Faiz Yerken Kuran Yolunda Yaşayabilmek Mümkün Müdür?



Merhaba,


Bir vesileyle yeni farkına vardığım bir gerçeği daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu gerçek anladığınız gibi faiz konusu üzerine olacak ve Amerika’yı yeniden keşfetmek yerine bu konuyla ilgili yıllardır kafa patlatmış dahilerin, halka aktarmaya çalıştıkları dili kullanarak konuyu sizlere aktarmaya çalışacağım.


İçinde bulunduğumuz sistem bizi o kadar içine çekmiş, o kadar çok yaşantımızın en ücra köşelerine girmiş ki, Kuran’ı okumak bile kimi zaman girdiğimiz bu günahın farkına varmamızı engelliyor. Kredi veya kredi kartıyla kurban kesenler mi dersin, hacca gidenler mi, ev veya araba alanlar mı, evlenenler mi? … Bu durum ne yazık ki saymakla bitiremeyeceğimiz kadar fazla sayıda örnekler içeriyor. Saydığım veya burada bahsetmediğim sebeplerden bazıları için faize aracılık edenlerden biri de bendim ama şükürler olsun bir sorgulama evresi geçirdim ve Allah önüme çıkardığı örnek olaylarla beni eğitti. Allah izin verirse bir daha ne olursa olsun bu konuyla ilgili farkındalığımı kaybetmek istemiyorum.


Sadece faiz vermemenin, faiz yememek konusunda yeterli olabileceğini düşünenler elbette vardır. Ancak Kuran’da faizi hem vermenin, hem de almanın günah olduğu açıkça yer almaktadır.


Sistemin köle olduğumuz şu günlerde annemizden, babamızdan çok bankalara koşar, onlardan medet umar olduk. Bazen kimseye muhtaç olmamak için, bazen de parası olan bir yakın bulamadığımız için... Dışarıdan bakınca halimiz içler acısı göründüğünden, hemen aklımıza “aç kalınca domuz eti bile yendiği” ayeti gelebilir. Ben bunun da bir yerde kendine acıma ve kısa yoldan ruhumuzu rahatlatmaya çalışma yöntemi olduğunu sonradan anladım.


Gelin, Rabbimiz Kuran’da bu konuyla ilgili ölçüyü ne şekilde kurmuş, bizi köleleştirmeden bu konuya hangi şekillerde yön ve yöntem belirlemiş kısaca inceleyelim. Ayetleri bağlamından koparmadan aşağıda vermeye çalışacağım, olur ki bu durum anlayışımızı daha çok kuvvetlendirsin.


2:275 - Tefecilikle para yiyenler, sapkının çarptığı kimse gibi ayağa kalkarlar. Bu, onların, "Tefecilik alışveriş gibidir" demelerinden ötürüdür. Halbuki ALLAH alışverişi helal, tefeciliği ise haram kıldı. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse, geçmişte kazandıklarını tutabilir; işi de ALLAH'a kalmıştır. Devam edenler ise cehennem halkıdır ve orada sürekli kalırlar.


2:276- ALLAH tefeciliği mahkûm eder, karşılıksız yardımı destekler. ALLAH hiçbir günahkar nankörü sevmez.


2:277- Gerçeği onaylayıp erdemli bir hayat sürerek namazı gözetenlerin ve zekatı verenlerin ödülleri Rab'leri katındadır. Onlar için korku yoktur ve onlar üzülmezler.


2:278- Ey gerçeği onaylayanlar, gerçekten Gerçeği onaylıyorsanız ALLAH'ı dinleyin ve her çeşit tefecilik kalıntısını terk edin.


2:279- Böyle yapmazsanız ALLAH'tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Tövbe ederseniz anaparanız yine sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın.


2:280- Borçlu darlık içinde ise, bir kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek gerekir. Borcu karşılıksız yardım olarak bağışlarsanız sizin için daha iyidir, bir bilseniz.


