı çağlardan kalan Hint Veda'larında bir hipnoterapinin hemen hemen tam ayrıntılı tanımını buluyoruz. “Yüreğin dağılıp şaşırmayacağı, korkuya kapılmayacağı, sessiz ve dingin bir yerde toplansınlar. Oturt onları, yerde girinti çıkıntı olmasın. Işık eksik olmasın ya bağdaş kursunlar ya da diz çöksünler, gözlerini burnunun en ucuna diksinler. Ellerini yan yana, ayaklarını yan yana koysun yüreğinden bütün kaygıları ve düşünceleri atsınlar. Yalnız Pramon'un  adını düşünsün ve söylesinler. Bu adı söylerken onu aklından düşlesinler. Daha başka bir yerde de soluk alıp soluğu içinde tutup yavaş yavaş dışarı verirken 80 kez OM sözcüğünü söylemek önerilmektedir. En eski ve ayrıntılı tedavi kitabı sayılan ve 20 metre Papirüs üzerinde bütün bilinen reçeteler ve sağaltım yöntemlerini anlatan ünlü “Ebers papirüsü” üzerinde “kollarındaki ağrıyı gidermek için sen ellerinle ona dokun ve ağrının çekip gideceğini söyle” denilerek hemen hemen en çağdaş hipnoz tedavisi anlatılmaktadır.

Daha sonraları eski Yunan'da Aklepios tapınaklarında uygulanan sağaltımda uykunun nasıl kullanıldığı da çok söylenmiş ve yazılmıştır özellikle Bergama'da Akslepion'u görenlerin kolayca izleyebileceği gibi bu tapınaklarda sağaltım şöyle yürüyordu: Hastalar daha tapınağa ayak basmadan belirli temizlik törenleri başlıyordu, az farklarla abdest almayı andıran bu törenler tapınağın her dönemecinde vücudun bir başka tarafının temizlenip yıkanması şeklinde adım adım ilerliyordu. Daha sonra bir iki günlük sıkı bir oruç ve perhiz süresi geliyordu. Bunu bir dizi banyolar, çeşitli merhem ve kremlerle yapılan masajlar tütsüler ve yeniden yıkanmalar ve güzel kokular izliyordu. Bu arada oldukça güzel yörelerde kurulu olan bu tapınakların özgün tiyatrolarında keyifli ve umut taşıyan oyunlarla da genel moralin yüksek tutulmasına özen gösteriliyordu. Asklepiad adı verilen hekim rahipler daha önce bu tapınakta şifa bulmuş olanların vermiş oldukları sunu, yazıt ve taşları da özenle sergiliyor ve beklentiyi en üst düzeye çıkarıyorlardı. Böyle üç beş gün süren bir hazırlık döneminden sonra asıl sağaltım günü geliyordu. Hasta önce bir kurban kesiyor, sonra şifalı sularla yeniden yıkanıyor ve uzun bir tünele giriyordu. Loş ve gizemli tünel boyunca ağır ağır ilerlerken kendisi hakkında o güne dek yeterince bilgi edinmiş olan Asklepiadlar tünelin üzerinde ve yanlarındaki sesi boğuklaştırarak tanınmaz hale getiren özgün konuşma borularından hastaya sesleniyor ve az sonra yatacağım uyku sırasında Tanrı’nın gelip ona doğru yolu göstereceğini fısıldıyorlardı. Sonunda uyuma hücresine varılıyor çevrede kaynayan zararsız yılanların vereceği ürküntü de bunu eklenmişken bir de tam yatağın başucuna konmuş hazır bekleyen afyon ve çeşitli otlar ile karıştırılmış bir testi şarap, son direnme olasılıklarını da gideriyor ve hasta umut dolu derin bir uykuya dalıyordu.

İyice karanlık çökünce Tanrı’nın kılığına girmiş bir Asklepiad da sessizce yaklaşıyor ve hastaya kendi iyileşme yollarını düşünde göreceğini fısıldıyordu. Bütün sahne tam ve kesin bir telkin için gereken her şeyi sağlamış oluyordu. Böylece hasta uykusunda kendi derdini nedenlerini ve şifa yollarına ilişkin bir düşü artık kaçınılmaz bir şekilde ve mutlaka görecekti. Düşün anlaşılmaz bir tarafı kalmışsa bunu da bu seansın bitiminde Asklepiadlar günler boyunca hastanın kendisinden öğrendiklerin de ışığında güzelce yorumluyorlar ve böylece ulaşılan psikomatik diye adlandırdığımız bütün hastalıkların gerçek ve tam bir iyileşmesi oluyordu. Daha sonra ve daha önce de hemen her bölgede, her inanç sisteminde telkine ve uykuya, telkinle sağlanan ve yönlendirilen uykuya, böyle bir uykuda görülen düşlere dayalı pek çok kurum, ocak ve mezhep gelişmiş, etkin olmuş ve ardında bir söylence bırakmıştır.

Bu tür kurumlar genellikle hermetik dediğimiz kendi içine kapalı öğretiler olurlar. Her meslek ve sanatın gerçekte hermetik bir yanı vardır. Hepsi bütün isteyenlere açık bilgiler oluşturur. Ancak bu bilgilerin yine de belirli ön koşulları yerine getiren belli özellikleri gösteren kimselerden gayrısına geçmemesi belli bir ocağın ya da birliğin malı olarak kalmasını sağlamaya yönelik önlemler alırlar. Bu tür yönelişlerin nedeni ve düzeneği çok incelenmiştir ve anlatmakla bitmez, özellikle aydınlanma çağının sonlarına değin bu tür “kapalı kapılar ardında” oluşup gelişen böyle bilgi ve beceriler, hele başarılıysalar, saygınlık uyandırıyorlarsa ve yaygın yandaşlar bulma olasılıkları da varsa aynı zamanda çok da düşman kazanırlar. Bu düşmanlıklar çoğu kez ölümcül ve yıkıcıdır. Hipnozun geçmişindeki bu tür sayfalarda giderek, onun daha gizemli ve gizli ortamlarda topluluklarda ve derneklerde kullanılmasına yol açmıştır.

İsa'dan önceki ve sonraki yüzyıllarda Roma egemenliğinin baskısı altında kimi toplumsal gelişmeler gösteren Yahudi inancı da kendi içinde bu tür gizem toplulukları geliştirmiş, bunlardan Hristiyanlar’ın doğuş ve gelişiminde de büyük rolü olduğu anlaşılan Esse'ler o çağda İskenderiye'de toplanmış olan bilgiler ve bilginler kümesi arasında benzeri gizem bilgileri ile uğraşan bir sistem oluşturmuşlardı. Sonra Kabala öğretisi olarak süren bu ayrım da aynı şekilde hipnoz yöntemi ve hipnotik bilgiyi büyük ölçüde toplamış ve kullanmış olsa gerek.

