Kuantum Teorisi, Tek Bilinç, Kuantum Düşünce- Yeni Dünya Dinine Hoşgeldiniz!



Selam,


Birkaç gündür kafamı kaldırmadan incelediğim bu konunun, dünyada ne kadar ciddi bir hale geldiğini ve hızla yayıldığını gözlerimle görmemle birlikte blogda aklımdaki diğer konulardan daha önce yayınlamaya karar vermem bir oldu.


Bu konu ilk kez dinlendiğinde ne yalan söyleyeyim kulağa hoş geliyor. Bilimle din kol kola ne güzel(!) ister meditasyon hali, ister başka ne dersen de, o yolla yapacağın bir odaklanma sonucunda fark edebileceğin gerçekliklere ulaşacaksın. Ancak o noktaya vardığında bu bir aydınlanma olacak ve sonucunda “sonsuzluğu tecrübe edebileceğimiz” o “tek bilince” ulaşınca her şey daha güzel olacak. Hele de evrenin hakikate işaret eden bir olgu olduğunu hepsinin üzerinde bir yaratıcı olduğunu duyduktan sonra sen, ben hepimiz aslında biriz ayrı değiliz, hepimiz aslında o tek ve en üstün bilinçten geliyoruz, biz aslında o’yuz dedikten sonra Allaahuuekber! diyerek secdeye kapanasın gelecektir.


Bu olay tam anlamıyla profesyonel biçimde çalışılmış, kelimelerin anlamları ve taşıdıkları manalar ile oynanarak insanları manipülasyona getirmek için kurgulanmış yeni bir dinin misyonerliğidir.


İnsanların dinleri için toprak ayırdıkları, parçalandıkları ve bireysel olarak birbirlerini dışladıkları bu dünyada yeni dünya düzeni adına kurgulanacak yeni bir din yaratmak istesen sen ne yapardın hiç düşündün mü?


“Ayrışmaya gerek yok hepimiz birden geliyoruz ben, sen aslında aynıyız. Özde buluşalım, eğer en önemli şey bilinç ise bu üstün bilincimizi makinelere yükleyelim ve yazılımımızı onlardan faydalanarak geliştirip yazılımımızdaki yanlışları giderelim” diyerek yolunu açmışken de buradan bu durumu alıp amaca doğru sürüklemez miydin? Geldiğimiz yüzyıl itibarıyla bilimi ve bilim adamlarını amacına giden yolda kullanmaz mıydın?


Bilimin olmadığı bir dünyada anlam kaygılarımız artardı. Bilim bir araç olarak yaşayışımızı sürekli daha iyi bir noktaya getirmemizde ve tartışmalarımızı sonuçlandırmamızda en güçlü yöntemlerden biri. Beni tanımayan biri bilimi ne derece desteklediğimden ve faydalandığımdan habersiz olduğu için ister istemez bu fikirlerimi yobazlık gibi yorumlayabilir ancak gerçek bu değil. Kuantum alanında yapılan bilimsel çalışmalarla ilgili herhangi bir problem yaşamıyorum. Problem olarak gördüğüm şey kuantum alanında yapılan çalışmaların sonucunda elde edilen veriler üzerinden yapılan felsefeler.


Kuantum teorisi ahlak, özgür irade, tanrı vb. konularda görüşlerin incelendiği ve kitabın sonuç kısmında yazarın tüm görüşlerini netleştirdiği Caner Taslaman’a ait kitabın pdf’ine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Biz bugün kuantum felsefesinin üzerinde durduğu tek bilinç, bir’lik gibi güzel gibi görünen ama dikkatli dinlenip, metnin alt yazılarını okuyamadığınızda yanıltıcı olabilecek konular üzerinde duracağız.



Caner Taslaman’ın dili çok ağır gelirse internette bu konu hakkında birçok bilimsel yazıya ulaşabilirsiniz. Ancak dediğim gibi burada kuantum fiziği hakkında ahkam kesmek için konuşmanın doğru olacağını düşünmüyorum.


Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum. Allah istese hepimizi tek bir toplum yapardı ve hepimiz ona inanır ve saygı duyardık ancak Allah bizleri farklı toplumlar ve dinlere ayırdı, sınamayı tercih etti. Hepimizi özgür bıraktı, ister inanırız ister inanmayız. O nedenle ister yeni dünya dini, ister başka bir din olsun dileyen dilediği dine inanmakta özgürdür. Burada yapmak istediğim “zaten inançlı olan” insanların duygularına yönelik değişik anlam yüklemeleriyle yapılan misyonerliğe karşı hiç anlamadıkları bir anda ayaklarının kaymasını önlemeye çalışmak. Şeytan hiçbir zaman bu pis, kaka diyerek insanı yapmasını istediği şeye çağırmaz. Ciddi şekilde algılarımız açık olmalı ve tehlikenin nereden gelebileceğini düşünmeliyiz.


Peki Nedir Bu Kuantum Düşünce Tekniği?


“Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir.
Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir.
Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer.”


Burada nasıl bir yanlışlık olabilir şöyle bir bakalım:


Aşağıda Kuran’da Efendi/Rab kelimesinin kullanıldı alanlara örnek vermek için bir kaç ayet bilgisi vereceğim. Efendilik sadece Allah’a mahsus bir mertebedir. Kişine kendi kendisinin ne de bir başkasının efendisi olamaz. Yaratıcı kendini tanımladığı şekliyle hiç kimseye denk değildir.


Köle sahipleri Arapça'da efendi anlamına gelen "rab" kelimesiyle ifade edilir (12:41). Firavunlar köleleştirdikleri insanlar üzerinde efendilik "rablık" iddiasındaydı. İnsanları köleleştirmek yoluyla efendilik (rablık) iddia etmek, kendini Tanrı'ya ortak koşmaktır. Bak 12:39-42; 90:13; 4:25. Müminler köle sahibi olamazlar. Köle sahibi olmak, bir insana efendi (rab veya mevla) olmayı iddia etmektir ve kendini biricik Rab olan Tanrı'ya ortak koşmaktır. Bak 2:286; 4:25; 12:39-42; 79:24.


