İnanç Sistemlerinin İnsan Bedeni Üzerindeki Etkileri





İnandığımız Şeye Neden İnanırız?


Bu soru bizi ön yargılarımıza göre iki sonuca da götürebilir. Birincisi eğer inançlı bir hayatın doğruluğuna şüpheci olarak yaklaşıyorsak, bunu sadece biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak ve bir arada kalabilmek adına beynimizin gerekli şekilde evrilmesinin bir sonucu olarak görebiliriz. Aynı zamanda bu yazıyı sizlerle paylaşma isteği duymamın da sebebi olan diğer cevaba ise şöyle ulaşabiliriz; yaratıldığına kanıt bulan kişinin, iman/inanç ve adanmışlık duyma hissiyatının, hayata daha kolay adapte olabilmemiz için Tanrı tarafından insanlara biyolojik olarak bahşedilen bir özelliğin sonucu olarak inandığımız şeye inanıyoruz diyebiliriz.


Bilmek beynimizin veri tabanında, bir olgu veya nesneyle ilgili zaman ve mekana bağlı somut bilgi tutmak demektir. İnanmak ise kendi iç dünyamızda tanımladığımız bu bilginin dış dünyanın doğrudan bir yansıması veya dolayısıyla da gerçek olduğunu düşünmektir. Buradan anlayabileceğimiz gibi bilgi olmadan salt inancın kelime manasıyla bile bir anlamı yoktur. Allah Kuran’da insanlara oku, araştır, kanıt/delil bul, delilleri analiz et / akıl yürüt, sonuca ulaş ve karar ver sonucunda da inan/ inançlı ol/iman et veya çıkan sonuca göre reddet şeklinde bir formül verir. Yani aslında ateistlerin veya inandığını sanan ancak inancını sağlam bir temele dayandırmayan inançlıların (Kuran’da bu kişiler kimi zaman “kalbinde hastalık bulunanlar” şeklinde nitelendirilir.) zannettiği gibi Kuran, insanın kendi yararına olmayacak, işine yaramayacak şekilde, adına iman veya kadercilik dedikleri bir inancı doğrulamaz.


Kuran’ da Allah, Allah’a duymamız gereken inancın, yine kendimize yarar sağladığını belirtir. Ancak bunun ne tip bir yararı veya yararları olduğunu düşünmeden veya bu konu üzerinde araştırma yapmadan anlayamıyoruz. Bunun sebebi Kuran’ın insanı yine; başta belirttiğimiz gibi, kendi öğretme yöntemine yönlendirmesinden kaynaklanıyor olabilir.


post-sekuler-uzerine-kavramlari-yerine-oturtmak-1.jpgİnanmak soyut olan bilgiyi somut olan eyleme dönüştüren bir motordur adeta. İstek isimli kıvılcımı umutla ateşleyen ve beklenti, zorunluluk, gereksinim gibi silindir kuvvetlerinin dinamikleriyle gerekli enerjiyi pompalayan bir yakıt motorudur. Bir eylemi büyük bir enerjiyle yapan bir insan için bu eylem bir süre sonra onun benliğini ve tüm duygularını kuşatacak ve onu hayat bağlayan en büyük inanç kaynağı olacaktır. Ayrıca uzun süren alışkanlıklar da bir süre sonra eylemden çıkıp inanca dönüşebilirler.


İnanmak aklın işlevi gibi görünüyor ancak Kuran’da bize sağlam temelli bir inancın, inandıktan sonra güven ve iman ile de pekişmesi gerektiği vurgulanıyor. İman ve güven yürekten gelen bir taşmadır. İnanmak; teşekkür etmek, minnet duymak, anlam bulmak, senden bir parçayı ona adamak, yeri geldiğinde onda yok olabilmektir, sevmektir. Yaptığımız her şeyin bir değeri vardır, bazen bu değer eylemin kendindendir, bazen de bize olan getirisinden. Bu nedenle beyin ile yürek arasında gizli ve gizemli bir bağ mevcuttur. Dolayısıyla anlam aramanın temeli, kendini yalın haliyle inanmada gösterir.