İLK HİPNOZ HEKİMİ BRAİD

Manchester’deki göz hekimi James Braid 13.11.1841’de bir hipnoz gösterisine katıldı. Eğlenceli bir hokkabazlık izleyeceğinden kuşkusu yoktu. Gösteriyi izlerken yavaş yavaş yerinde doğruldu ve olup biteni daha dikkatli izlemeye başladı. Çünkü uyutulan kişinin bu manyetik uykuya girmeden önce, göz kapaklarının garip bir biçimde titreyip kırpışmakta olduğunu görmüştü. Bu olgu, o zamana kadar kimsenin dikkatini çekmemişti. Kuşkusuz Braid’in de dikkatini çekmezdi. Tabi eğer o, bir göz hekimi ve keskin bir gözlemci olmasaydı! Bunu görür görmez, bu göz kapağı seyirmesinin taklit edilemeyeceğini, istemli olarak yapılmasının mümkün olmadığını hemen fark etmişti. O halde bu olay bir hokkabazlık ya da sahtekarlık olamazdı ama istemli olarak yapılamayan bu seyirmenin nedenini de merak etmişti.

Braid katıldığı her gösteride aynı seyirmeyi görünce bu uykunun hemen öncesinde gözlerde bir yorgunluğun, bir bitkinlik duygusunun olması gerektiği sonucuna vardı. Muayenehanesine sürekli gelip giden madencilerden bir genci koltuğa oturtarak karşısına koydu boş bir şişeye sürekli bakmasını istedi. Üç dakika içinde genç işçinin gözlerinde aynı seyirme başladı ve hemen ardından da genç, derin bir uykuya daldı. Durum Doktor Braid için apaçıktı: Demek ki şu ünlü uykuyu sağlamakta kişisel ya da kişilerarası bir mıknatıs etkisi söz konusu değildi. 19. yüzyılın bilinçli bir hekime olarak Braid disiplinli bir şekilde düşünmeye koyuldu. Demek ki burada söz konusu olan bir kişiden hasta ya da deneye doğru iletilen bir güç değildi. Bu doğrudan doğruya yöne yönlendirilmiş bir uykudan ibaretti. Uyuyabilmek için hayali bir otlakta ki koyunları saymak ya da bir konferansı dikkatlice izlerken uyuyup kalmak gibi bir şeydi ama kuşkusuz ki esas olan bir uykuydu.

Braid bu uykuyu eski Yunanca uyku anlamına gelen hypnos sözcüğünden türeterek hipnoz diye adlandırmanın daha doğru olacağını ileri sürdü. Eğer bu bir uykuysa ne menem bir uykuydu. Kişi bu uyku sırasında konuşabiliyo, soruları yanıtlayabiliyor, verilen emirlere uyuyor, yürüyüp hareket edebiliyor ve bu sırada gözleri de açık olabiliyor ve bu uykuda yürürken önüne konulan engelleri görüyor, onlara çarpıp tökezlemeden yolunu bulabiliyordu. O halde bu tam derin bir uyku değil, değişik bir uyku biçimi, o sıralarda tıbbı epeyce uğraştıran uykuda yürüme yani somnambulizm gibi bir şey olmalıydı. Bu yüzden de sadece uyku olarak değil de uykululuk durumu gibi bir anlama gelecek biçimde o günlerde tıptaki adlandırmalarda çok kullanılan bir türetme ile psikoz der gibi hipnoz demek daha doğru olacaktı. Kendi yaptığı deneylerde bir nesneye bakışları fikse etmenin hipnoz için yeterli olduğunu saptanmıştı.

Sürekli aynı yere bakışla görme sinirini göz küresini ve göz kapaklarını hareket ettiren kasların uyarılabilirliği azalıyor. Bu sırada konsantrasyon sonucu solunum azalıyor. Bu da beyindeki kan dolaşımını azaltıyordu. Göz yuvarlağı kuruyor bunun sonucunda da o bilinen seyirme başlıyor, sonunda da göz kapakları düşüyordu. Ancak bu arada hipnozun psişik yönü de unutulmamalıydı. Braid çalışmalarında bu uykuda bilinç yitiminin değil, tam tersine artmış bir konsantrasyonun ve yüksek bir iradenin söz söz konusu olduğunu da sezmişti. Büyük bir karşıtlar cephesi ile savaşmak zorunda kaldı. Onun asıl amacı bu yöntemi ameliyatlar sırasında ağrı duygusunu ortadan kaldırmada yani anestezi için kullanabilmekti ki bu öngörüsünde de haklı olduğunu bugün kesinlikle biliyoruz.


CHARCOT, BERNHEİM VE FREUD

Bundan 30 yıl sonra büyük bir bilim adamı Jean Martin Charcot, Paris'te hipnozu yeniden ele aldı. Ondan 7 veya 8 yıl sonra da Nancy De Bernheim aynı konuda çalışmalara başladı. Bernheim’a göre hipnozun mekanizması denek olan kişinin kendisinde yatıyordu. Bu açıklamaya göre denek ya da hasta telkini açık bir durumda bulunduğu ve kendi düş gücü içinde yoğunlaştığı için hipnoz adı verilen durum ortaya çıkmaktaydı. Yani bütün olup bitenler hipnotize olan kişinin kendi ruhsal yaşamı içinde olup bitiyordu. Hipnozu yapan yalnızca bir aracı ve dikkatin yoğunlaşarak yönetimin devredildiği bir obje idi. Hipnoz olayının yalnızca hipnotize olan kişinin düş gücü ve Telkin altına girme isteğine bağlı olduğunu ileri süren Bernheim ve Nancy Okulu bu savaşı giderek yitirdi ama bugün aslında onların haklı olduğunu artık biliyoruz.

TELKİN 

Telkin çok kaba bir tanımlamayla bir kişinin bir başka kişiyi, daha çok sözel bir etki ile kendi inanç, düşünce ve mantık sistemi içine alması, onun kendisine yabancı bir düşünce, inanç ya da mantığı kabul etmesini sağlamasıdır. Bunda bir tarafta oluşturulan bir zihinsel ürünün, bu ürüne sahip olmayan hatta bu ürüne karşıt ürünler üretmekte olan bir başka zihne transferi söz konusudur. Bu olayda bir kişinin duygu ve düşünceleri karşısındakinin duygu ve düşüncelerini basitçe işgal etmekle yetinmez, karşısındaki kişi tarafından kendi duygu ve düşünceleriymişcesine benimsenir.

