DNA'nın Şifresini Çözdü "Tanrı onu her zaman biliyordu" dedi"- Francis S. Collins



Herkese merhaba,


Hayat koşuşturması şöyle dursun, ikinci üniversite sebebiyle durmadan bir vize, bir finaller derken "eskisi kadar sık aralıklarla yazamıyorum sanki" diye düşünüp kendime kızıyorum ancak bugün kendi zamanımdan çalıp, yine kendimi mutlu etmeye karar verdim.


Biliyorsunuz bu blog daha çok kendi açık kütüphanemi oluşturmak istediğim için açıldı. Toparladığım başucu bilgilerime herkes ulaşabilsin istedim. Tabi çoğunu henüz giremedim ama Allah izin verdikçe gün geçtikçe arttığını görmek de motive olmam için yetiyor.


Genelde bir takım konular hakkında derinlemesine incelemeler yapıyor, kimi konular hakkında da kısa spotlar geçiyorum. Bugün sizin de kendi kendinize araştırıp, okurken bundan zevk alacağınızı düşündüğüm bir konu hakkında bilgi paylaşacağım İçinden bildiğini söyleyen arkadaşlar da buradan gördüklerinde daha çok kişiyle paylaşmaları gerektiğini hatırlarlar umarım.


Bugün size Francis S. Collins’den bahsetmek istiyorum.


Kendisi İnsan Genom Projesi’nin başkanıdır. Dünyanın önde gelen bilim adamlarından biridir. Hayatın şifresi sayılan DNA çalışmalarının en ön saflarında yer almaktadır. Aynı zamanda Tanrı’ya ve Kutsal Yazılar’a bağlı sarsılmaz bir imana sahiptir. Tanrı’nın bizimle ilgilendiğine ve tarihin akışına müdahale edebileceğine, hatta ender durumlarda mucizevî bir biçimde etkin olacağına inanır. Dr. Collins sıradan bir bilim adamı değildi. Venter ile birlikte insan vücudunun genetik kodları olan DNA’nın şifresini çözerek bilim tarihine geçmişlerdi. Bilim tarihi açısından bir devrim olan DNA’nın dizilimi ve kodlarının çözülmesi buluşu dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından eş zamanlı olarak dünyaya duyurulmuştu.


(Milliyet)Haberler:http://blog.milliyet.com.tr/ateist-dr--collins---dna-da-allah-i-gordum-/Blog/?BlogNo=102944


time collins.jpgDr. Collins, Time'a yaptığı açıklamalarda, Tanrı'nın varlığını bilimsel olarak kanıtlayacak bir araştırma başlattıklarını belirterek şöyle konuştu : Evrimi savunanlar insanın genetik yapısının % 99'unun maymunlarla aynı olduğunu vurgulayıp duruyor. Ancak farelerle ve yüzlerce farklı türle de % 90 oranında aynı genetik yapıyı paylaşıyoruz. DNA ve genetik dizilim üzerine yaptığımız yüzlerce araştırmanın sonucunda "İnsanlar neden Tanrı'ya inanıyor?'' sorusunun cevabını bulamadık. Mükkemmel genetik yapımızda bizi Tanrı'ya inanmaya iten biyolojik bir yapı bulunmuyor. VMAT2 adlı gene sahip olanların daha inançlı olduğu ortaya çıktı. Buna "Tanrı geni'' adı verildi. Bu geni aktif olmayanların ise inançsız olduğu ifade edildi. Fakat şimdiye kadar yaptığımız araştırmalarda VMAT2'nin aktif hale gelmesini sağlayan dış bir etken bulamadık. Ne çevrede olan değişiklikler ne de kalıtsal nedenler VMAT2 üzerinde etkili oluyor. "Tanrı geni"nin, mucizevi bir şekilde aktif hale gelip insanlarda inanç olgusunun meydana geldiğini düşünüyoruz. Yani Tanrı'nın isteğiyle inanç geni harekete geçiyor. VMAT2'nin gizemini çözeceğiz. Böylece Tanrı'nın varlığını bir kez daha bilimsel olarak kanıtlamış olacağız.