Ayrıntılı bilgi için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz.
Edip Yüksel (T) Allah'tan başka rab (efendi) yoktur
https://www.youtube.com/watch?v=SvZ7IOGf9rU


6:1- Övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve ışığı var eden ALLAH'a yaraşır. Buna rağmen, inkârcılar Rab'lerini başkalarıyla denk tutuyor.


6:51- Rab'lerinin huzuruna çıkacaklarının heyecanıyla dolanları bununla uyar: O'ndan başka bir sahipleri ve aracıları (şefaatçileri) yok. Belki korunurlar.


3:79- ALLAH'ın kendisine kitap, bilgelik ve peygamberlik verdiği hiçbir insan, "ALLAH'tan sonra bana da hizmet ediniz" diye halkı kendisine çağırmaz. Aksine, "Öğrenip öğrettiğiniz kitap gereğince kendisini Rabbine adayan kullar olun" der.


6:164- De ki: "Her şeyin Rabbi iken, ALLAH'tan başka Rab mi arayayım? Herkes kendi yaptığından yarar görür ve kimse kimsenin yükünü çekmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ayrılığa düştüğünüz konuda size haber verecektir.


7:172- Rabbin, Ademoğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim?" "Evet, tanıklık ediyoruz" derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik" diyemezsiniz.


72:20- De ki: "Ben sadece Rabbime çağırırım; ve O'na hiç kimseyi ortak koşmam."


“Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız. O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.


Rahman, Rahim Allah'ın ismiyle
112:1 De ki: "O ALLAH bir tektir."
112:2 "ALLAH Sonsuz ve Mutlak/İlk sebeptir."
112:3 "Doğurmamıştır, doğurulmamıştır."
112:4 "Hiçbir kimse de O'na denk değildir."


1:2- Övgü, evrenlerin Rabbi ALLAH'adır.


Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı (bugüne kadar doğru sandığınız inançların sizi soktuğu kalıpları işaret ediyor) fark edip bunların yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız doğrultusunda (yeni dünya dini- kuantum düşünce vs) değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun imkan,en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp onu almaktır. (“Sadece diğer inandığın şeyleri ardında bırak yeter, tek yapman gereken şey egona tapmaktır.” Daha uygun bir cümle olurdu sanki.)
Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci yaşamanıza imkan tanımış olursunuz.” (Mutluluk doğuştan hakkımız olan bir şey değildir. Yaşadığımız sınav dünyasında zorlukla kolaylık iç içedir ve Allah insanları zorluklar içinde mücadele etsinler, bunun sonucunda da doğru veya yanlış yaptıkları tercihlere göre ruhlarının olgunluğunu ispatlasınlar diye bu dünyaya göndermiştir.)


94:5- Elbette, kolaylık zorlukla birliktedir.
94:6- Evet, kolaylık zorlukla birliktedir.
94:7- Ne zaman fırsat bulursan uğraş ver.
94:8- Ve sadece Rabbini arzula.


90:4- İnsanı zorluklar arasında (direnmesi için) yarattık.


90:10- Ona iki yolu göstermedik mi?
90:11- Ne var ki zor yola katlanamadı.
90:12- Zor yolun ne olduğunu bilir misin?
90:13- Boyunduruk altındakileri özgürlüklerine kavuşturmaktır;dipnot
90:14- Kıtlık anında doyurmaktır:
90:15- Akraba bir öksüzü,
90:16- Yahut düşkün bir yoksulu…
90:17- Dahası, birbirlerine sabır ve sevgiyi öğütleyen gerçeği onaylayanlardan olmaktır.
90:18- Nitekim mutlular onlardır.
90:19- Ayet ve mucizelerimizi inkâr edenlerse talihsizlerdir.
90:20- Onlar ateşe kapatılacaklardır.


“Bedenimiz aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku,kaygı,öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalar yol açar.” (Türkçe alt yazı ile açıklamaya çalışalım: İnançlarımızın bizi yanlış yaptığımızda yaşayacaklarımızla korkutmasından, hataya düştüğümüzde suçluluk duymamızdan, daha iyi biri olmak için öz eleştri yapmamıza gerek olmadığından, nefsimizin bencillik ve zulmünden kaçınmadan yaşayabileceğimizden bahsederek “yazık olan insanlığımıza” kurtuluş yolu sunuyorlar.)


“Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar.” (Aydınlanan insan sana müjdeler olsun!)


“Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak İnsanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar. “


“Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar.” (Bakın Mevlana’da bu konuda ne diyor? - “İnsan Tanrı kitabı sensin sen, Padişahın güzelliğine bir aynasın sen, Kainatta ne varsa senden dışarıda değil, Ne istiyorsan kendinden iste, kendinde ara, Ne arıyorsan sensin, sen...)



Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir?


“Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir.  Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler.  (Allah’ım sana geliyorum.) Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayrımlar kalkar. (Çok az kaldı kuantum fiziği sayesinde aranan yaratıcı bulunmak üzere. Yoksa aramama gerek yok mu? Yoksa tanrı arayışı şimdiye kadar yapılmış en boş arayış mıydı? Yoksa zaten tanrı “ben”miyim?)