Telkin dediğimiz süreçte ikinci zihin, yani alıcının zihinsel yapısı diğer zamanlarda var olan yeti ve yeteneklerini terk ederek karşısından gelene teslim olmaktadır. Burada iki zihin sanki tek bir zihin oluyor gibidir. Buna iki kişi arasında bir “biz” oluşması diyoruz. İşte önce Mesmerizm daha sonra Manyetizm ve sonunda da Hipnotizm adı verilmiş olan olay en başta bir telkin olayıdır. Örneğin biz televizyonda heyecanlı bir gerilim ya da korku filmi izlerken, aynı anda yorulan bacağımızın yerini değiştirir, koltuktaki durumumuzu düzeltir, aynı anda kolumuzu taşıyabilir ve dilimiz de kuruyan ağzımızı farkedebilir. Bu sırada kalbimiz de daha hızlı çarpma emri almakta, kan basıncımız da hafifçe yükselmektedir. O sırada midemiz ise az önce yediğimiz tuzlu fıstığı sindirmek için uğraşmakta, bu daha önce yemiş olduğumuz meyve ile pek uyuşmadığı için de hafifçe bulanarak, bize bu fıstığı dışarı atmanın uygun olabileceğine ilişkin sinyaller vermektedir. Bunların hiçbirinin farkında olmayız ama bütün işler yolunda yürümektedir. Oysa sinir sistemine bir kez giren hiçbir uyaran orada unutulmaz, mutlaka bir yerlerde depolanır. Bu hiç farkında olmadığımız uyaranların kaydedilip depolandığını kimi çok acayip durumlarda izleyebiliriz. Örneğin dikkatimiz dışında gelen uyarılardan herhangi biri olağandışı bir şey kaydetmeye başlarsa birden bütün dikkatimizi heyecanlı filmden çekip ona yönlendirmemizi sağlar. Jung'un anlattığı bir örneği ile nakledebiliriz. Çalışkan ve sağlıklı bir sekreter hanım o ana kadar hiçbir yakınması yokken 10 sularında birden bire, bir baş ağrısı ile kıvranmaya başlar ve çalışamaz hale gelir. Ortada görünür, bilinir hiçbir neden yoktur. Gerçekte ise o hanım 2 hafta önce sisli bir sabah saatinde sevgilisini bir iş gezisi için uğurlamıştır ve adamın orada epey eğlenebileceği varsayımıyla belirsiz bir kıskançlık huzursuzluğu içindedir. O sabah büroda çalışırken birden uzakta öten bir sis düdüğünü duymuş, bu düdük sesi ayrılış anındaki sesi, o da ayrılıştaki kaygıyı anımsatarak günlerdir bastırılmış kaygının bir baş ağrısı ile patlamasına yol açmıştır. Kadıncağız o sis düdüğü sesini hiç farketmemiştir ve bu gerçek, haydi o kadarcık ipucu verelim ancak hipnozla açığa çıkarılabilmiştir.

Dikkat gündelik yaşamımızda bizi o an için ilgilendiren noktaya en uyanık bir biçimde fikse olmamızı sağlayan aracımızdır. O an için ilgilendiğimiz nesne bizim için çok yoğun bir zihinsel çabayı gerektiriyorsa, bu dikkatin yoğunluk odağı gittikçe daralır; bir “nokta dikkat” halini alır. Buna karşılık yoğunlaşma azalınca çevrede de bir büyüme ve genişleme görülür. Örneğin hem bir arkadaşımızla hararetli bir tartışma sürdürüp hem de o sırada bir merdivenden yavaş yavaş inebiliriz ama zor bir matematik problemini çözmeye yoğunlaştığımız sırada o merdivenden inmeye çalışırsak tökezlemek mukadder olur. Bir matematik problemi çözerken yapabileceğimiz yan işler ancak kafamızı kaşımak ya da kurşun kalemin başını çiğnemek cinsinden olabilir. Aynı şekilde çok yoğun ulaştığımız sırada etrafta olup bitenin de pek farkında olmayabiliriz.

İşte hipnozda söz konusu olan ilk olay budur yani kişinin dikkatini olağandan çok daha yoğun olarak bir şeye doğru toplaması yoğunlaştırmasıdır. Şimdi bir de dikkat olayının hepimizin sık sık başına gelen ama farkına varamadığımız bir başka özelliğini görelim. Bilinçli ve yükselmiş bir dikkat, izlediğimiz ve algılamaya çalıştığımız bir şey üzerinde yoğunlaşmışken çevremizde olup bitenlerin pek farkına varamayız dedik. Ancak o çevreden gelen başka uyaranlar da almaçlarımıza yani duyu organlarımıza sürekli olarak gelmektedir ve bunlar da alınan bilgiler olarak yukarıda anlattığımız ikincil ve üçüncül radarların bilgileri gibi depo edilmektedir. İşte kimi zaman bu ikincil uyaranların da bilinçli dikkat eşiğine yaklaştığı olur. O zaman daha da garip bir şey olur ve iki bilginin birbirleriyle hiç ilgili olmasalarda iç içe ve üst üste geçtiği görülür.

Yukarıda anlatılan başı ağrıyan sekreter örneğinde de buna benzer bir durum oluşmuştur. Ayrılık acısına yoğun biçimde gömülmüş, kendi dikkat edilmeden belleğe giren sis gerçeği bir sis düdüğü ile temel ayrılık acısını canlandırıvermiştir. Reklamcılık çalışmalarında kullanılan bir aygıt vardır tachistoskop adı verilen bu araç aynı ekrana iki diayı birlikte ya da iç içe projekte edebilen bir projeksiyon aygıtıdır. Bununla bir resim ekrana projekte edilmekteyken, yandan verilen ikinci bir projektör ışınıyla ve aradaki bir ayna yardımıyla ikinci bir dia aynı ekrana ya ilk resmin yerine ya da onun içine projekte edilir. Kısa süren bu verişten sonra ikinci projektör gene söner. Bir resmin bilinçle algılanması için en az 0.7 saniye kadar görülmesi gerekir. Bu aygıtta verilen iki resimler ise bu sürenin biraz altında ya da üstünde verilir. Yani bilinçli olarak algılanamaz ancak sonradan deneklere ezberden projeksiyonla ekranda ne gördüklerini çizmeleri istendiğinde deneklerin yaptıkları eskizler de iki resmin garip bir şekilde üst üste bindirildiği görülür. Bir resmin içine ya da bir film gösterirken aynı teknikle araya serpiştirilecek kısa ve emir kipinde tümcelerin de aynı şekilde bilinçdışı ya da daha doğrusu bilinç kenarından algılandığı ve deneklerin sanki kendi istekleriymiş gibi o emri yerine getirdikleri görülür.

Ancak benzeri ve daha ince yöntemler her gün görsel basında kullanılıp durmaktadır. Bu tür propagandalara maruz kalmış kimselerde onu izleyen süreçte özgür istençten söz etmek olası değildir. Telkinin temel yönetimi yukarıda da belirtildiği gibi telkin eden ve telkini alanın iki ayrı kişi olarak varlıklarını ortak bir bizde kaynaştırmaktan ibarettir. Bu bizim düşünce ve tepkileri herhangi bir dirençle karşılaşmaksızın alıcı tarafın kendi duygu düşünce ve tepkisi gibi işlemeye başlar.