Collins, "Önemli bir buluş yaptığınızda o bilimsel coşku anını yaşarsınız, çünkü onu araştırmış ve keşfetmişsinizdir. Keşfettiğim şey öyle bir şeydi ki, bu bilgiye daha önce hiçbir insan sahip olamamıştı. Fakat Tanrı onu her zaman biliyordu" dedi...."


tanrının dili.jpg
Collins, bizzat kendisi tüm canlı türlerinin ortak atadan geldiğine ilişkin bir takım bilimsel kanıtlar ortaya çıkarmış olmasına rağmen, önde gelen birçok Darwinci’nin dillendirdiği maddeci, tanrıtanımaz dünya görüşünü reddeder. Özetle Dr. Collins, Tanrı’ya inanan ve bilime saygı duyan herkesi düşündüren ikileme tatminkâr bir çözüm sunmaktadır. Tanrı’ya inanç ve bilime adanmış­lık, tek bir dünya görüşünde birleşerek uzlaşma içinde olabilirler. Collins’in iman ettiği Tanrı, duaları işiten ve canlarımıza değer veren bir Tanrı’dır. Uzmanlık alanı olan biyoloji bilimi, böyle bir Tanrı’yla uyum içindedir.
Collins’e göre bilim Kutsal Kitap’la çelişmez, tam tersine onu destekler. İnsan Genom Projesi’nin hayatın şifresinin hayret verici düzenini ortaya çıkaran çalışmaları yöneten Dr. Collins, uzun yıllar boyunca görüşlerini büyük ölçüde kendine sakladı. Şimdi, C. S. Lewis’in Hıristiyanlık’ın Temelleri kitabından sonra belki de aklın ve vahyin en önemli birleşimi olan bu çalışmada kendini ayrıntı biçimde ifade eder. Tanrı’nın Dili Tanrı ve bilim konusunu masaya yatırır. Collins, tanrıtanımazlıktan genç-dünya yaratılışçılığına, bilinmezcilikten Akıllı Tasarım’a kadar geniş bir yelpazeye yayılmış görüşleri ele alır ve bunları reddeder. Bunların yerine, etkin ve sevecen Tanrı’nın insanlığı evrimleşme süreçlerini kullanarak yarattığına ilişkin yeni bir sentez, yeni bir düşünce kalıbı öne sürer.
Bilim adamlarının inanca karşı yönelttiği hemen her itirazı değerlendirmiş ve ikna edici şekilde çürütmüştür. Öte yandan inançlı bazı kişilerin de bilimsel gerçekleri boş yere reddettiğine tanıklık etmiştir; bu görüşlere karşı olduğunu belirtmekten de kaçınmamıştır. Tanrıtanımazlıktan Tanrı’ya imana giden kendi yolculuğunu açıklar ve sonra fizik, kimya ve biyolojinin Tanrı’ya ve Kutsal Kitap’a inanmakla örtüşebileceğini göstermek için okuyucuyu çarpıcı bir çağdaş bilim gezintisine çıkarır. Tanrı’nın Dili en büyük soruların cevabını merak eden herkesin okuması gereken bir eserdir: Neden bu dünyadayız? Buraya nasıl geldik? Yaşamın anlamı ne? (http://www.yyyayinlari.com)


Francis Collins’in Tanrı’nın Dili adlı kitabını almayı sabırsızlıkla bekliyorum. Ancak sizinle paylaşmak için okumayı bekleyemedim. Umarım siz benden önce okuyup daha detaylı yorumlarından faydalanabilirsiniz. Size tadımlık bir şeyler sunabilmek için başka bir kanaldan aldığım sayfa alıntılarını da yazıma ekleyeceğim.