Bir şeyin gerçek olduğunu kendine kanıtlamadan inanan kimsenin zihnindeki betimlemeye ancak hayal etme, zannetme veya düşleme denir. Kuran’da Allah, zan üzerine alınan kararlar veya uygulamaya koyulan tavırları eleştirmektedir. Bu şekilde bir inanma, olması gereken dengeleri bozar ve iç dünyada oluşturulan kurgusal dünya bir illüzyon gibi bizi arkasından sürüklüyorsa da sonuç kaçınılmaz olarak hayal kırıklığı olacaktır.
İnanmak beklenti demektir, beklenti ise umuttur. Sağlam temelli bir inanca sahip olan kişi Allah’tan umudunu kesmez. Umut etmeyi bırakmasından hemen önce aslında inanmaktan da vazgeçmiş demektir. Yani neye, neden inandığını, sebeplerini çoktan unutmuş demektir. Bir sebebi de bu olacak ki; Allah, Kuran ile bizi uyararak kendisinden umut etmekten hiçbir koşulda vaz geçmemizi öğütlemektedir.


İnanmak bir anlamda bir olguyu veya süreci takip etmektir. Dolayısıyla bir şeylere inanmak ve takip etmek hayati bir gereksinimdir. Peki bunun hayati bir gereksinim olduğunu kanıtlayacak bir veri elimizde var mı? Bu duyguların ve anlamların hepsine sadece öyle hissettiğimiz için mi ulaşabiliyoruz? Somut olarak, fizyolojik olarak neden inanmaya ihtiyaç duyuyoruz?


Bu konuyla ilgili bilgileri sizlerle paylaşmadan önce bir isimden bahsedeceğim. Dr. Andrew Newberg. Newberg dinler ve dinlere ikame olan hayat felsefeleri gibi her türden inanç sisteminin insan bedenindeki etkisini nörolojik açıdan inceleyerek, bu konu hakkında çeşitli kitaplar yazmış bir bilim insanıdır. Aynı zamanda  “İnandığımız Şeye Neden İnanırız” adlı kitabın da yazarı.


Araştırmacı Dr.Newberg dua ederken beyine ne olduğunun, aktivitesinin, muhakemesinin ve performansının üzerinde çalışarak, duanın beynin üzerinde sürekli etkilere sahip olduğunu keşfetti.


Budist rahiplerin zihinleri üzerinde meditasyonun etkisini inceleyen bazı bilim adamları, diğer atıl kısımların meditasyondan önce aktif hale geldiğini görürlerken; beyinde aktif olan kısımların da meditasyon halinde atıl olduklarını keşfettiler. BBC Haberlerine ait web sitesi tarafından yayınlanan bir makalede, Newberg, "Daha önce olasılığını kimsenin düşünmediği dinleri ve manevi konuları keşfetmeye başladığımız tarihimizde harika bir zamanı deneyimlemek üzere olduğumuza inanıyorum’’ demiştir.


Dr. Newberg ve takımı, beyin imajlama teknikleri kullanarak Tibet’teki bir grup Budist rahip üzerinde, onlar meditasyon yaparlarken bir saat kadar çalışmıştır. Newberg; rahiplerden meditasyonun en yüksek haline eriştikleri zaman elleriyle ince bir çizgi çizmelerini istedi, bu sırada beyine bu komutları kopya etmek amacıyla kanlarına küçük miktarda bir radyoaktif madde enjekte edildi. Bu radyoaktif madde, beyinlerdeki aktif alanlar hareket ettikçe bilim adamlarının çözeltiyi görmesine olanak sağladı. Rahipler meditasyonu bitirdikten sonra, beyinlerin yeni bir imajlaması yürütüldü ve daha sonra da normal halin durumu ve meditasyonlu olanın karşılaştırılması mümkün oldu. İmajlar, beyine meditasyon esnasında ne olduğu hakkında önemli sinyaller gösterdi.


Dr. Newberg, çalışmanın kendilerine birisinin belirli bir aktivite üzerinde odaklanmak istediğinde her insanda aktif hale gelen bir bölge olan beyinin önü Frontal Lob’daki aktivite artışını gösterdiğini söyler. Hal böyleyken beynin arkası olan Paryetal Lob’un aktivitesinde gözle görülür bir azalma görülmüş ve bu lob bir kişinin yer hissinden sorumlu olan lobdur. Söz konusu olay ‘meditasyonun yer hissini kaybetmeye yönelttiği’ sözünü teyit etmektedir. Dr.Newberg‘’ Meditasyon esnasında insanlar kendilerinin algılarını, mekan ve zaman hissini yitirirler.” der.