Hipnoz Nasıl Yapılır ve Hipnozla Ne Olur?

Hipnozda her zaman biraz büyülü ve gizemli bir şeyler bulunduğu için çoğunlukla görsel dikkati çekebilecek bir cisim kullanılır. Bu bir metal çubuğun ucu, bir kristal parçası ya da bir zincirin ya da kordonun ucuna asılı herhangi bir mücevher taş ya da azıcık gizem taşıyan bir talisman olabilir. Çok daha basitçe tükenmez kalemin ucu, masa üzerindeki bir kutunun köşesi ya da doğrudan doğruya işaret parmağının ucu da olabilir. Kişiye bu noktayı çok net görecek şekilde dikkatle bakması gözlerini mümkün olduğu kadar kırpmadan dikkatle ona dikmesini ve ona konsantre olması söylenir.

İkinci unsur deneyin, güvenini ve rahatlamasını sağlamaktır. Bunun için olabildiğince sakin monoton ve  yumuşak bir sesle bu nesneye baktıkça güveninin artacağını, gevşeyeceği ve  rahatlayacağı söylenir. Güvenli bir ortamda olduğu, bu güvenin tatlı bir duygu sağladığı belirtilir. Bu tatlı güven ve huzur duygusunun tadını çıkarması söylenir. Bu sözlerin emir kipinde değil de zaten oluyormuş gibi söylenmesi daha iyidir. Yani “parmağımın ucuna bakın” yerine “parmağımın ucuna bakıyorsunuz, bütün dikkatinizi ona topluyorsunuz” şeklinde konuşmak yeğlenir. Çünkü emirler genellikle tepki ve gerilim yaratırlar. Öbürü ise durum saptamak gibidir. Bu sırada hipnotizör normal olarak ortaya çıkması gereken kimi belirtileri kişinin duyacağından emin olduğumuz bazı duyguları, kendi telkini sonucunda oluşuyormuş gibi söylemeye dikkat eder. Örneğin “bütün dikkatinizle parmağımın ucuna bakarken onu bazen net bazen bulanık görüyorsunuz” der çünkü biliyoruz ki normal okuma uzaklığından biraz daha yakında tutulan bir cisme sürekli bir bakışta, gözler ortaya doğru yaklaşmak zorundadır ve uzun süre aynı durumda kalan göz kaslarında hafif bir yorgunluk ortaya çıkar ve düzenli aralıklarla gözü gevşetir, derken göz bebekleri olması gereken açıdan dışa doğru açılınca da cisim çift görülür. Bu da önce cismin bulanması şeklinde algılanacaktır.

Bu sırada cisim yavaş yavaş yaklaştırarak yukarıya doğru hareket ettirilir. Göz küreleri gittikçe daha yaklaşmak ve yukarıya doğru hareket etmek zorunda kalır. Böylece göz kapaklarının da biraz yorulması sağlanır. “Gözleriniz gittikçe yoruluyor, göz kapaklarınız ağırlaşıyor, onların kapatıp dinlendirmek istiyorsunuz fakat parmağımı izleyeceğinizi biliyorsunuz, bütün dikkatinizi toplamaya çalışıyorsunuz gene de parmak ucum bazen net bazen bulanık görünüyor. Onu izlemekten yoruyorsunuz, uykunuz varmış gibi göz kapaklarınızı açık tutmak da zorlanıyorsunuz.” Dikkat edilirse verilen bütün emirler zaten olacak olanları önceden haber vermek gibidir ama söylenenlerin olması sözlerin etkinliği duygusunu pekiştirmektedir. Olanların hipnotizörün isteğine göre olduğu sanısı uyanacaktır. Bu sırada çok yavaş bir hızla parmak yukarıya doğru hareket ettirirken son emirler gelmeye başlar. “Artık göz kapaklarınızı açık tutamayacağınız hissediyorsunuz. Kapaklar çok ağırlaştı, onları düşmeye bırakmak istiyorsunuz. Yavaş yavaş gözleriniz kapanıyor. Parmağımın ucunda dikkatle bakmak istemenize karşın gözleriniz kapanıyor. Gözleriniz kapanıyor, gözleriniz kapandı. Kendinizi son derece rahat ve güvende hissediyorsunuz.” Burada da olan haber verilmektedir. Gerçekten göz kapakları artık yorulmuştur ve gözler acımakta yaşanmaktadır. Göz kapaklarında Braid'in saptadığı seyirmeler başlamıştır. Tam o sırada göz kapaklarının kapanması bütün dikkatini toplanmış olduğu göz kaslarının birden gevşemesi ve rahatlaması zaten kendiliğinden gelen bir rahatlık duygusu olarak algılanacak tır. Böylelikle hipnotizör gittikçe her dediği olan biri olmaktadır. Artık hipnoz başlamıştır.

Hipnoza giriş sırasında, kişi gerçekten uykuya da girebilir. Bunun ilginç bir konferansı pür dikkat dinlerken uyuyup kalmaktan hiçbir farkı yoktur ama hipnoz seansı açısından yine de bir iş kazası sayılır. Bu sırada gerçek bir uyku durumu olmadığını neden ve nasıl anlıyoruz Nasıl bu kadar emin olabiliyoruz?

Uyku genellikle bilinçli olarak karar verilen bir uykuya giriş aşaması ile başlar. Bu sırada bilinç deneyimlerinden bildiği uyutma çabalarına yoğunlaşmıştır. Yani bir tür kendi kendine telkin ve otohipnoz uygulanmaktadır. EEG’de de buna uygun olarak beta dalgalarının yavaşladığı ve dalga boylarının salınımlarının da büyümeye başladığı görülür. Dalgalar 12-14 Herz arasında dolaşır. Zaman zaman Alfa da dediğimiz 13 Hz arası amplitüdlü dalgalar görünüp kaybolur. EEG giderek desinkronize hızlı aktiviteye geçer. Bundan sonra gelen ikinci aşamada 14-12 Hz bataryalarının serpili olduğu düşük voltajlı karışık frekanslı görece daha düzenli bir aşama görülür. Uyku artık başlamıştır ve bu aşama bütün uyku süresinin neredeyse yarısını kaplayacak şekilde zaman zaman ortaya çıkar. Bu aşamada iken uyandırılmak kolaydır ve vücudun da sık sık büyük hareketler yaptığı, yer değiştirdiği, döndüğü kol ve bacakların büyük hareketler yaptığı görülür.