Kitaptan bölümler:


“İnsan genomu, türümüzün tüm DNA’larından oluşan kalıtsal yaşam şifresidir. Yeni ortaya çıkan bu karmaşık metin 3 milyar harften oluşuyor ve 4 harfli garip bir şifreyle yazılıyor. İnsan bedenindeki her hücrede bulunan bilgi o kadar şaşırtıcı bir karmaşıklığa sahip ki, bu şifre saniyede bir harf söylenecek hızda okunsa, gündüz ve gece devamlı okumak koşuluyla, tamamını okumak 31 yıl alır. Bunlar normal bir yazı büyüklüğünde, normal kağıda basılıp ciltlense Washington Anıtı’nın yüksekliğine ulaşır.” (Syf.9)


Collins kendi yaşam serüvenindeki ilk ruhsal yolculuğunu, başlarda “agnostik – bilenemezci” olarak tanımladığı dönem ve bu dönemi takip eden zamanda Albert Einstein’ın yaşam hikayesini okumasıyla birlikte ateizme geçiş olarak tanımlar. Yazarın ruhsal yolculuğunun ilk önemli adımı, yine düşüncelerinde sorulara açık kapı bırakan ağır anjin hastası yaşlı bir Hristiyan kadının “Neye inanıyorsun?” sorusuyla oluşur. Utanç içinde karşısında durduğu bu kadın ve yönelttiği bu soruya verecek –her ne kadar kendini bir şekilde bir yere koymuş olsa da- gerçek bir yanıtının olmaması, bir bilim adamı olarak verileri incelemeden sonuçtan söz edemeyeceği gerçeğini sarsıcı olarak önünde apaçık durduğunu gördüğünden bahseder Collins. Bir sonraki adımı da haklı soruları ve cevapları ile yine kah alıntılar, kah kendi cevapları ile bir şekilde okuyucunun da yorumlama terazisine  bırakıverir.
“Eğer İnsan Doğası Yasası kültürel bir eser ya da evrimsel bir yan ürün değilse varlığını nasıl açıklayabiliriz? Burada gerçekten olağanüstü bir şeyler var. Lewis’ten alıntı yaparsak, ‘Eğer evrenden ayrı, egemen bir güç var olsaydı, bize kendini evrendeki gerçeklerden biri olarak gösteremezdi. Tıpkı bir mimarın inşa ettiği evdeki bir duvar, merdiven ya da şömine olamayacağı gibi. O’nun kendini bize göstermesini bekleyebileceğimiz tek yol, içimizdeki bir etki, bize nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen bir buyruk olabilirdi İşte bizim içimizde bulduğumuz şey de budur. Bunun bize olumlu bir kuşku uyandırması gerekir.’


Yirmi altı yaşında karşılaştığım bu fikirdeki mantık beni şaşırtmıştı. Günlük deneyimlerimdeki olgular kadar bana yakın olduğu halde yüreğimde gizlenmiş olan ve şimdi ilk kez aydınlatıcı bir ilke görünümünde karşıma çıkan Ahlak Yasası’nın parlak ışığı, benim çocukça ateizmimin en derin noktalarına kadar işlemişti ve kökeni üzerinde ciddi olarak düşünmemi gerektiriyordu. Bu, dönüp bana bakan Tanrı mıydı?” (Syf.34)


“Aslında ateizm, yüksek bir yetkinin varlığını reddettiği için, insanları birbirlerine baskı yapmaktan alıkoyacak tüm sorumlulukları sıfırlama potansiyeline sahiptir ve bu durumun farkına ancak yeni yeni varılmaya başlanmıştır.


Bu yüzden, dini baskıları ve ikiyüzlülüklerin uzun tarihinden ciddi dersler çıkartılması gerektiği halde, gerçeğin arayışı içinde olan dürüst kişilerin, kusurlu insan davranışlarının ötesine bakmaları gerekmektedir. Kale kapılarını kırmaya yarayan koç başının yapımında kullanıldığı için bir meşe ağacını suçlayabilir misiniz? Yalanların iletilmesine aracılık ettiği için havayı suçlar mısınız? Mozart’ın Sihirli Flüt’ünü, beşinci sınıfa giden çocukların yeterince prova yapmadan sundukları bir gösteriye göre değerlendirir misiniz? Eğer Pasifik’te bir güneş batışı görmemişseniz, bir turist broşüründeki resimle yetinir misiniz? Romantik bir aşkın gücünü, yan komşunuzun kötü evliliğine bakarak değerlendirir misiniz?
Hayır! İnancın doğruluğunun gerçek bir değerlendirmesi, temiz ve saf sulara bakarak yapılır. Paslı kaplara bakarak değil!” (Syf.45-46)