Tam da bu noktada size aşağıdaki Youtube videosunu izlemenizi öneririm. Bu arkadaşın videolarının diğerlerini de izlediğinizde bu yeni dünya dininin kişilerce nasıl yorumlandığına daha iyi tanık olacaksınız. Google da kişi araması yaptığınızda ulaşabileceğiniz “http://nebuch.tumblr.com/” adlı linkte kendisine yöneltilen bir soruda  “Dinin nedir ateist misin? diye sorulduğunda verdiği cevap “Video bloglarda bir anlamda dini düşüncelerimi anlatıyorum.” şeklinde olmuştur.



“Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz?


En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu.


Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi olur.” (http://sufizmveinsan.com/fizik/kuantumdusuncetekniginedir.html)


Şimdi ise “Ne Biliyoruz Ki- Dr. Kuantum - Tavşan Deliği” adlı belgeselde bilgilerinden yararlanılan kişinin vermek istedikleri mesaja daha detaylı eğildiği bir diğer videoya geçelim. ilgili belgeselin videosunu da tamamını izlemek isteyenler için aşağıda verdikten sonra bizim ilgileneceğimiz videonun alt metinlerine geçiş yapacağım.


Ne Biliyoruz Ki- Dr. Kuantum - Tavşan Deliği https://www.youtube.com/watch?v=adcRFYMuWoc
Video başlığı: Bilimin geldiği son nokta ve VAHDETi VÜCUD (Enel Hak) gerçeği
https://www.youtube.com/watch?v=Qk_Yt2zjZ5c


  • Şimdi anlıyoruz ki yaşam temelde tektir. Tüm çeşitliliğin temelinde teklik vardır. Temelde sen ve ben biriz. Zihin ve maddenin temelindeki o teklik bilinçtir. Evrensel bilinçtir. O bilinç beyin tarafından yaratılmamıştır. O doğada temeldir, doğanın özüdür ve ona birleşik alan deriz.
  • Evrenin en öz temelinde keşfettiğimiz “bu zekanın tek evrensel alanıdır.” Yerçekimini elektromanyetizmle, ışıkla, radyoaktiviteyle, nükleer güçle birleştiren bir alandır. Böylece doğanın tüm güçleri ve doğanın tüm parçacıkları, kuarklar, leptonlar, protonlar, nötronların şimdi “tek bir” olduğu anlaşılmıştır. Onların tümü “yalnızca tek olan varlık” okyanusundaki değişik dalgalardır. O “Birleşik Alan veya “Superstring Alan” diye adlandırılır.
  • Bizim birbirimizden ayrı gördüğümüz bilinçlerimizde benim bilincim, senin bilincin hakikatte o’dur. Evrendeki herşey o’dur. Biz gerçekten özümüzde biriz.
  • En geniş anlamda ben kavramı (nefs) evrenseldir ve bunu bilme, bilmeyi deneyimleme aydınlanma olarak adlandırılır ve çağlar boyu da aydınlanma olarak adlandırılmıştır. (Yeni dönemde bulunan bir bilgi ile çağlar boyu aydınlanmış insanlara şaşırmamak elde değil. Not: Illuminati, "Aydınlanmış Olanlar" anlamına gelmektedir.)
  • “Birleşik Alan veya “Superstring Alan” o alan tamamen en yalın hali ile saf varlıktır, saf zekadır. Zeka çünkü o tüm doğa yasalarının kaynağıdır. (Açıklama yapmak gereksiz sizi düşünmeye sevk etmesi için kalın puntolarla yazmam yeterli diye düşünüyorum. )
  • Sınırsız farkındalığı deneyimlemek için bilinç tamamen sakinleşmelidir. Kolay ve doğaldır fakat hassastır.
  • O tüm hayatını olabildiğince çok insanı yetiştirmeye adamıştır ve bunu nasıl tekrar deneyimleyebileceklerini öğretmiştir. (Bilge “Birleşik Alan” ne de merhametli ve yüce gönüllüsün.)
  • Bir yerde “Mezhebe bağlı olmayan” dediğine dair kesilmiş bir bölüm var. Gerçekten de eğer herhangi bir mezhebe bağlı olmanız beklenmiyor nasıl olsa hepimiz biriz, herhangi bir yaratıcıya ya da dini görüşe bağlı olmaya gerek yok ki bu düşünceye göre.
  • Saf bilinci-şuur’u deneyimleme herhangi bir din ya da filozofi ötesi birşeydir. O bilimsel olarak keşfedilmiş tüm doğa yasalarının birleşik alanın direkt öznel deneyimidir.
  • Bölünmez bir bütünlükte gözlemci ve gözlemleneni birleştiren birleşik alandır.
  • Nefs (Benlik) hakkında bahsederken kullandığı kelimeler net olarak anlaşılır görünüyor: Özünde bu(nefs), evrenin yaratıcısı tarafından ortaya konulan bilimin bulduğu “birleşik alandır.”


Bu öyle bir yaklaşım ki; öyle profesyonelce ayarlanmış bir bakış açısı ki, kısacık bir konuşma içerisinde bile kavramlara yükledikleri manalarla oynayarak düşüncenin ana yapısı hem ateist, hem naturalist, hem budist, hem teist, hem de deist insanların içinde kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri şekle getirilmiş. Konuya hakim olduğunuzu sandığınız o anda bu düşünceye kendinizi adamanın sizi çok da değiştirmeyeceğine aksine geliştireceğine inanmanıza neredeyse ramak kalmış oluyor.


Yalnız size de konuşma içinde geçen bir takım kavramlar çok tanıdık gelmedi mi? Evet İslamiyet inancı içinde de kendisine fazlasıyla yer bulan tasavvufi düşünceyle çok yakın anlatımlar içermekte.


Sufi metafiziği de başlıca Vahdet (birlik) düşüncesi etrafında gelişmiştir. Öyle ki varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Bu anlayışı açıklayan iki farklı ifade biçimi kullanılır; Vahdet-i vücud (varlık birliği) ve vahdet-i şuhut (Görünenlerin birliği). Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunan görüştür. Vahdet-i vücut konusu, İslam topraklarında asırlardır tartışılan ve tarafların kimi zaman birbirlerini cahillik, sapkınlık, zındıklık, mülhidlik ve dinden çıkmakla suçladıkları çok tartışmalı konulardan biri olmuştur.