Üçüncü aşamada EEG'de yüksek amplitüdlü yavaş dalgalar görülür. Bu dalgalara biz Delta dalgaları adını veriyoruz. Bu sırada daha yavaş kol, bacak hareketleri görülebilir. 3 veya 8 arası olan dalgalara teta 1 ve 3 Hz arasındakilere Delta dalgaları adı verilir. işte uykunun üçüncü aşamasında Delta dalgaları arasında serpili Theta grupları görülür. En derin dört aşamada ise saf Delta dalgaları vardır ve vücut hareketleri de artık görülmez. Uykunun yaklaşık 90. dakikasında birden bir aşamayı andıran dalgalar ortaya çıkar ve bu sırada kişide göz küresinin düzensiz hızlı hareketleri gözlenir. Beden tümüyle hareketsizdir ancak kısa sıçramalar görülebilir. İlk ortaya çıkışında bir, iki dakika süren ve bütün uyku boyunca düzenli olarak ortaya çıkan, her ortaya çıkışında bir öncekinin yaklaşık üç katı kadar süren u döneme, hızlı göz hareketleri dönemi diyoruz. (REM)

Düş işte bu sırada görülür. Bu dönemler gittikçe uzayarak sabaha karşı 30-40 dakikalık bir uzunluğa erişir. Uykudan tümüyle farklı olan bu dönem, her insanın mutlaka yaşaması gereken bir şeydir ve sağlık için uykunun bütününden daha önemlidir. Bu yöntemle yapılan incelemeler hipnoz sırasında işte bu az önce anlatılan uyku modellerinden hiç birinin olmadığını kesinlikle ortaya çıkarmıştır. Hipnoz sırasında beynin elektrik aktivitesi uykuda ancak uykuya giriş sırasında zaman zaman görünüp kaybolan Alfa tipi aktivitedir. Bu 8 ve 13 Hz sıklığındaki aktivite hipnoz boyunca devam eder. Bu aktivite tipi hipnozdan başka, uykuya dalış sırasında, muayene amacıyla yapılan EEG muayenelerini için sükunet halinde yatılırken de ortaya çıkar. Hipnozun EEG bakımından uykuda gezmek anlamına gelen somnambulizm ile de ilgisi yoktur. Uykuda gezmek ve konuşmak ancak derin 4. aşama uykuda yani Delta aktivitesi ile görülür. Hipnoz sırasında ise Delta hiç görünmez. Özetle bütün bunların anlamı, hipnoz sırasında kişinin genel olarak gevşemiş, uyuklar gibi fakat tam uyanık olduğu bir durumda bulunduğudur.

Bizim bilinçdışı diyebileceğimiz bütün zihin süreçleri de işlevlerini birincil sürece göre sürdürürler. Bilinçdışı ise yılın 365 günü, günün 24 saati ve her dakikası durmaksızın çalışır. İkincil süreç düşünce ise ancak sonradan zahmetle ve yalnızca belli işleri görmek üzere geliştirilmiş küçücük bir alana özeldir. İşleyişi çok daha fazla enerji gerektiren bu küçük alan, bilinçli uyanıklık ve dikkat dediğimiz çaba ile çalışmaktadır. Bu bilinçli dikkatin bir odağa toplandığı durumlarda eğer o odakta ani küçük değişiklikler olmuyorsa bu dikkatin ayrılması ve başka algılama kırıntılarını taraması gerekir. Bunu yapmaksızın aynı noktaya doğru konsantrasyon sürdüğünde yalnız yukarıda anlatılan göz yorulması değil, dikkatte ve genel olarak bilinçte de monotonluk ve yorgunluk belirtileri ortaya çıkmakta gecikmez. İşte bu genel durum subjektif olarak uykunun birinci aşamasını çok andırır. Bilinç böyle bir durumda zayıflar ve zaten sürekli çalışmakta olan bilinçaltı, ortaya çıkan açığı kapatır. Bu da ikincil sürecin geri çekilip hatta tümüyle iptal edilip, yerini birincil sürece bırakması demektir. Birincil süreçte zihin içinde beliren bir düşüncenin kime ait olduğu bile önemini yitirir.

Hipnotizörle denek daha önce anlatılmış olan bir “biz” birliği oluşturduklarında hipnotizör tarafından deneğe verilen herhangi bir fikir artık yabancı bir fikir olmaktan çıkar ve “biz” im fikrimiz olur. Birincil süreç için bu tür mülkiyet ve kimlik kavramlarının zaten hiç önemi yoktur. Aklımıza nereden gelmiş olursa olsun, gelmiş olan fikir geçerli bir fikirdir ve bizimdir. Eğer hipnotizör deneğe örneğin kalkıp milli marşı söylemesini ya da kravatını yemesini söylemişse bu denek tarafından aynen kendi fikriymiş gibi algılanır. Mantıklı ikincil sürecin kabul edeceği bir gerekçe ve neden mutlaka gerekliyse denek, kendi repertuarından bu hareket için uygun bir gerekçe buluverir. Örneğin bunu şaka olsun diye yaptığını söyleyip işin içinden çıkar ya da kravatın ipek olduğunu, ipeğin protein içerdiğini, dolayısıyla da yenilebileceğini söyleyerek tartışmaya kalkar.

Hipnozun ulaştığı derinlik çok çeşitli olabilir. Çok yüzeysel bir hipnozdan tam transta derin bir bilinç daralması içinde çok yoğun bir hipnoza kadar çeşitli derecelere ulaşılabilir.

Kimler hipnotize edilebilir?

Dikkatini herhangi bir şey üzerine toplamayı becerebilen herkes hipnotize edilebilir. Herkes hipnotize edilir ancak ileri derecede geri zekalılar ve dikkati çok dağınık olan manik eksitasyon içindeki hastalar, verilen emri anlayamadıkları için ya da kendilerini konsantre edemeyecekleri için hipnoza alınamazlar.

Hipnoz uzmanları, asla hipnotize edilemeyeceklerini söyleyen kimseleri bıyık altından gülümseyerek dinler ve onları çok severler. Çünkü bu arkadaşlar özellikle, çok kolay hipnoza girerler. Bunun nedeni hipnotizörün etkisine direnmek amacıyla gerilmiş ve dolayısıyla da istediğimiz dikkat yoğunluğuna önceden girmiş ve yorulmaya da başlamış olmalarıdır.

Kitle hipnozları yine tıpatıp aynı yöntemlerle politik sahnelerde de bol bol kullanılır. Örneğin Hitler'in propaganda bakanı olan doktor Göbbels bunun gelmiş geçmiş en büyük ustalarından biriydi ama hep böyle yaban sahneler olması gerekmez.