2:281- ALLAH'a döndürüleceğiniz günden sakının. Herkese kazandığının karşılığı haksızlık edilmeden ödenecek.


2:282- Gerçeği onaylayanlar! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın. Sizden bir yazıcı onu adaletle yazsın. Yazıcı, ALLAH'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borçlanan kişi de dikte ettirsin. Rabbi olan ALLAH'tan korksun, onda sahtekârlık yapmasın. Borçlanan kişi aklı ermez veya çaresiz, ya da dikte etmekten aciz ise velisi adaletle yazdırmalı. Erkeklerinizden iki şahit de tanıklık etsin. İki erkek şahit bulamazsanız dilediğiniz şahitlerden bir erkek ve iki kadın seçiniz ki kadınlardan biri yanıldığında diğeri ona hatırlatsın. Şahitler, çağrıldıkları vakit çekinmesin. Az olsun, çok olsun, ödeme tarihi ile birlikte onu yazmaktan üşenmeyin. Bu, ALLAH katında daha adaletli, tanıklık açısından daha sağlam ve kuşkulanmamanız için daha uygundur. Yalnız, ticaret peşin olursa onu yazmamanızda bir sakınca yok. Alışveriş yaptığınızda tanıklarınız bulunsun. Yazana da tanığa da zarar verilmesin. Aksi halde kendinize kötülük edersiniz. ALLAH'ı dinleyin. ALLAH size öğretiyor. ALLAH her şeyi bilir.


2:283- Yolculukta olup bir yazıcı bulamasanız, ödemeyi garantileyecek bir senet veya makbuz gönderin. Birbirinize bu şekilde güvenirseniz, senedin sahibi ödemeyi zamanında yapsın ve Rabbi olan ALLAH'ı saysın. Tanıklığı gizlemeyin. Kim gizlerse kalbi günahkardır. ALLAH tüm yaptıklarınızı bilir.


3:130- Gerçeği onaylayanlar, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Başarılı olmak için ALLAH'ı dinleyin.


3:131- İnkârcılar için hazırlanmış olan ateşten sakının.


3:132- Merhamet edilmeniz için ALLAH'a ve elçiye uyun.


3:133- Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, eni göklerle yeri kapsayan ve erdemliler için hazırlanmış olan bahçeye doğru koşun.


3:134- O erdemliler ki bollukta ve darlıkta yardım için para harcarlar, öfkelerini kontrol ederler, insanların kusurlarını görmemezlikten gelirler. ALLAH iyilik yapanları sever.


3:135- Onlar ki bir günah işledikleri, yahut kendilerine zulmettikleri zaman ALLAH'ı anımsar ve günahları için bağışlanma dilerler –zaten ALLAH'tan başka kim günahları bağışlayabilir ki?– ve onlar bile bile günah işlemeye devam etmez.


3:136- Onlara, Rab'lerinden bağışlanma ve altından ırmaklar akan bahçelerle karşılık verilir; orada sürekli kalırlar. Çalışanların ödülü ne güzeldir.


3:137- Sizden önce de yasalar uygulanmıştı. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun ne olduğunu görün.


4:161- Menedildikleri halde tefecilik yapmalarından ve halkın parasını haksızlıkla yemelerinden ötürü… Onların inkârcılarına acıklı bir azap hazırladık.


4:162- Ancak aralarındaki derin ilim sahipleri ve gerçeği onaylayanlar, sana indirileni ve senden önce indirilenleri onaylar. Namazı gözetir, zekâtı verir, ALLAH'ı ve ahiret gününü onaylarlar; bunlara büyük bir ödül vereceğiz.


30:39- Halkın malları içinde artması için verdiğiniz tefecilik parası ALLAH'ın yanında artmaz. Ancak, ALLAH'ın rızasını dileyerek verdiğiniz bir zekata gelince, onu verenler yatırımlarını katlarlar.