Bir blogger olan Cemre arkadaşın “Tasavvuf ve Tarikatlardan Tek Dünya Dinine” adlı yazılarından dolayı bu konuyla ilgili önceleri farkındalığım artmıştı. Size de son derece kapsamlı ve emek verilmiş bu yazıları okumanızı öneririm.


Öncesinde şu videoya da bir göz atın lütfen:


Kuantum Fiziği ve Tasavvuf  -  https://www.youtube.com/watch?v=abmx-BVQz50


İlgili linklerden kendime göre konuyla daha ilgili bulduğum birkaç paragrafı alıntı yaparak bu konu hakkında yazmaya son vereceğim. Umarım kendinizi bağnazlık ile yeniliklere açık olmak konusunda doğru ve dengeli bir yerde konumlandırabilirsiniz. Sevgilerimle.

Tasavvuf ve Tarikatlardan Tek Dünya Dinine - Volume I - http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2015/04/tasavvuf-ve-tarikatlardan-tek-dunya.html
Tasavvuf ve Tarikatlardan Tek Dünya Dinine - Volume II- http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2015/04/tasavvuf-ve-tarikatlardan-tek-dunya_11.html
Yeni Dünya Dini: New Age - http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2011/04/illuminati.html  


“Bu söylediklerim bazılarınız için ağır şeyler. Kiminiz o Allah'ın belası önyargılarınıza ve hazımsızlığınıza yenilerek okumayı bıracaksınız. Bu kişiler için elimden bir şey gelmez. Ama kiminiz de "dur lan bakalım ne diyo bu" diye okumaya devam edecek, işte bana onlar lazım.

Ayrıca bu söylemiş olduklarım birçoğunuz için de bırak ağır olmayı falan, çok önemsiz görünen şeyler.Okuyun bu yazıyı işte, daha ne diyeyim. Zira birbiriyle alakasız görünen ve "ben bununla ne yapacam" dediğiniz yığınla bilginin, nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu anlayacaksınız.

Mevlana'nın en önemli eseri olan Mesnevi'nin önsözünden bir kesit göstereyim size,"Mesnevi, Alemlerin Rabbi'nden inmedir" - Mevlana

Önsözün bu kısmında Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye övgüler dizer. Ve ne ilginçtir ki burada Mevlana'nın Mesnevi'yi övmek için kullandığı cümleler, Kuran ayetleridir. Yani Allah'ın Kuran için kullandığı tabirleri, Mevlana birebir olarak kendi Mesnevi'si için kullanır. Müthiş bir alçakgönüllülük örneğiyle karşı karşıyayız.

Mesela yukarıda Mevlana "Mesnevi'ye temiz kişilerden başkası el değdiremez" der, Allah ise Vakia suresinin 79. ayetinde "Kuran'a temiz kişilerden başkası el değdiremez" der.

Mevlana "Batıl, Mesnevi'nin önünden ve arkasından yol bulamaz" der, Allah ise Fussilet suresinin 42. ayetinde "Bâtıl, Kuran'a ne önünden gelebilir ne de arkasından" der.

Mevlana "Mesnevi gönüllerin şifasıdır" der, oysa Allah İsra suresinin 82. ayetinde "Kuran'ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik." der.

Mevlana "Mesnevi, alemlerin Rabbinin ilhamıyla hayır sahibi katiplerin elleriyle yazılmıştır" der, Allah ise Abese suresi 13-16. ayetlerde Kuran'ın hayırlı katiplerin elleriyle yazıldığını söyler.

Uzatmaya gerek yok sanırım, yukarıdaki cümlelerin neredeyse hepsi Kuran ayetleridir. Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye Kuran'ın sıfatlarını yükler.

Peki Kuran bu durum için ne der? Doğal olarak şunu der: "Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye 'İşte bu, Allah katındandır!' derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!" (Bakara 79)

Dikkat ederseniz şu ana kadar işin felsefesine dair hiçbir şey konuşmadık. Şimdilik yapmaya çalıştığım şey, size sadece ortadaki muazzam bir çelişkiyi göstermektir. Ortadaki çelişki ise, kendi yazdığı kitabın vahiyle indiğini iddia eden Mevlana adındaki adamın, müslümanlar tarafından böylesine sevilmesi, sahiplenilmesidir. Mevlana'yı bu yazıda tasavvuf ve ruhçuluk öğretisini anlamak adına didik didik inceleyeceğiz zaten, fakat sırf şu Mesnevi'nin önsözü bile kafasını kullanmaya cesaret edebilen bir insan için birçok şeyin delilidir. Neyin delilidir? Ortada müslüman diye gezinen toplumun, İslam'la zerre kadar alakası olmadığının delilidir mesela.

İnsan kelimelerle konuşur ama kavramlarla düşünür. Birbirimizle anlaşabilmemizin yolu, bir kelimeye yüklediğimiz ortak anlamdan geçer. Fakat eğer ben bir kelimeye, sizin düşündüğünüzden farklı bir anlam yüklüyorsam anlaşamayız demektir. "İnsanlar geleneklere uyar" cümlesinde kullandığım "gelenek" sözcüğünü ben ilk akla gelen "kız isteme, kaşık çırparak çıkkıdı çıkkıdı folklor oynayan kız, asker uğurlama" falan gibi bir kapsamda kullanmıyorum. Benim vurgulamak istediğim gelenek anlayışı, hem yerleşik toplumun hem de insanın arasına girmeye özendiği kesimin değerleridir. O sebeple "gelenek" dediğim şeyin içinde, o günün değerleri, yani popüler kültür de vardır.