Kitleler bazen tam tersi sahnelere de yanıt verirler. Jimmy Carter başkanlık seçimini adaylığını koyduğu sırada bütün toplantılarda ve televizyon ekranlarına karşı yaptığı da bunun tipik bir örneğiydi. Uzunca boylu, oldukça yakışıklı sayılabilecek sempatik görünüşlü birisi, küçük kürsüye geliyor alkışların dinmesine yetecek kadar bekleyip, yüzünde çocuksu ve mahcup bir ifade ile “My name is Jimmy Carter, I want to be The President” diyor o kadar.  Bir an sessizlik ve bütün kalabalık bir daha çığlıklarla deliler gibi gülmeye başlıyor. Oyun kazanılmıştır. Hipnoz mükemmeldir çünkü adam yalnızca her Amerikalının iliklerine işlemiş olan Amerikan masalının sözünü söylemiştir. Herkes başkan olabilir ve herkes de başkan olmak ister. Bir anda o ünlü “Biz” oluşmuştur. Oy verme günü hepsi kendi içlerindeki o çocuğa, Jimmy Carter'a oy verecektir.

Transın Özellikleri

Gerçekte bizim en bilinçli ve istençli olduğumuzu sandığımız anlarda bile yaptıklarımızın, düşündüklerimizin ve algıladıklarımızın hemen hemen tamamı birkaç milyon yıl önceki mağara adamı atalarımızdan, hatta önemli bir bölümü de maymun atalarımızdan gelen yönelişlerin komutası altındadır ve üzerinde en küçük bir düşünce kırıntısı olmaksızın yapılır. İşte bütün hipnoz seanslarının neredeyse olmazsa olmaz koşulu olan trans da gerçekte böyle hiç düşünmeden kendiliğinden alınan bir konumdan ibarettir. İnsanlarda bilinçli denilebilecek bir durum vardır. Bir de bu bilincin her zamanki gibi açık uyanık olmadığı durumlar vardır. Bunlar derin uyku durumu, uykulu durum, bilinçsizlik durumu şeklinde gözlenebilir ve özgür bilincin etkin olmadığı düşünülen böyle bir duruma trans ya da hipnotik trans denilmektedir.

Hipnotik trans durumu bazen kendiliğinden de olabilir ama genellikle belirli gücü olan ya da belirli yöntemleri kullanan kimseler tarafından yapılabilir. Bu belirli yetenekli kimselerin bakışlarında gizli bir güç vardır ya da kişilikleri biraz gizemlidir. Belirli yöntemlerde de genellikle gözlerin bir noktaya fikse edilmesi bunun için dikkati bir noktaya toplayacak hareketler yapması, gevşeme telkinleri yapılması, uyku telkinleri yapılması gibi uygulamalar bulunmalıdır. Deneklere ya da izleyicilere özgün bir duruma geçireceği genel bilinç durumunu ortadan kaldıracak insanların o pek sevdiği özgür istenci esir alabilecek bir gücün ya da yöntemin şu anda iş başında olduğu izlenim ve inancını uyandırmalıdır. Bu inanca dayalı benzeri yöntemleri yüz binlerce yıldan bu yana bütün büyücüler, şamanlar, üfürükçüler, falcılar, medyumlar, rahip ve keşişler ister inanarak ister doğrudan doğruya inanmadan amaçlayarak olsun kullanmışlardır. Bütün yöntemler de ortak bir şeyler vardır. Bir vecd durumunu amaçlayan ya da vaat eden tarikat ve mezheplerde de bütün gruba etkin olabilecek bir yöneticinin kullandığı yöntemlerle böyle bir etki oluşur. O gruba katılanlarda da bu beklenti vardır hepsi şeyh bize yol göstersin de vecde girmeye başlayalım beklentisi içindedir.

Hipnotik transa giren kimseler, bu duruma sadece kısa bir an için girmezler. Tersine, bu durum çok uzun sürebilir ve transı oluşturulmuş olan kimsenin vereceği bir uyarı olmaksızın bu durumdan çıkamazlar çoğu zaman bu çok özgün komut, o çok özgün kimseden gelmek zorundadır.

Hipnoz sonunda bu yaşantıları tümden unutur ve hiç hatırlamazlar. Bu tür fenomenler karşısında, izleyenler ve onu yaşayanlar hep ikiye ayrılırlar bu olguları gerçek olarak kabul edenler ve ondan etkilenenler ile bulgulardan etkilenmeyen durumu, komik garip ve sahte bulanlar ancak konuyu bilimsel olarak incelemekte olanlarda görülen bu ayrımda temel olarak hipnotik durum ya da telkin kavramları değişmeden kalır. Örneğin hipnozun etkinliğini kabul edenlere göre hipnoz durumunda yaşanan ve yapılanlar gerçek olgu ve yetkilerdir, öbürlerine göre ise bu yaşantı ve yetiler gerçek olmayıp kişinin sadece öyle sanması sonucu olmaktadır. Dikkat edilirse her ikisi de hipnoz seansında içsel ve dışsal etkilerle bir durum oluşmuş olduğuna hemfikirdir. Durumun kendisi üzerinde tartışma yoktur.

Hipnotik transın kimi dereceleri vardır. Hafif, orta,derin ve çok derin olabilir. Bazen olamayacak kadar derin olması da mümkündür ve bu durum amaçlanmış ve beklenmedik bir kaza sayılmalıdır. Hipnozun derinliği arttıkça yani hipnoz derinleştikçe hipnozitörün istencinin etkisi altına girme yetkisi de artar. Çok derin transta deneyin istenci tümüyle ortadan kalkar.