Beyin İmajlama, yeni konulara pek çok inceleme sağlamıştır. Aşağıdaki imaj, normal hal (soldaki) ve meditasyon esnasında (sağdaki) yeni beyin imajlama tekniği SPECT veya Tek Foton Emisyon Hesaplanmış Tomografisi tarafından çekilmiştir. Bu sayede Frontal alandaki aktivitenin nasıl olduğu fark edilmiştir. Beynin Frontal Lob’u, meditasyon halinde beyin aktivitesinin boyutunu yansıtan kırmızı noktalar şeklinde artmıştır. (Bknz: A1)


Resim: A1
beyin imajlama.jpg


Aşağıdaki İmajlamanın odak noktası, meditasyon esnasında aktivitesinde belirgin bir azalma farkettiğimiz beynin Paryetal Lob’unadır. İmaj bu bölgenin yer hissinden sorumlu olduğu hatırlanarak yorumlanmalıdır. (Bknz:A2)


Resim:A2
beyin imajlama 2.jpg


Üst Alan: Dua ederken aktif olmaya başlıyor.


Arka Alan: Arka alan, endişeler ve Epilepsi’den sorumlu. Ve en önemlisi, dua ederken düşük aktif hale geliyor!


Prefrontal Lob: Dua ederken aktif hale geliyor, bu da iyi kararlar almaya yardımcı oluyor.      


Beyin sapı: Dua ederken karmaşık kimyasal işlemler meydana geliyor.


Newberg sonuçları şöyle yorumluyor “ Gerçekte, beyinlerimiz bizi hayatta kalma – amaçlı gereksinimlerimizin çok daha ötesine götürebilen inançlar sistemi yaratma ve sürdürme kapasitesine sahiptir. Bu inanç sistemleri sadece ahlak kurallarını ve değerlerini şekillendirmez, aynı zamanda bedenlerimizi ve zihinlerimizi iyileştirmek için, yakın ilişkilerimizi güçlendirmek için ve başkalarıyla ruhsal bağlantılarımızı derinleştirmek için kullanılabilir. Ancak, bunlar aynı zamanda manipüle etmek ve kontrol etmek için de kullanılabilir, çünkü inanç sistemlerimizi başkalarına empoze etmek için biyolojik bir eğilim ile de doğarız.” Alnımızın hemen arkasındaki bölge olan ön lob dua ve meditasyonda dikkatimizi odaklamamıza yardımcı olur. Kafatasımızın arkasına yakın yerleşik olan parietal (yan) lob duyusal bilgimizin mevkisidir.”  Newberg bunun kişinin kendisinden daha büyük bir şeyin parçası olma duygusuna dahil olduğunu söylüyor. “Merkezde derin şekilde yerleşmiş olan limbik sistem duygularımızı düzenler ve huşu ve sevinç duygularından sorumludur.”


falda-dua-görmek.jpg


Newberg dini harika bir dengeleyici olarak adlandırır ve beynin benzer alanlarının dua ve meditasyon sırasında etkilendiğini işaret eder. Newberg bu beyin taramalarının, beynimizin Tanrı’ya inanmak için inşa edildiğinin kanıtını sunabileceğini ileri sürer. Jung’u taklit ederek, yüksek bir güce inanmamızı kolaylaştıran insan zihninin evrensel özellikleri olabileceğini söyler. Ayrıca Newberg “Tanrı, beynimize demir attığı için her zaman bizimledir, ondan kurtulamayız” da der.


Dr.Newberg insanoğlunun varoluşu için inancın çok önemli olduğunu; çünkü onun, onları kadere daha adapte ettiğini ve beyin tarafından ortaya atılan sorulara cevap verdiğini teyit etmektedir.


Bu yeni araştırma alanına nöroilahiyat (neuroteolgy) denilmektedir. Gerek Amerikalı gerekse Kanadalı çok sayıda nöroloji uzmanı, bu yeni alana ilgi duymakta kitaplar yazılmaktadır; örneğin ‘How God Changes Your Brain’ Tanrı Beynini Nasıl Etkiler bunlardan biridir. Eğer ruhsal etkinlik noktanızda veya tanrısal etkinlik noktanızda bir faaliyet görülmüyorsa tanrıyı pek düşünmüyordunuz demektir. Örneğin öğrendiğimiz gibi Budist rahiplerin beyinleri normal insan beyninden farklı davranış desenlerine sahip oldukları tespit edilmiştir. İnsan huşu halinde iken, örneğin kuran okurken, namaz kılarken, vaaz dinlerken, dua ederken oruç açarken, yukarıdaki şekilde gösterilen bölgelerde fizyolojik faaliyetler, artar. Bir başka deyişle o bölgelerde enerji tüketimi yoğunlaşır yani şeker tüketimi artar. Şeker elektrik devresini besleyen pile karşı gelir. Bu artış ölçülebilmekte ve de görüntülenebilmektedir. Dindarlık, ruhani derinlilik, evliyalık, ermişlik, kişinin bilinci oluşturan elektrik devrelerinde yer alır. Bu devrelerden akım geçerse o kişi gerçekten dindardır. Bilincin beyinde kazıdığı devrelerden palavradan akım geçmez. Esasında bu kavramlar çok ağır sosyal yük içerirler. Dindar olmak, ruhani derinliğe sahip olmak kolay bir iş değildir. Yani sözün kısası;