Mevlana hem yerleşik düzenin adetlerinden, hem de arasına girilmek istenen kesimin doğrularından beslendiği için çok güçlü bir gelenektir. Mevlana, tasavvufun kalesidir. Tasavvufun temel direği vahdet-i vücut anlayışıdır (ki bir de vahdet-i şühud vardır ama ona daha sonra değineceğiz). Vahdet-i vücut ne demektir biliyor musun güzel kardeşim? Vahdet-i vücut: "Her şey Allah'tır" demenin hesapta müslümanca yöntemidir. Yani bu inanca göre tüm evren, tüm yaratıklar Allah'ın bir parçasıdır. Önceki yazılarımda sık sık bahsettiğim spiritüalizm de aynı şekilde "Sen bir tanrısın, heeey, içindeki Tanrı'yı keşfet" mottosuyla insanlara hitap ediyordu hatırlarsanız. Zira adı "new age" olmasına rağmen hiç de yeni olmayan bu modern dinin temeli paganlık ve panteizmdir.

Her şeyin Allah olması veya her şeyin Allah'ın bir parçası olması ne demektir? Az düşün hele.

Her şeyin Allah olması demek, her şeyin iyi olması, kötü diye bir şeyin olmaması demektir. Hatta ve hatta eğer her şey Allah ise, her şey iyi bile değildir, her şey sadece "olması gereken"dir. Yani eğer her şey Allah ise, ne iyiden ne de kötüden söz edebilirsin. Her şey "var olan"dır, ve her şey doğrudur. Yanlışa yer yoktur. Kısacası her şey mübahtır. Her şey mübahtır, çünkü her şey Tanrı'dır.

Mevlana, Yunus Emre, İbn Arabi gibi sufiler 13. yüzyılda tasavvufa altın çağını yaşatıyorlar. Fakat bu kişilerden önce tasavvufun ve vahdeti vücut anlayışının İslam'a iyice sızması, 9. yüzyılda Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami gibi meşhur sufiler sayesinde oluyor. Ki 9. yüzyıldaki bu Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami, kendilerinden yüzyıllar sonra dünyaya gelecek olan diğer ünlü tasavvufçuların da akıl hocası olacaktır.

Hallac-ı Mansur 9. yüzyılda "Enel Hak" demiştir, yani "Ben Hakk'ım/Ben Allah'ım". Neye inandığını bilmeyen çoğunluk tarafından "Siz onun ne demek istediğini anlayamazsınız, o Allah aşkı ile söylenmiş bir laftır" gibi mükemmel derecede mantıklı (!) bir izahla savunulur bu söz. Bu sözün hangi düşünüşün, hangi felsefenin ürünü olduğunu zaten detaylı bir şekilde açıklayacağım bu yazıda, fakat şimdiden aklınızda bulunsun ki "Ben Allah'ım" demek, "Ben Allah'ım" demektir. Kıvırmaya gerek yok. Mevlana, bir diğer önemli eseri olan Fihi Ma Fih'te bunu şöyle açıklar: "Hani Mansur, Tanrıya aşkı son hadiine varınca kendine düşman kesildi, kendini yok etti- gitti. Ben Tanrıyım dedi, yani ben yok oldum, Tanrı kaldı ancak. Bu söz gönül alçaklığının son derecesidir, kulluğun sonudur."

Elimde Hallac-ı Mansur'un günümüze ulaşan tek kitabı olan "Tavasin" var, bu kitaptan bazı alıntılar yapcam şimdi. Hallac efendi şöyle diyorlar:

"Kalp gözüyle gördüm Rabbimi,
Sordum 'Kimsin sen?' diye,
'Sensin' dedi"

Tasavvuf ve ruhçuluk düşüncesine göre bu hayatta "kötü" olanlar aslında "kötülük rolünü üstlenen gerçek iyiler"dir. Bu sebeple Hallac-ı Mansur sık sık Şeytan'ı över. Evet Hallac, İblis'e övgüler yağdırır, zira İblis de tıpkı her şey gibi Allah'ın bir parçasıdır. Yani Hallac'ı Mansur da Allah'tır, İblis de Allah'tır, gülünce aniden burnundan balon şeklinde fışkıran sümük de Allah'tır. Şimdi sabırla okuyun bu kısmı, bu düşüncenin nasıl iğrenç olduğunu, mantık örgüsünü kurarak anlayacaksınız:

Kuran'a göre İblis'in Adem'e isyan etmesinin sebebi "kibir"dir. Allah, insanı yaratır ve İblis ise insandan daha üstün olduğunu iddia ederek, sırf boş bir hırs ve kibirle Allah'a isyan eder. Fakat Hallac, İblis'in isyan etme sebebini şöyle açıklar:

Tanrı ona buyurdu: «Secde et!» O da şöyle dedi:
«Senden başkasına secde etmem.»  [7]

Hallac tamamen kafasından senaryo üreterek Kuran'a eklemeler yapar ve İblis'in "ben Allah'tan başkasına secde etmem" bahanesiyle Adem'e secde etmediğini iddia eder. Oysa Kuran'a göre durum şudur:

"Allah buyurdu: 'Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?' İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.'" (Araf 12)

Apaçık ortada di mi? Kuran'a göre İblis, insanı kıskanarak kibirlenir. Ve tarihteki ilk ırkçılık örneğini verir bize: "Ben insan'dan daha üstünüm, çünkü insan çamurdan yaratıldı, ben ateşten yaratıldım". İnanın bana, bunun beyazların zencilerden üstün olduklarını iddia etmelerinden hiçbir farkı yok, altında yatan duygu tamamen aynıdır: Kibir ve boş gurur, yani hiçbir çaba sarfetmeden sahip olduğun yaratılış/doğum özelliğin ile üstünlük iddia etmek. Kuran'a göre gerçekten de insanlar birbirinden üstündür, fakat bu üstünlük yaratılıştan/doğumdan gelen özelliklere dayalı değil, özgür irade ile yapılan eylemlere dayalıdır. Ve tabi ki üstünlük de kişinin kendi çabasıyla yaptığı iyi işlere dayalı olduğundan, kimin kimden üstün olduğunu da tek bilen Allah'tır.