Alternatif Hipnoz Çeşitleri

Amerikalı Hekim Milton H. Erickson 1930'lu yılların başından beri daha değişik ve özgün bir teknikle hipnozu kullanmakta ve hipnoza dayalı özgün bir tedavi modeli geliştirmiş bulunmaktadır. Onun yönteminin en önemli özelliği hipnozun indüksiyonunda yani başlangıcındadır. Erikson hipnozu uygulamayı bütün klasik yöntemlerin başvurduğu etki uyandırıcı yöntemlerin hiçbirine başvurmaksızın, doğrudan doğruya başlatmaktadır. Onun seansları ilk başvuran hastalarda tümüyle havadan sudan konuşmalarla başlar. Terapi odasında hazırlanmış olan tek trik, odanın herkesin ilgisini çekebilecek ıvır zıvırlar ile dolu olmasıdır. Duvarda resimler, raflarda masanın üstünde çeşitli biblolar, çeşitli mineral örnekleri, taşlar, değerli taşlar, çoğu sanat ve edebiyatla ilgili kitaplar, tıpla ilgili olan atlaslar ve bol resimli kitaplar, odanın çeşitli yerlerinde saksılar içinde egzotik ve normal çiçekler, bonzai açıkları antika mobilya parçaları vardır. Erikson kendisi de sempatik yüzü fakat ağır bir çocuk felci sonrası kötürümdür. Kalın atellere sarılı olan bacakları üzerinde ancak iki koltuk değneği ile ve yine de zahmetle adım atabilmektedir. Vücudunun üst tarafı felçli ve sakat alt tarafı ile tam bir içindedir. Erken ağarmış bembeyaz saçlarının çerçevelediği güzel bir başı ve genellikle beyaz marjinal izlenimi veren bir giyinişi vardır. Boynunda ağır bir zincirle asılı, renkli taşlı bir tane pantantif bulunmaktadır. Mr. Hypnose’a çıkmış adıyla birlikte dört başı mamur bir karizma oluşturmaktadır. Havadan sudan konuşması, hastanın bakışlarını izleyerek fark ettiği ilgi odaklarına yönelir. Örneğin hasta, duvardaki bir tabloyla biraz fazla ilgilenmişse konu genel olarak resim sanatına, o ressama ya da o resme yönelir. Hastanın dikkati belirli bir şeye toplanmamış, hasta kendi ilgi alanlarından hiçbir ipucu vermemiş bile olsa, herkesin ilgileneceğinden emin olduğu nesne ya da özelliklerden biri üzerinde söyleşi koyulaştırılması pek zor olmaz. Örneğin mineralleri sevdiğini söyleyip taşlardan birini eline alır ya da boynundaki kolyenin özelliklerinden söz etmeye başlar. Her türlü söyleşide hastanın dikkatini, kendi gösterdiği bir başka noktaya doğru çekmektedir. Böylece hasta dikkatini Erikson'un istencini uygun olarak yönlendirmeye kendini tam olarak bırakır. Bu arada Erikson konuyla hastaya konuyla ilgili olmayan sorular sorarak hastanın dikkatini bir anda konu olan objeden çekip, soruya yönetmekte ve yanıtı alınca yeniden bir objeye yöneltmektedir. Çeyrek ya da yarım saatlik bir söyleşi gezintisi sonunda hasta tümüyle Erikson tarafından yönlendirilir hale gelmiştir. Ayrıca bu hoş söyleşi sayesinde gevşemiş ve rahatlamıştır. Ondan sonra Erikson yalnızca şimdi gözlerini kapat ve uyu der. Söyleşi sırasında çoktan başlamış olan hipnoz hemen trans sağlar. Erikson bazen bu emre bile hiç başvurmaz ve transın öbür aşamalarına söyleşinin içindeyken geçer istencini terapistle birleştirilmesi ve “biz” oluşumu o denli tamdır ki böyle indikçe edilmemiş olan yani hastanın uyumasının söylenmemiş olduğu durumlarda bile hasta Erikson'un bir başkasıyla olan konuşması ile kendisine söyledikleri arasında tam bir ayrım yapabilir. Yani Erikson o sırada bir başkasıyla konuşabilir. Açıklamalar yapabilir ya da telefonda konuşabilir, hasta bu konuşmalara hiç bir tepki göstermez ve ancak kendisine söylenen sözler ile ilgilenir. Hipnoza getirdiği en büyük yenilik bu anlatılan ve normal karizmayla zaten her zaman yapılabilecek olanların dışında, onun negatif hipnoz dediği, kişiye bir şeyi yapmasını söylemek yerine bir şeyi yapmayabileceğini söylemektir. Yani bütün dikkatinizi benim sesime vereceksiniz emri yerine Erikson, “beni dinlemeniz gerekmez benim sesimi hiç işitmeyebilirsiniz, sizin bilinçaltınız zaten sizin yerinizde bunu yapacaktır. Siz o sırada istediğiniz şeyi düşünebilir, düşleyebilirsiniz” demektedir.

İşte telkin öntemlerinde de bu yüzden negatif olasılığı vurgulayarak telkinde bulunmak yöntemi böyle işlemektedir. “Gözlerinizi kapatmanız gerekmez, gözünüzü kapatmak için bile çalışmanız gerekmiyor” dendiğinde denek daha kolay olan yolu yani göz kapaklarını gevşeterek dinlendirmeyi otomatik olarak seçecektir. Bu yöntem hastaya çok büyük bir özgürlük ve seçme hakkı tanımakta, hasta bu büyük özgürlük alanında direncin en az olduğu tarafa doğru ilerlemektedir. Bu yöntemin hipnoz yolu ile terapilerde son derece başarılı olduğu kesindir.

Yapılan araştırmalardan hipnoz ile ilgili şu sonuçlara varıyoruz:

Telkin bir kimseden bir diğerine, bir odaktan topluma doğru gelen bir iletişim aracıdır.
insanlar genel olarak telkinlere açıktırlar. Telkinle gelen duygu ve düşünceler kolaylıkla benimsenebilir ve alınır.

Bilinçaltımıza zaten bir arketip olarak yerleşik olan bu eğilim bir kez faaliyete geçince aynı odaktan yayılan etkiler, doğrudan doğruya kendi duygu ve düşüncesi gibi işlem görür.

Bu bağlamda herkes kolaylıkla hipnotize olur. Hipnoz olmak için olumlu ya da olumsuz duygu ve beklentilerle iletişim kaynağına doğru dikkate odaklamak yeterlidir.

Böyle bir durum, bilinç düzeyinin biraz altında işler. Çünkü bilincin kendilik duygusundan dolayı böyle bir tehlike olarak algılaması normaldir. Bu yüzden de kişi bu etkileşimi kabul edebilmek için bilinçlilik durumunu bir parça düşürür. Böylece kendisine yabancı duygu ve düşünceleri benimsemeye daha hazır bir duruma girer.

Genel olarak hipnoz hoşnut duygular bırakılır. Bunun nedeni bilinçdışı istek ve amaçlarının o sırada dışarı çıkabilmek için bir açık kapı bulmuş olmasıdır. Dışarı çıkmasalar bile üzerlerindeki uyanık baskıyı daha az hissetmeleridir.

Gerçekte kişiler kendilerini gün boyu baskı altında tutan, baskıları hafifletmek gizli amacıyla hipnoza girerler. Dolayısıyla amaçları kendi bilinçli katmanlarının kabul etmediği şeylerin olabilmesini gerçekleştirmektir. Bu yüzden de gün boyu asla kabul edemeyecekleri hareketleri yapabilmek için bir fırsat bulmuş olurlar. Ayrıca bu anda suçu yükleyebilecekleri birisi yani hipnotizör de elde bulunmaktadır. Bu yüzden hipnoz altında ahlakdışı eylemlerde bulunmak da suç işlemek de mümkündür. Ancak bunlara karşı bilinç katmanlarında kalmayıp bilinçaltına kadar yerleşmiş frenler varsa bu frenler hipnoz altında da çalışır. Buna çok uç örnekler vermek için şöyle söyleyebiliriz. Hipnoz altında cinsel ilişki rahatlıkla yapılabilir. Çünkü bu genellikle ancak bilinçli baskı ile durdurulmakta olan bir dürtüdür. Hipnoz altında bizim parafililer dediğimiz çizgi dışı cinsel yönelişleri uygulamak da pekala mümkündür. Çünkü onlar onlar da daha çok toplumsal yönelişler ile durdurulan dürtülere dayalıdır. Ancak hipnoz altında ensest aktı oluşturmak o kadar kolay değildir. Çünkü bu yalnız toplumsal baskılardan değil, daha derin arketipal motiflerden kaynaklanan bir yasaktır. Çok daha ters davranışlar, örneğin zoofili (hayvansevicilik) ya da daha uçta olan nekrofiliyi (ölü sevicilik), eğer bilinçaltına kadar inmiş bir ruhsal bozukluk yoksa başarmak mümkün değildir. Çünkü her ikisi bilinç katmanlarından değil çok derinlerden kaynaklanan yasaklarla baskılanmış durumdadır. O katmanlarsa hipnoz altında değil narkoz altında bile canlı olarak görev başındadır.