Ne kadar dindarsınız? Ne kadar aşıksınız? Ne kadar yalancısınız?
Ölçülebilir.


1998’de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bilim adamları kalp hastalığı olan bir grup hasta üzerinde çalışınca tedavisel dua etmenin önemi su yüzüne çıktı. Eşi benzeri olmayan bir sonucu keşfettiler, hastalar kısa süreli yapılan bir duadan sonra komplikasyondan dolayı daha az acı çektiler. Newberg, tüm evrenin Tanrı’sına inanma; psikolojik ve fiziksel sağlık için kesinlikle gereklidir.” “‘Yaratıcıya ne kadar derin bağlanırsanız, beyniniz o kadar iyi olacaktır!’’ demiştir.


Araştırmacıya göre günde 12 dakika dua etme ve meditasyon yapma, yaşlanmanın hastalıklarını geciktirir, stres ve endişeyi azaltır. Teslim olma, ibadet ve dua etme uygulamaları insanoğluna bir nebze huzur, daha fazla sevgi ve sevecenlik verirken; ateizmdeki kadere karşı olan kızgınlık ve isyan beyini sürekli olarak tahrip etmektedir.” Newberg, Tanrı’ya inancın çok önemli olduğunu, onun beynin performansını arttırmak için muazzam bir huzur hissi olduğunu keşfettiğini, inancın, Alzheimer’a mani olduğu gibi; beynin mekanizmasında da kalıcı değişiklikler yaptığından ve kişinin daha iyi bir hayat için etrafındakilere adapte olmasına yardımcı olduğundan da kitabında bahsetmiştir.


Bazı ateistler bu beyin taramalarını, din ve Tanrı ile bağlantılı olan duyguların beyin devresinin tezahürlerinden başka bir şey olmadığının kanıtı olarak gördüler.Scott Artan kendisini ateist olarak düşünmez, ama o beyin taramalarının insanların neden Tanrıya inandıklarının anlayışı açısından çok az şey sunduğunu söyler. Dini evrim ve Darwinci adaptasyonun yan ürünü olarak görür. Joseph Campbell’e göre de, “insanlar ve tanrıları arasında ritüel vasıtasıyla algılanan huşu uyandıran mesafe, mitin tek harika hikayesidir: başlangıçta kaynak ile bir idik, ama kaynaktan ayrıldık ve şimdi geri dönüş yolunu bulmalıyız.”


Bu konuya değinmişken Aytunç Altındal’ın bir programda söylediklerini aktarmadan edemeyeceğim. Programın konusu kuantum teolojisi ve evrim teorisiydi. Konuşmanın bir kısmına burada yer vereceğim diğer bölümlerine de kaynak kısmında paylaşacağım linkten ulaşabilirsiniz.


Konuşma şöyle başlıyor “Dediler ki şu iki yan lob (beynimizdeki sağ ve sol lobdan bahsediyor.) memelilerden geçme fakat bir de ön lob var bu yok hiçbirinde bir tek insanda var. Ve bu çok enteresandı inanmakla ilgili olaylar hep bu ön lobundan oluyor insanın. Bir tek insanda bulunan şu ön lobta (alnını gösteriyor) oluyor. O zaman bu insan denilen yaratık farklı bir olay.Yani diğer hiçbir canlıda olmayan özelliklere sahip bir beyinle dünyaya geliyor.” Tam da bu kısımda aklıma Kuran’da geçen Alak Suresi geldi. Bağlamından kopartmamak adına bütününü burada paylaşıyorum.