Gelgelelim Hallac, Şeytanın avukatlığını yaparak İblis'i "asil" ilan eder. Bakın devamında şunları söyler Hallacı Mansur:

"Yüceliğin
onuru konusunda İblis'le ve Firavun'la konuştum. İblis
dedi ki 'Secde etseydim, onurlu adımı yitirirdim.’ Firavun
ise, şöyle dedi: 'Bu Haberci'ye inansaydım, onurlu
katımdan aşağı düşerdim.'"

İblis, Adem'e secde etmemekle onurlu bir davranış sergilemiştir Hallac'a göre ki bu düşünce daha sonra Yezidiliğin temelini oluşturacaktır. Aynı mantıkla Allah'a isyan eden ve Musa peygambere inanmayan Firavun da çok asildir Hallac'a göre. Hatta Hallac hızını alamaz ve şunları söyler Tavasin adlı kitabında:

"Yoldaşım ve öğretmenimdir, İblis'le Firavun"

Anladın mı şimdi "her şey Allah'tır" gibi masumane gözüken saçmalığın ciddi sonuçlarını?

Sevgi, barış, aşk kılıfıyla; sadece yüzeysel bilgilerle hayat görüşü edinen denyo kesime hitap eden bu görüşün kötülüğü öldürme yöntemi; her şeye iyi demektir, her şeye iyi demenin tasavvufi yöntemi de "her şey Allah'tır" demektir. Zira Allah apriori olarak iyidir ve her şey Allah ise, her şey iyi olur, Oysa kötü, ona iyi denilerek yok edilemez. Kötüye iyi demek, kötülüğün en büyüklerinden biridir. Gerçek iyi ve gerçek adalet; iyi ile kötü arasına keskin çizgiler koymaktır, onları bir görmek değil.

"İçlerinden her kim, "Ben O'nun berisinden bir ilahım!" derse böylesini cehennemle cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız biz." (Enbiya suresi 29)

Şimdi bu "ben Allah'ım, sen Allah'sın, her şey Allah" denen motto, günümüzde de spiritüalist yayınlarla ve çaktırmadan Hollywood'la, popüler kültürle verilen panteist/panenteist öğretinin eseridir. Bunları ilk yumurtlayan ne Mevlana'dır, ne de Hallac, bu kişiler sadece bu binlerce yıllık pagan öğretiyi üstüne biraz Allah, biraz Muhammed lafı ekleyerek İslam'a sızdırmayı başarmış heriflerdir. Budizmde, Hinduizmde, Pavlus ve neo-platonizmi kuran Plotinus'un öncülüğünde şekillenen Hristiyanlıkta ve Yahudi mistisizmi olan Kabala'da da vardır bu. Günümüzdeki spiritüalizmde de elbette... Antik Mısır'da, Babil'de ve Sümerlerde de vardır aynı inanç, zaten yazılı tarihte bilinen ilk çıkış noktaları da buralardır.

Hinduizm düşüncesinin dayandığı en önemli metinler Upanişad'lardır. Upanişad'ların temel öğretisi ise "Tat tvam asi" (Sen O'sun) ve "Aham Brahma asmı" (Ben Brahma'yım) cümleleridir ki ikisi de aynı anlama gelir. Brahma, Hinduizm'de her şeyi yaratan Tanrı'dır.Google'a yaz şu sözleri de ufak çaplı bir araştırma yap bakalım, bunların binlerce yıllık pagan öğreti olduğunu ve tüm mistik dinlerde aynı nanenin bulunduğunu, bunların Kuran'daki tevhid inancıyla hiçbir alakası olmadığını, hatta tam tersi olduğunu kendi gözlerinle gör bir bakalım.  Biri Sanskritçe "Aham Brahma asmı" demiş, biri Arapça "Enel Hakk" demiş, arada zerre kadar fark yoktur. İkisi de "Ben Allah'ım" demektir. Adı günümüzde "spiritüalizm" veya "new age" olan dinin temeli budur, yeni bir şey söylemezler, binlerce yıllık paganlık aynen devam eder.

Ramtha adında spiritüalist bir kitaptan alıntı: Tanrıyı görmek istiyor musun? Git aynaya bak onunla yüzyüze geleceksin!

Ra Bilgileri adlı kitaptan alıntı: "Bu öylesine yüce bir birliği ifade eder ki artık birbirimizi yakın arkadaşlar ya da kardeşler olarak değil, daha ideal bir biçimde, yani Yaratan olarak görürüz. Birbirimizi ve kendimizi Yaratan olarak görünce tek bir varlık görmüş oluruz. Bu kavram telepatinin de esasını oluşturur."

"Herşey bir'dir." "Size sunduğum titreşim, inanın ki bir kişiliğin değil Yaratan'ın titreşimidir."

Gördüğünüz üzere yine her şeyin "bir" olduğu ve her şeyin Tanrı olduğu düşüncesi, tıpkı tasavvufi metinlerde olduğu gibi burada da okuyucuya yedirilir. Her şeyin bir olması düşüncesi panteist/panenteist öğretinin bir eseridir. İslam inancına göre ise bir olan Allah'tır. Fakat tasavvufçular, İslam'a tamamen ters olan "her şey birdir" felsefesini şu şekilde İslam'a yamamışlardır: Allah her şeydir, ve Allah birse, o halde her şey birdir. Vücud (varlık), birdir.