Sizden ricam maaşlarımızdan, evimize aldığımız en ufak bir süs eşyasına kadar hayatlarımıza işlemiş bu faiz sisteminin ne olduğunu ve ne şekilde çalıştığını çok basit bir dil ve matematik ile anlatan Prof. Mete Gündoğan ve arkadaşlarının hazırladığı aşağıdaki kısa videoyu, vakit ayırıp izledikten sonra aşağıdaki yazıyı okumaya devam etmenizdir.


https://www.youtube.com/watch?v=pAem2pZy58A


Ekran Alıntısı.JPG


Videoyu izlediğinizi farz ederek konuyu aşağıda Mete Bey’in diliyle detaylandırmaya çalışacağım.


“Medeniyetlerin inşası ölçü ile mümkün olmuştur diyebiliriz. Günlük hayatın sürdürülmesinden devasa yapıların inşasına ve insanoğlunun uzayda yolculuğuna kadar hepsi ölçü sayesindedir. Bu yüzden ölçüyü korumanın ve ölçerken hile yapmamanın lüzumu semavi ve semavi olmayan dinlerde olduğu kadar evrensel bir ilke olarak da benimsenmiştir.


Malzemeleri ölçüsüne göre kullanılmamış bir binada kim oturabilir ve uçağı kim uçurabilir? Öte yandan ölçüde hile yapmayı alışkanlık edinmiş birisinden kim alışveriş etmek isteyebilir?


İnsanoğlu mal ve servetini ölçebilmek için pek çok ölçü aracı kullanmıştır. Bunlardan ortak yönleri uzun süre saklanabilme olan buğday, arpa, kuru hurma, tuz, altın, gümüş gibi pek çok maddenin aynı zamanda kıymetlerinin kendinde menkul olduğunu görmekteyiz. Yani acıktığınızda belli değere sahip buğdayı yiyebilirsiniz. Ya da çamura düşse yıkar, paramparça olsa ergitip tekrar bir araya getirmek suretiyle altını nereye gitseniz bozdurabilirsiniz. Sonraları kıymeti kendinde mevcut olmayıp devlet gibi belli otoritelere olan güvenle tesis edilebilen kâğıt paralar icat edildi. İster kıymeti kendinden menkul altın isterse dışarıdan otoriteyle tesis edilen kâğıt para gibi araçlar olsun bunlar insanların mal ve hizmetlerini karşılıklı değiştirmede ve biriktirdikleri servetlerinin miktarını ölçmede kullandıkları birer ölçü aracıdırlar. Tıpkı kumaşı ölçmekte kullandığınız metre gibi ya da domatesin kaç kilogram geldiğini ölçtüğünüz demir ağırlık gibi.


55:1 Rahman,
55:2 Kuran'ı öğretti.
55:3 İnsanı yarattı.
55:4 Ona beyanı (açıklama yeteneğini) öğretti.
55:5 Güneş ve ay bir hesap ile (hareket etmekte) dir.
55:6 Yıldızlar ve ağaçlar secde etmektedirler.
55:7 Göğü yükseltti ve ölçüyü/dengeyi koydu.
55:8 Ki ölçüyü aşmayasınız.
55:9 Ölçüyü adaletle gözetiniz; ölçüyü kaybetmeyiniz.


Kıymeti kendinden menkul olan buğday veya altın gibi ölçme araçlarının belli düzeyde ölçme özelliklerini doğal olarak korudukları bir gerçektir. Kıymeti kendinden menkul olmayan ve ölçü olarak değerinin korunmasının devlet sorumluluğunda olan paranın ne yazık ki korunamadığını görüyoruz. Nedeni de devletlerin sanıldığının aksine parayı kendileri bizzat basmayıp devletin zannedilen ama özel ya da özerk olan Merkez Bankaları gibi kuruluşlardan borç yoluyla faiz karşılığında temin etmesidir.