“Büyük patlama sonrasında evrenin nasıl genişleyeceği, evrende toplam olarak ne kadar madde ve enerji olduğuna ve yerçekimsel sabitin büyüklüğüne bağlıydı. Bu fiziksel sabitlerin inanılmaz derecede ince ayarlanmış olması birçok uzman için merak konusu olmuştur. Hawking şöyle yazar: ‘Evren neden yeniden çökme ile sonsuza kadar genişleme durumlarını ayıran kritik hıza bu kadar yakın bir hızla başladı? Öyle ki, bugün bile, yani 10 milyar yıl sonra, hala bu kritik hıza yakın bir hızda genişlemekte. Eğer Büyük Patlamadan bir saniye sonraki genişleme hızı 100 katrilyonda bir (yani milyonun milyonda birinin yüz binde biri) daha yavaş olsaydı, evren bugünkü boyutuna ulaşmadan geriye çökmüş olurdu.” (Syf.73)
Mevcut kuramın değerlerini öngörmeyi başaramadığı toplam 15 fiziksel sabit vardır. Bu sabitlerin değerleri olduğu gibi kabul edilir. Bunların arasında, ışık hızı, zayıf ve baskın çekirdek kuvvetleri, elektromanyetizmayla ilgili çeşitli parametreler ve yer çekimi kuvveti bulunmaktadır. Bu sabitlerin tümünün, kararlı ve karmaşık yaşam biçimlerine izin verecek bir evrene yol açacak değerlere sahip olma olasılığı sıfıra yakındır ve bugün gözlemlediğimiz durum tam da budur. Özetlersek, evrenimiz aşırı derecede imkansızlar evrenidir.” (Syf.73-74)
“ ‘Büyük Patlama gibi bir şey sonucunda bizimki bir evrenin ortaya çıkmama olasılığı son derece büyüktür. Bence bunun dini anlamlar içerdiği açıktır.


‘Evrenin tam olarak bu şekilde başlamasının nedenlerini, bizim gibi varlıklar yaratmak isteyen bir Tanrı’nın işi haricinde açıklamak çok zor olurdu.’ ” (Syf.75)
“Genomların incelenmesi, biz insanların kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, başka canlılarla ortak bir atayı paylaştığımız sonucuna götürür.” (Syf.130)


Yazarın deyimiyle “Tanrıtanımazların sevinç çığlıkları atacakları” bu incelemeye yine yazarın verdiği cevap o sevincin önünde koca bir duvar örer niteliktedir. Bir diğer yandan ise kimileri için ağır gelecek bu sonuca basit bir açıklama yaptığını gözden kaçırmamak gerekir. Bu açıklama onu sadeleştirmekten ziyade belki de yazarın fazlasıyla soruya muhatap olduğu ve cevabını da çoktan hazırladığını gösterir.


“Eğer insanlar yalnızca değişinimler ve doğal seçilim ile evrim geçirdilerse, bizi açıklamak için Tanrı’ya kim gerek duyar? Buna yanıtım şudur: Ben duyarım. Şempanze ve insan dizimlerinin karşılaştırması, ilginç olmasına rağmen bize insan olmanın ne olduğun söylemez. Bana göre biyolojik işlevlerle ilgili geniş bir veri hazinesiyle bile desteklense, DNA dizimi tek başına, Ahlak Yasası bilgisi ve evrensel Tanrı arayışı gibi bazı özel insani özellikleri asla açıklayamayacaktır. Tanrı’yı özel yaratılış eylemlerinin yükünden kurtarmak, O’nu insanlığı özel yapan şeylerin ve evrenin kaynağı olmaktan çıkarmayacaktır. Bu O’nun nasıl çalıştığı hakkında bize bir fikir verir, o kadar.”