96:0 Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle
96:1 Yaratan Rabbinin ismiyle oku.
96:2 O, insanı bir embriyodan yarattı.
96:3 Oku, Rabbin En Cömert/Yüce olandır.
96:4 Kalem yoluyla öğretir.
96:5 İnsana bilmediklerini öğretti.
96:6 Doğrusu, insan azar;
96:7 Kendini yeterli görerek.
96:8 Elbette, dönüş senin Rabbinedir.
96:9 Gördün mü, şu engelleyeni:
96:10 Desteklerken bir kulu?
96:11 Ne dersin, o doğru yolu izleseydi?
96:12 Yahut erdemliliği öğütleseydi?
96:13 Ne dersin, o yalanlayıp yüz çevirdiyse?
96:14 Bilmez mi ki ALLAH her şeyi görmektedir.
96:15 Doğrusu, buna son vermezse, yakalarız ön lobundan,
96:16 O yalancı ve günahkar ön lobu.
96:17 O zaman haydi çağırsın kurultayını.
96:18 Biz de zebanileri çağıracağız..
96:19 Asla, ona uyma; secde et ve yaklaş!


Kellâ le in lem yentehi le nesfean bin nâsıyeti.
Nâsiyetin kâzibetin hâtıetin.


Bin nâsıyeti / Nâsiyetin Anlamı: Perçem, alın şeklinde de çevrilir ancak bağlamında incelendiğinde tercih edilen çeviri ön lob  olmuştur.
Hatırlarsak ”Prefrontal Lob: Dua ederken aktif hale geliyor, bu da iyi kararlar almaya yardımcı oluyor. şeklinde bir bilgiyi biraz önce öğrenmiştik. Buradan da önceki ayetler incelendiğinde Allah’ın doğru ile yanlışı ayırt edemeyen kişiyi betimlerken cezalandırmak için neden ön lobuna yönelen bir tepki verdiğini anlayabilmemiz daha da kolaylaşıyor. Bazı çevirilerde kullanılan “alnından veya perçeminden yakalaması” anlamı ile hiç bir sonuca ulaşamamakla birlikte, ayette verilen benzetmenin de işimize yaramadığını görebiliriz.


Son olarak Kuran içerisinde inanç hakkında bize ne tür bilgiler veriliyor, nasıl betimleniyor bir de budan bahsederek konuyu bitirmeye çalışacağım.


Allah’a İnandığında Bu İnancın Getirdiği Ana Kuralları ve Minimum Şartları


2:3 Onlar ki duyularıyla algılayamadıkları gerçekleri de onaylarlar, namazı (salat) gözetirler, kendilerine verdiğimiz rızıktan muhtaçlara verirler.
2:4 Sana indirileni ve senden önce indirileni onaylarlar. Ahiret konusunda da hiçbir kuşkuları yoktur.
2:62 Gerçeği onaylayanlar, Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer dinlerden her kim:ALLAH’ı ve ahiret gününü onaylar ve erdemli bir hayat sürdürürse, onların ödülleri Rab’leri katındadır. Onlar için korku ve üzüntü yoktur.
2:177 Yüzlerinizi doğu veya batı yönüne çevirmeniz iyilik değil. İyiler o kimseler kiALLAH’ı, ahiret gününü,melekleri, kitabıve peygamberleri onaylarlar; akrabalara, yetimlere, muhtaçlara, evsizlere, dilencilere ve köleleri özgürlüğe kavuşturmaya seve seve para yardımında bulunurlar; namazı gözetir, zekatı verir, sözleştikleri vakit sözlerinde dururlar; zorluğa, sıkıntıya ve zulme karşı direnirler. İşte doğru olanlar onlardır, erdemli olanlar da onlardır.
2:186 Kullarım beni sana soracak olurlarsa bilsinler ki ben yakınım. Beni çağırdığı vakit çağıranın çağrısına karşılık veririm. Doğru yolu bulmaları için onlar da bana karşılık vermeli ve beni onaylamalı.
2:208 Gerçeği onaylayanlar, tümüyle teslim olun. Sapkının adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.
2:285 Elçi, Rabbinden kendisine indirileni onayladı, gerçeği onaylayanlar da… Hepsi, ALLAH’ı,meleklerini, kitaplarını ve elçilerini onaylarlar: “Elçilerinin hiçbirisi arasında ayrım yapmayız.” Derler ki: “İşittik ve uyduk. Rabbimiz bizi bağışla; dönüş sanadır.”
5:69 Gerçeği onaylayanlar, Yahudiler, diğer dinlerden olanlar ve Hristiyanlardan kim ALLAH’ı ve ahiret gününü onaylar ve erdemli bir yaşam sürerse onlar için bir korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler de…