1944 yılında Bretton Woods’da yapılan anlaşmayla ABD doları küresel rezerv para haline getirildi ve altın karşılığı bulunma kuralı sayesinde belli süre ve miktarda ölçü olma özelliği korundu. Ancak 1971 yılında doların altın karşılığını bulundurma zorunluluğunun kaldırılması sonrasında paranın borca dayalı olarak üretilme yönteminin IMF gibi kuruluşlarca dünyada yayılması neticesinde para tamamen ölçü olmaktan çıkmıştır.”


BDPS Nedir?


BDPS, borca dayalı para sisteminin kısaltılmış halidir. Tüm insanlığı köleleştiren, devletlerin devlet olma erkini ellerinden alıp bankalara teslim eden bugünkü bankacılık sisteminde para üretme mekanizmasının kısa adıdır.


İnsanlar paranın nasıl üretildiğini bilmiyor. Üretilen parayla nasıl köleleştirildiğinden haberi yok. Sanıyorlar ki parayı devletler üretiyor. Hayır. Paranın %10′luk kısmını devlet borçlanma ihaleleri süreçleriyle, devlet tahvili/hazine bonoları/sukuk dediğimiz borç belgeleriyle bankalara borçlanarak üretiyor.


Paranın geriye kalan %90′lık kısmını ise bankalar Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) ile havadan üretiyor. İnsanlar kredi çektiklerinde birisinin yatırdığı parayı borç olarak almıyor. Bankalar bu parayı kredi vererek anında sanal olarak üretiyor. Bankaların yeni para üretmesi bilgisayardaki birkaç tuş hareketinden ibaret. Ancak havadan ürettikleri bu paranın faiz/kar payını sizden alarak servetleri sürekli kendilerine aktarıyorlar.


Farklı bir şekilde açıklamak gerekirse Merkez Bankaları ortaklarını bankacıların oluşturduğu özel ve özerk kuruluşlardır. Devlete para lazım olduğunda gider buralardan kredi alır. Karşılığında devlet ödeme taahhüdü olan tahviller vererek. Aynen sizin bankadan kredi çektiğinizde imzaladığınız ödeme taahhüdü niteliğindeki belgelerdir bunlar. Koca devletin bankadan borç alma zorunda olması garip gelse de gerçek bu. Borca dayalı para sisteminde ortaya yeni para sürülürken yeni borçlandırmalar oluşturulmaktadır. Yani yeni para üretmek için yeni borç gerekiyor. Her üretilen yeni para için ortaya çıkan artı faizin hiçbir şekilde para karşılığı yoktur. Çünkü para üretilmekte ama faizi üretilmemektedir.


Paranın zaman değeri “de fakto” olarak ekonomi kitaplarında anlatılır. Ekonomistler için neredeyse kutsal metinler gibidir. Ancak ne hikmetse paranın nasıl üretildiğine dair pek ders bulamazsınız.


Paranın zaman değerinin kaynağı ise borca dayalı para sisteminin işleyişidir. Paranın zaman değerinde en önemli faktör ise faizdir. Bu sistem zaten faiz üzerine müesses bir sistemdir. Ne hikmetse paranın zamanla değeri hiç azalmaz hep artar. Nedeni de içindeki faizdir. (Riba) Paranın zaman değerinin adalete uymadığını ya da ölçüyü bozduğunu söyleyemezsiniz ve sorgulayamazsınız. Dedik ya onlar adeta kutsaldır. Öylece kabul etmelisiniz. Halbuki paranın zaman değeri parayı ölçü olmaktan çıkaran en önemli kavramdır.


Bu sistemin en önemli problemi parayı ölçü olmaktan çıkarmasıdır. Altın çamura düşmekle değerinden kaybetmez demişler. Para bir ölçü olması gerekirken bu sistemde zamana bağlı olarak sürekli değer kaybeder ve ölçü olmaktan çıkar. Dolarla altını karşılaştırdığımızda konu daha iyi anlaşılacaktır. 1971 yılında 1 ons altının fiyatı 35 ABD Dolarıydı. Ağustos 2011 itibariyle 1 ons altın 1800 ABD dolarını aşmıştır.