“Tanrı’ya yönelik bir tehdit olarak algılandığı için bilime sırtımızı mı döneceğiz? Doğa ile ilgili olup gelişen bilgilerimizi ve bunların insanların yaşamlarını iyileştirme ve acıları azaltma yolunda sunduğu olanakları terk mi edeceğiz? Diğer yandan, inanca sırtımızı dönüp bilimin ruhsal yaşamı gereksiz kıldığı, geleneksel dini simgelerin yerine bilimsel sunaklarımızda çift sarmal kabartmalarının geçebileceği sonucuna mı varacağız?”(Syf.203)
Bu sorulara karşı yazar için cevap da bellidir.


“Bu iki seçim de büyük tehlikeler içerir. İkisi de gerçekleri yadsır. İkisi de insanlığın soyluluğunu azaltır. İkisi de geleceğimizi yok eder. Ve ikisi de gereksizdir. Kutsal Kitap’taki Tanrı aynı zamanda genomun da Tanrı’sıdır. O’na hem katedralde hem de laboratuarda tapınılabilir. Yarattığı her şey görkemli, huşu verici, çapraşık ve güzeldir ve kendi kendisiyle çatışma içinde olamaz. Böyle çatışmaları yalnızca bizim gibi mükemmellikten uzak insanlar başlatırlar. Ve bu çatışmaları da yalnızca biz sonlandırabiliriz.” (Syf.204)


“İnanlılara Teşvik


Eğer Tanrı’ya inanıyorsanız ve bilimin ateist bir dünya görüşünü önüne çıkararak inancı aşındırdığı endişesini taşıdığınız için bu kitabı seçtiyseniz, umarım inançla bilim arasındaki uyum konusunda içiniz rahatlamıştır. Eğer Tanrı tüm evrenin Yaratıcısıysa Tanrı’nın insanı sahneye çıkartmak için özel bir planı varsa ve Tanrı’nın içlerine Ahlak Yasası’nın Kendi’ni gösteren bir işaret direği gibi işlediği insanlara kişisel paydaşlık arzusu varsa, o zaman bizim çelimsiz zihinlerimizin O’nun yarattıklarının görkemini anlama çabaları, O’nun için bir tehdit oluşturamaz.” (Syf.220)


“Bilim Adamlarına Teşvik


İnancını açıkça bildirenlerin ikiyüzlü tavırları canınızı mı sıkıyor? Yine, ruhsal gerçekliğin saf suyunun insan denilen paslı kaplarda durmakta olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Bu yüzden zaman zaman bu temel inançların ciddi şekilde çarpıtılması sizi şaşırtmamalı. Bu nedenle inanç hakkındaki değerlendirmelerinizi belirli insanların tutumlarına ve örgütlü dine dayandırmayın. Bunun yerine inancın sunduğu zamandan bağımsız ruhsal gerçeklere dayayın.” (Syf.220-221)


“Arayış içinde olanlara sesleniyorum; bu soruların yanıtları var. Özlenen sevinç ve barış, Tanrı’nın yarattıklarındaki uyumdadır. Evimin üst kat holünde güzel bir şekilde süslenmiş ve kızımın elleriyle çeşit çeşit renklerle süslediği bir çift Kutsal Kitap ayeti var. Yanıtlar için çabaladığım zamanlarda sık sık bu ayetlere başvururum ve bu ayetler her zaman bana gerçek bilgeliğin doğasını anımsatır: ‘İçinizden birinin bilgelikte eksiği varsa, herkese cömertçe, azarlamadan veren Tanrı’dan istesin; kendisine verilecektir.’ (Yakup 1:5) ‘Ama gökten inen bilgelik her şeyden önce paktır, sonra barışçıldır, yumuşaktır, uysaldır. Merhamet ve iyi meyvelerle doludur. Kayırıcılığı, ikiyüzlülüğü yoktur.’ (Yakup 3:17) Bizim yaralı dünyamız için duam, sevgiyle, anlayışla ve merhametle bu tür bilgeliği arayıp bulmaktır.” (Syf.223)  


Başka bir yazıda görüşmek üzere. Hoşça kalın!




collnis.JPG



Yorumlar