Kişinin dikkatinin yoğunlaşmalarıyla, kendi yaşamına ilişkin pek çok ama yeniden ortaya çıkarabilmesi yine uyanık durumda da ancak uzun serbest çağrışım seansları ile sağlanabilir. Sinir sistemine bir kez yeterli bir süre boyunca girmiş olan, yani algılanabilecek kadar alınmış olan hiçbir şey bir daha unutulmaz algılama eşiği altına alınmış olan pek çok uyanan bile bilinçaltında hep saklı durur. Bunların hepsi kolaylık ve yeniden anımsanabilir. Kuşkusuz hipnoz bu amacı çok daha büyük bir hızla yapar. Bugün kullanılışı da zaten bu nedenledir. Ancak bir kimsenin sözümona önceki yaşamına ilişkin öyküler anlatışı gerçekte ancak olgunlaşmamış benliklerin fantezilerinden ibarettir. Bazen kültürler bunu özellikle sağlayabilirler. Örneğin Karayipler’de yaygın olan Voo-doo törenleri zaten bu tür bir toplu hipnoz ve toplu histeri olayıdır ve orada o kültürün gereği olan kimi inanç kökenli algılamalar bu tür fantezilerdir. Kişilerin durup dururken bu tür fantezileri erişkin yaşlarında ortaya çıkartmaları ise erken çocukluk dönemlerinde çözülmemiş ve gelişmemiş EGO benliklerini işaret eder. Bu kimselerin beklenmedik toplumsal mevkilerde bulunması da bir şey anlatmaz. Onlar ne olursa olsun çözülmemiş ve olgunlaşmamış çocuk aşamalarında bulunmaktadır. Küçük çocuklarda kendi gelişim süreçlerinde benzeri fanteziler pek boldur. Ancak bu ileri yaşlarda da bulunuyorsa ilkel ruhsal yapının bir belirtisidir. Hele önceki yaşamında şu ya da bu kralın bir büyük ya da renkli şahsiyetin vücudunu yaşadığını söylemek eskiden bir çare olduğunu ileri sürmek ciddi tedavi gerektiren, olasılıkla ödipal dönemde çözülmemiş bir sorunu gösterir. (Reenkarnasyon diye bir şey yoktur. Kuran- Muminun 23:99: Onlardan birine ölüm gelip çattığı zaman şöyle der, "Rabbim, beni geri döndürünüz."  23:100 "Ki terketmiş bulunduğum şeylerde erdemli işler yapayım." Hayır. Bu onun söylediği bir laftan ibarettir. Diriliş gününe kadar onların ardında bir engel vardır.)

Hipnoz buyruğuyla oluyormuş gibi görünen olaylar gerçekte insanın yetileri içinde bulunan beceri ve yeteneklerdir. Hiçbir doğaüstü ya da doğa dışı olay sözkonusu değildir.

Kaynaklar: Ali Babaoğlu “Hipnotizm”

Yorumlar

  1. Merhaba subliminal telkin hakında bilginiz varsa benimle paylaşırmısınız teşekkür ederim Allah'a amaneet olun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Subliminal telkin gizlenmiş mesajlardır. Bilinciniz direnç oluşturur. Bir gece kulübünün önündeki bodyguard görevlisi gibidir. İçeri almaz. Bilinçaltına doğrudan sızabilmek için bu bodyguard görevlisini oyalamak, ona yakalanmadan yani o fark etmeden içeri sızmak gerekir. Bu da o görevliye saklanarak mümkündür. Subliminal mesajların en nihayetinde bir reklamcılık ve psikolojik telkin içeriği olmasından ötürü, tüketici davranışlarında çok kısıtlı da olsa bir değişim yaratabildiği düşünülmektedir. Bu etki, kişilerin halihazırda sergileme ihtimali olan davranışları pekiştirmek yönündedir.

      Subliminal telkinlerde mesajlar dinlenen müziğin ardında gizlidir. İnsan kulağı belli bir desibel ses aralığına kadar duyar, telkinler böylece bilinçli zihninize takılmadan direk bilinçaltına gider, bu yüzden müziği dinlerken asla telkini duymazsınız. Böylece mantığınız da size verilmiş telkinleri sorgulayamaz. Bunu akademik olarak test eden araştırmacılar, subliminal mesajlar ile istenen yönde davranış değişikliği arasında bir ilişki tespit edememiştir. Örneğin bir çalışmada, deneklerin hepsi hafıza ve özgüven testlerinden geçirilmiştir. Sonrasında her birine subliminal mesaj içerikli kasetler verilmiştir; ancak kasetlerin yarısı bilerek yanlış isimlendirilmiştir. Bu kasetleri 5 hafta boyunca dinleyen denekler, aynı testlere tekrar tabi tutulmuştur. Hafıza veya özgüven konusunda hiçbir anlamlı değişim gözlenemese de, denekler hafızalarının geliştiğini ve özgüvenlerinin arttığını düşünmüşlerdir. Bu etkiye bilimde plasebo etkisi denmektedir. Subliminal mesajların çalıştığı durumlar, kişilerin zaten bu davranışları sergilemeye meyilli olup; ancak henüz harekete geçmedikleri durumlardır. Bu nedenle, subliminal mesajların gerçek bir davranışsal değişim yarattığı iddiası kuşkuludur. Deneklerin subliminal içerikli reklamlara verdikleri olumlu tepkilerin (yani mesajın istediği yönde davranış değişikliği yaşayan bireylerin tepkilerinin), gerçekten subliminal mesajlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını tespit etmeye yönelik çalışmalarda, deneklerin kararlarını etkileyen ana unsurun subliminal mesajların içeriği olmadığı, çeşitli dış etkenlerin daha işlevsel olduğu gösterildi. Bu nedenlerle, subliminal mesajların istemediğimiz bir şeyi bize yaptırmak konusunda herhangi bir gücü olduğu iddiası büyük oranda hatalıdır.

      Sil

Yorum Gönder