Altının değeri artıyor deniyor. Hayır, aslında altının değeri artmıyor. Hatta az da olsa bir miktar düştüğü söylenebilir. Zira altını çıkarmak için gerekli insan gücü ve süreçler belli. Gelişen teknolojiler nedeniyle altın çıkarmak daha kolay hale gelmiştir. Ancak borca dayalı para sistemi nedeniyle para altının karşısında sürekli değer kaybediyor. Kısaca, altın değerlenmiyor paranın altın karşısında değeri düşüyor.


Bildiğiniz gibi metre de para gibi bir ölçü birimi. Diyelim ki 2 metre kumaş aldınız. Dünyanın neresine giderseniz gidin uzunluğu aynıdır. Hatta 10 sene sonra ölçseniz eğer boyu değişiyorsa sizin kumaşınızda sorun vardır derler. Oysa para öyle mi? Eski bir Amerikan kovboy filmini seyredin. Orada günün maaşlarını, mal ve hizmetlerin bedellerini karşılaştırın. Ne kadar komik kalacak günümüz parasıyla. Halbuki o zamanki altın miktarıyla karşılaştırsanız bir ev ya da at almak için sarf edilen altının bugünkünden fazlaca farkı olmadığını görebilirsiniz.
Para sisteminin paraya ettiği zulüm metreye yansıtılınca anlaşılacaktır.


Diyelim ki elinizde değişik bir malzemeden yapılmış 1 metre uzunluğunda bir mezureniz var. Malzeme nedeniyle bu mezure her sene ilk boyuna nispetle %5 büzülüp kısalıyor. 14 sene sonra bu mezurenin diğer gerçek bir metreye göre boyu yaklaşık 0.5 metre olacaktır. Siz bu metreyle ilk örnekteki 2 metrelik kumaşı ölçerseniz kumaşın boyunu kaç metre bulursunuz? Cevabı yaklaşık 4 metre. Aslında kumaşın boyunda değişme yok. Zaman sizin mezuredeki metre ölçünüzü aşındırmıştır. Aynen borca dayalı sistemin parayı aşındırdığı gibi…


Kısmi Rezerv Sistemi Nedir?: Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) bugünkü bankacılık sisteminde bankaların havadan para yarattıkları mekanizmanın adıdır. Günümüzde tüm Dünyada üretilen paranın %92′sini bankalar KRS ile yaratmışlardır. Bankalar KRS’yle parayı yaratır ve bunun faiz/kar payını alırlar. Türkiye’de piyasada mevcut fiziksel para sadece 57 milyar TL (eski parayla 57 katrilyon) iken bankalarda 700 Milyar TL (700 katrilyon) para bulunmaktadır. Bu paranın 650 milyar lirası bankalar tarafından sanal (kaydi) olararak yaratılan kısmıdır.


KRS’nin ne olduğunu, aşağıda linkini vereceğim ilkokul çocuklarının bile rahatlıkla anlayabileceği videoyu izledikten sonra daha net anlayabilirsiniz.




Ekran Alıntısı.JPG


Zannedildiği gibi bankalar sadece finansal aracılar değillerdir. Halk arasında en yaygın bilinen tanımı da budur. Hatta sadece halk arasında değil iktisat fakültelerini bitiren insanlar arasında bile doğru olduğu sanılan en yanlış teoridir. Bu teoride bankalar sadece ve sadece finansal aracı kurumlar olup herhangi şekilde para yaratamazlar. Birilerinin kendilerine ödünç verdiği parayı başkalarına kredi olarak verirler. Bir nevi “Kendilerine verilen keki başkalarına ödünç verdilerse kendileri yiyemezler” mantığı. Bu teoriye göre bankalar birilerinden para ödünç alırlar. Sonra başkalarına faizle ödünç verirler. Kendileri ödünç verirken aldıkları faizin oranı başkalarından mevduat topladıklarından daha düşük olduğu için kazanırlar.