Ramtha adlı ruhçu kitaba devam ediyoruz: "Bu hayat tümüyle bir oyun; bir illüzyondur.

Divan-ı Kebir'den devam ediyoruz, şu tek cümleyi okuyun: "Dünyada görülen bütün varlıklar, insanlar, bitkiler, hayvanlar, balıklar, kuşlar, bunların hepsi de birer nakıştan hayalden ibarettir."

Matrix filminin senaristi ve yönetmeni olan Wachowski Kardeşler de spiritüalisttir. Seyredenlerin kaçta kaçı fark etti artık orasını bilmiyorum ama son filmleri olan Cloud Atlas da alenen new age propagandasıdır. Cloud Atlas gibi Matrix de panteizm ve ruhçuluk öğretisini başarıyla yedirir izleyiciye. Herkes toplum içinde salak gözükmemek için Matrix'i anlamış ayağına yatar, halbuki panteizm bilinmeden Matrix anlaşılmaz. Gel bak, Matrix'in o meşhur sahnesinde neyden bahsedilir gör:Bizim Neo, Kahin'le görüşmeye gider. İçeride kaşık büken keşiş tipli bir çocuk görür.Neo, çocuğun kaşığı nasıl büktüğünü merak eder. Çocuk da "al kardeş ben aydınlandım, bi tur da sen dön" diye bükmesi için kaşığı Neo'ya uzatır. Çocuk Neo'ya bir tüyo verir. Dikkatle okuyun: "Kaşığı bükmeye çalışma, gerçeği anlamaya çalış" der. Peki nedir o ulvi "gerçek"? Kaşık yok. Yani o "gerçek"; aslında hiçbir şeyin gerçek olmadığıdır. Her şey bir illüzyon, bir yanılsamadır. Ve çocuk esas bombayı patlatır: Neden eğdiğin kaşık değil de kendinsin? Zira bütün varlık birdir. Sen, ben, kaşık, elma, armut diye ayrı varlıklar yoktur. Vahdet-i vücud, yani varlığın birliği vardır. Panteizm işte tam olarak budur.

Matrix'in başından sonuna kadar Neo'nun tekamül (ruhani evrim) sürecini izleriz. İlk başlarda Neo toydur, fakat sonra pişer, tekamül eder ve "O" olduğunu ispat eder. Peki ne olur Neo? Nedir "O"?

Cevabı içinde gizli: Neo neyin anagramıdır? Yani N-E-O harfleriyle ne yazabilirsin?

"One", bir.

Wachowski Kardeşler, Neo ismini bu sebeple vermiştir bizim süper kahramana. Neo, birlik olduğunu fark eder. Neo, esasen "The One"dır. Neo ile temsil edilen şey, varlığın birliğidir. Tanrı olduğunu, tüm varlık gibi her şeyin bir olduğunu idrak etmiş hesapta bilge kişidir Neo. Tasavvuf jargonuyla konuşacak olursak, varlığı Allah ile bir olmuş kişi, yani insan-ı kamildir Neo. Yok eğer Budizm diliyle konuşacaksak, benliği evren ile bir olmuş, Nirvana'ya ermiş kişidir Neo. Tüm bu mistik dinler aynı şeyi söyler, sadece jargonları farklıdır.

Peki, Kuran'a göre bu dünya bir hayal midir? Bu dünya bir illüzyon, yok efendim gölge varlık, veya yokluk mudur sufilerin iddia ettiği gibi? Kuran'dan öğrenelim:

"Biz gökleri, yeri ve bunların arasındakileri hak olarak yarattık. ..." (Hicr suresi, 85. ayetten)

"Hak olarak" yaratmak nedir? Hak nedir? Gerçektir ulan, gerçek.Bu dünya gerçektir. Elin, ayağın, gözlerin, sokaktaki kedi gerçektir. Çektiğin acılar gerçektir. Duyduğun mutluluk gerçektir. Bunlar görelidir, kişiden kişiye farklı algılanır, fakat göreli olmaları; gerçek oldukları gerçeğini değiştirmez. Hatta sadece acı, mutluluk vb değil, objeler bile görelidir.

Bir de bu ruhçu inancı sözüm ona bilimsel bir hâle getirmek için kuantum fiziğini falan kullanırlar. "Kuantuma göre madde yokmuş" diyen kılkuyruk tipler dolaşır piyasada. Kuantum "madde yoktur" diye bir şey demez güzel kardeşim.

Ruhçular ve günümüz sufileri, maddeyi ve dünyayı reddederek materyalizme karşı olduklarını söylerler ve böylece dindar kişilere sempatik gözükmeye çalışırlar. İyi de güzel kardeşim materyalizme ne kadar zıt gidersen o derece yüce ve bilge bir kişi olmazsın, zira maddeyi yaratan da Allah'tır ve onları tıpkı Kuran'da söylediği gibi "hak olarak" yaratmıştır. Hatta Allah, cennette bile bedenli bir hayat vadeder insanlara.

Ruhçular ve sufiler, lafta kutsal kitaplara inanırlar, fakat kutsal kitapların söylediklerine daima mecazi anlamlar yüklerler. Yahudi mistikleri olan kabalacıların Tevrat'a mecazi anlam yüklemeleri gibi, Hristiyan ülkelerde yaşayan new age'cilerin İncil'e mecazi anlam yüklemeleri gibi, bizim tasavvufçular da Kuran'a mecazi anlamlar yüklerler. Bu, "ben bu kitaba inanmıyorum" demenin kurnazca bir yöntemidir. "Ben bu kitaba inanmıyorum" diyerek dindarlar tarafından dışlanmak yerine, kitabın söylediği her cümleye kendilerince bir anlam katar, kendi dinlerini kurarlar. Sufilere göre Kuran'daki cennet ve cehennem de mecazdır, zira işin sonunda Allah ile bir olmak vardır. Cehennem onlara göre kişinin Allah'tan uzaklaşması, cennet de Allah'a yakınlaşması anlamında mecazi terimlerdir. Örneğin Yunus'un şu meşhur dörtlüğünde de bunu görebilirsiniz:

Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç huri,
İsteyene ver onları,
Bana seni gerek seni.