Allah’a İnandığını Düşünüp, Bunu Bu Şekilde Dile de Getirdiği Halde Cehenneme Girecek Olan Kişilerin Durumu Hakkında Bilgi


Gerçeği onaylayanların da Çoğunluğu Müşriktir
12:106 Onların da çoğu, ortak koşmadan ALLAH’ı onaylamaz.
12:107 Onlar,ALLAH tarafından kuşatıcı bir azabın kendilerine çatmasından, yahut o anın aniden kendilerine gelmesinden emin mi oldular?
12:108 De ki: “Benim yolum şudur: Açık bir delille ALLAH’a çağırırım, aynı şekilde beni izleyenler de…ALLAH Yücedir, ben ortak koşan birisi değilim.”


Gerçeği Onaylamalarını Şirkle Kirletenler
23:79 O’dur sizi yeryüzüne yerleştiren; O’nun huzurunda toplanacaksınız.
23:80 O’dur yaşatan ve öldüren; gecenin ve gündüzün değişmesi O’na bağlı. Aklınızı kullanmaz mısınız?
23:81 Ancak onlar, öncekilerin dediklerini tekrarladılar.
23:82 Ve şöyle dediler: “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirileceğiz?“ 23:83 “Bize ve atalarımıza daha önce aynı şey söz verilmişti. Bu, geçmişlerin efsanesinden başka bir şey değildir.”
23:84 De ki: “Biliyorsanız, yer, gökler ve içlerinde bulunanlar kimindir?“
23:85 “ALLAH’ın“ diyecekler. De ki: “Düşünmez misiniz?“
23:86 De ki: “Yedi göğün Rabbi, büyük yönetimin Rabbi kimdir?“
23:87 “ALLAH“ diyecekler. De ki: “Öyleyse neden erdemli davranmıyorsunuz?“
23:88 De ki: “Biliyorsanız, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmayan; her şeyin egemenliğini elinde bulunduran kimdir?“
23:89 “ALLAH“ diyeceklerdir. De ki: “O halde nasıl da aldanıyorsunuz?“
23:90 Kendilerine gerçeği getirmemize rağmen onlar yalanlamaktadırlar.
23:91 ALLAH çocuk edinmemiştir, O’nunla beraber bir tanrı da yoktur. Aksi taktirde her tanrı yarattığı şeylerle birlikte bağımsızlığını ilan ederek yönetim için bir biriyle çekişmeye girerdi. ALLAH, onların niteledikleri şeylerden çok uzaktır.
23:92 Tüm sırları ve tanık olunanları Bilendir; onların ortak koştukları şeylerden yücedir.


29:61 Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı? Güneşi ve ay’ı kim emrinize verdi?“ diye sorsan, “ALLAH“ diye karşılık verecekler. Öyleyse neden sapıyorlar?
29:63 Onlara, “Gökten suyu kim indirip ölümünden sonra toprağı canlandırıyor?“ diye sorsan, “ALLAH“ diyecekler. De ki: “Övgü ALLAH’a aittir.” Ancak çokları anlamaz.


Allah’ın Varlığına İnandıkları Halde Cehenneme Gidecekler
39:38 Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?“ diye sorsan, “ALLAH“ diyecekler. De ki: “ALLAH’ın dışında hizmet ettiklerinize ne dersiniz? ALLAH benim için bir zarar dilese onlar O’nun zararını giderebilir mi? Yahut O benim için bir rahmet dilese onlar O’nun rahmetini tutabilir mi? De ki: “ALLAH bana yeter.” Güvenenler O’na güvensinler.


Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Kaynakça:


http://www.kosulsuz-sevgi.com/galaksiden-haberler/noroteoloji-tanrinin-insan-beyninde-fiziksel-baglantisi-var-mi/


http://sufizmveinsan.com/arastirma/beyinduaediyor.html


Ekşi sözlük


https://www.youtube.com/watch?v=z7JJ9E07hGo


http://www.hurriyet.com.tr/bilim-ne-kadar-dindar-oldugunuzu-olcuyor-19840792


www.andrewnewberg.com


http://blog.milliyet.com.tr/inanmak-uzerine/Blog/?BlogNo=14632


Kuran “Mesaj” Çevirisi - Edip Yüksel







Yorumlar