Peki bunun bir çözümü var mıdır? İçinde bulunduğumuz bu sisteme göbekten bağlı kalmak zorunda mıyız? Böyle gelmiş böyle gider diyebilir miyiz? O zaman da Allah aklını kullanamayanların üzerine pislik yağdırır ayeti ile sarsılmamız gerekmez mi? Bu soruların cevabını Mete Bey şu şekilde veriyor…


Ekran Alıntısı.JPG


“Para dediğimiz şey nasıl dolaşır piyasada?


Hizmet ve mal karşılığında yani para kendiliğinden hareket etmez. Yani bu para sadece ve sadece mal ve hizmet akışı olursa akar, akmalıdır. Bütün ekonomi, hane halkı ve firmalardan oluşuyor. Bu iki elementten biri örneğin hane halkı, parasını götürüyor, mal ve hizmet satın alıyor. Peki parayı nereden buluyor? O emeğini üretim faktörleri olarak ortaya sunuyor ve bu emeğin karşılığı bir para alıyor. Ya da, parası var bir şirkete ortak oluyor, ortaklığı karşılığı payını alıyor. Hane halkının emeğini ise firmalar gelip alıyor, kullanıyor, o malı veya hizmeti üretiyor, bunun karşılığında parayı alıyor, aldığı parayla da emekçinin emeğini veriyor ya da yatırımcının karını veriyor. Bu iki döngü birbirine zıt döngüdür yani mal ve hizmet hane halkına doğru dönerken, para aksi istikametine doğru dönüyor. Bunların ikisi arasında da denklik vardır. Ne kadar mal ve hizmet dönecekse o kadar da para dönecektir. Para mal ve hizmetten bağımsız dönmemelidir, dönmez de. Çünkü neden? Elimizdeki telefonu masaya koysak, bir yıl sonra gelsek bu telefon iki tane olur mu? Ancak parayı alıyoruz, bankaya bırakıyoruz, bir yıl sonra bakıyoruz kendi kendine durduğu yerde artıyor. Bu finans sistemi kendi içerisinde paradan para kazanan bir yapıya dönüşmüş.


Ne olması gerekiyor? Bu mal ve hizmeti çevirecek kadar paranın piyasada var olması gerekiyor. Biz buna mizan diyoruz ve haliyle öncelikle bu mizan/denge  korunmalı. Paranın hızı mal ve hizmetin dönüş hızıdır. Paranın kendi içerisinde hızı olmaz. Ondan sonra da ölçüyü de bozmayacaksın. Yani ölçü kendi içerisinde artıp azalmayacak, bu da demek oluyor ki  faiz olmayacak.


Aksini mevcut sistem içerisinde görüyoruz ki; iş var ama para yok. Merkez bankasının ortaya koyduğu para diyelim ki 110 milyar lirayken, kredi hacmi 1 trilyon 400 milyar lira. Banka “ben fazla kredi vermeyeceğim, riskli görüyorum” dediği anda (kendi beslediği finans piyasası içinde para dönerken) kredi vermemeye başlıyor. Kısınca haliyle o para dediğimiz şeyi biz mal ve hizmet üretimi için kullandığımız için oradaki adamın canına okuyoruz.


Bankanın kullandığı para, ölçü değil değer aracı olarak ekonomide kullanıldığı için banka durduğunda ekonomi piyasaları da duruyor. Üretim durmamışken banka neden duruyor? Temel teoriye ters bir durum arz etmektedir. Sebebi ise yine paranın değer aracı olarak kullanılmasıdır. Ancak para piyasadaki üretimi simgeleyen bir ölçü aracı olmalıdır.


Diyelim ki, banka bu sistem içinde birine akşam saat dörtte desin ki “ buyur kardeşim sana çok ucuzdan 100 milyon dolar kredi veriyorum.” O anda bu adam piyasada para olmadığı için zengin olur. Hele de faizsiz olarak verdim ve beş sene sonra geri ödeyebilirsin derse ki; bunlar Türkiye Cumhuriyetinde yapılan şeyler… İşte o zaman bir gecede milyoner olan insanlar ortaya çıkıyorlar.