Yüzyıllardır bize bu sufiler sempatik olarak gösterildikleri için, Yunus'un bu dörtlükte "Bana Allah'ın rızası gerek" demek istediğini düşünebilirsiniz. Fakat Yunus'un söylediği çok açıktır: "Cenneti, nimeti boşver, ben Allah ile bir olmak istiyorum"

Küresel sermayenin tasavvuf hakkındaki tutumunun özetini, size bir New York Times haberi üzerinden göstereyim şimdi de. 17 Ağustos 2010'da NY Times gazetesinde yayınlanan, 16 Ağustos 2010'da da NY Times'ın internet sayfasına koyulan ve tarihçi William Dalrymple tarafından yazılan "Muslims in the Middle" başlıklı yazıyı rol model olarak kullanacağım: yazıda öncelikle prim yapmak için ABD'li siyasetçilere giydirilir. "Bush gibi siyasetçiler tüm müslümanları terörist gibi gösteriyorlar" minvalinde haklı bir çıkışla müslümanların yanağından makas alınır. E tabi ki burası doğru, İslam'ın batı basınındaki şöhreti malum... Ayrıca bu kısımda göreceğiniz üzere yine El Kaide gibi Selefi/Cihatçı manyakların iğrençliği iyice belirtilir. Fakat bu El Kaide'lerin şişirilmesinin esas sebebi, "gerçek İslam bunlar değil, gerçek İslam işte bu sevgi dolu tasavvuftur" golüne bir zemin hazırlamaktır.

Yazının bu kısmında ise Amerikalı tasavvufçu Feisal Abdul Rauf övülür. Söylenenler özetle şudur: "Bir tasavvufçu olan Abdul Rauf aşkı, sevgiyi ve Tanrı'yı zikretmeyi över. Ama görüşleri biraz New Age'e benzer. Bu sebeple sevgi dolu tasavvufçu Abdul Rauf; işte bu Usama Bin Ladin veya Taliban gibi cihatçıların gözünde kafir ve putperesttir"

Anladın mı şimdi tuzağı?

İşte ABD'nin İslam üzerindeki tüm stratejisi budur.

Selefi/cihatçı kafa kesen manyaklar üzerinden, tasavvufu övmek. Bir nevi iyi polis/kötü polis tiyatrosu oynatıp, tasavvufu millete kakalamak.

Bu budur, mesele bu kadar açık.

Benim burada sana kör göze parmak sokarcasına izah ettiğim yöntemi, adamlar işte ustalıkla uyguluyorlar. Rand raporu nedir, spiritüalizm nedir, tasavvuf nedir, ABD neden tasavvufçuları över, bunları derinlemesine bilmeyen bir adam şu yazıyı okusa, %99 ihtimalle yazara hak verir. Zira senaryo çok sağlam. Göster El Kaide'leri, IŞİD'leri, karşısına da "kurtuluş bu!" diye koy tasavvufu, yedir millete.

Yazarımız yazıda Mevlana'yı över. Mevlana'nın tüm varlığı ve tüm dinleri bir olarak gördüğünü söyler ki bu doğrudur, yazarın bunları söylemesi Mevlana'yı doğru anladığına delalettir. Mevlana'nın Kuran'la hiçbir alakası olmayan bu panteist fikirlerinin de, "İslam'ın Yeni Ahit'i" olduğunu söyler yazar.

Yani şimdi ben bu hurafeci herifleri, tasavvufu ve tarikatleri eleştirdiğimde, bunların İslam'la hiçbir alakası olmadığını söylediğimde, beynini süs olarak taşıyan herifler bana "reformcu" diyecektir. Ulan reformun kralını siz yapmışsınız zaten. İslam'la gram alakası olmayan hurafe inançları İslam diye yedirmişsiniz millete. Kendi pagan kökenli inançlarınızın adını İslam koymuşsunuz. Öyle ki elin Amerikalısı bile çakmış mevzuyu, sizin İslam zannettiğiniz tasavvuf için "İslam'ın Yeni Ahit'i" tanımını kullanıyor adam. Sonra da reformcu biz oluyoruz...

Yazının devamında da eleman Ortadoğu'nun tüm yobaz gruplarını sayar, bunlara karşı çözüm olarak da tasavvufu sunar. Ve yazının sonunda da güvenilirliğini arttırmak için, gider şaka gibi 2007'deki Rand Raporu'nu kaynak olarak sunar ehehe.

Yukarıdaki Ny Times yazısında da tasavvufu öven eleman, körler sağırlar birbirini ağırlar misali gider Rand Raporu'nu kaynak olarak gösterir "bakın Rand da tasavvufçular için entelektüel ve hümanist diyor" diye. Rand'ın bu raporlarının ardından UNESCO 2007'yi Mevlana yılı ilan eder. Küresel sermaye tasavvufi oluşumlara oluk oluk para akıtır. Müfredatında tasavvufu ön plana çıkaran İslami üniversitelerin kurulması teşvik edilir. Bu okullarda tasavvufa meyilli akademisyenler ve ilahiyatçılar yetiştirilir. Rand raporlarında üniversiteler ve akademisyenler üzerinde inatla ve ısrarla durulur, zira manipülasyon eğitimden başlar. “... (Hatırlatma: Alıntılar parça parça yapılmıştır, dileyen tüm metinlere yukarıdaki linklerden ulaşabilir.)

Yorumlar