Hal böyleyken para yaratma yetkisi neden bankalardadır bu sorgulanmalı. Üreten ve parayı yaratan biziz, bu paradan doğan faizi de ödeyen biziz. Devletin ve vatandaşın ödediği faizi toplarsan havadan sadece 200 milyar lira faiz ödemişiz. Niçin ödeyelim biz bunları? Bu sisteme izin verenler yüzünden ödüyoruz. Bunun sebebi size bu yetkileri 1970 yılında bilmeden devretmiş olmamız. Bu durum yasayla oluştuğu için bunları tekrardan düşünüp, yasaları değiştirip bu faiz sisteminden kurtulabiliriz. Böylece sistemin borca dayalı olması kalkacaktır. Kişilerin kendi aralarında faiz ile para alışverişi yapmaları bizi ilgilendirmez ancak sistem olarak işlemesi bu şekilde kalkacaktır. Düştüğümüz yerden kalkabilmemiz için, yani bu yasanın değişmesi için mecliste çıkarılacak bir yasa yeterli. Bu sistemin mizanı ve ölçüyü koruyarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.


Bugün merkez bankasının temel görevi fiyat istikrarıdır. Ancak temel görevinin para istikrarı olması gerekmektedir.


Şu soru akla gelebilir. “Peki bankalar ne yapacaklar? Banka olmadan biz ne yaparız?”
Tüm anlatılanlardan insanların anladıkları bankaların ortadan kaldırılması gerektiği ancak öyle bir şey yok. Bankalar varlığına aynen devam edecek, yine işlemler olacak fakat parada faiz olmayacak. Banka da çalışarak, üreterek bir işleyişle para kazanacak. Banka senin adına paranı tutuyor, muhasebeni yapıyor, gidiyorsun dünyanın herhangi bir yerinden paranı çekebiliyorsun… Banka da bunun bedelini alacak. Kendi alın terinin karşılığını alacak.


Bankalar şu anda bile sadece bankacılık işlemlerinden alacakları paralarla ayakta durabilirler. Bankalar bu sistem içinde yıllık 24 milyar kadar kar ediyorlar. Yani tüm masrafları çıktıktan sonra ellerinde kalan para bu. Bu paranın içinde faiz karları da var. Şu anda üretim yapan şirketler bile düzenli olarak bu paraları kazanamamaktadır.”


Mete Hoca ve çalışma arkadaşlarının bu çözülemez sandığımız konuyla ilgili dahice oluşturdukları sistemi basitleştirerek insanlarla paylaşmaya çalışma çabalarını hayranlıkla karşılıyor ve karşılığını kat kat Allah’tan almalarını diliyorum. (Bu arada Mete Bey, Necmettin Erbakan hükumeti zamanındaki havuz sistemin hayata geçirilmesinde aktif rol oynayan bir kişidir.)


Şimdi Kuran’a tekrar dönelim. Kuran da gördüğümüz iki kavram var. Biri “riba”, diğeri ise “faiz”. Bunların tanımlarını da açarsak faizin tanımı artmadır ancak bu terimin Kuran’daki karşılığı riba’dır. Riba dediğimiz şey ise birşeyin karşılığı olmadan artması, kabarmasıdır. Örneğin toprağın üzerine yağmur yağdı toprak kabardı. Bu kabarmanın sebebi ona yeni bir toprak eklendiği için olmadı. Var olan toprak kendisi kabardı. Bu kelime de riba kökünden Kuran’da kullanılmıştır. Aşağıda paylaştığım ayetteki köpüğü de tanımlarken riba kökenli bir kelime kullanılmıştır. Ayetteki cüruf/köpük ne olur? Atılır. Ayetin sonuna doğru da Allah hak ile batıl arasındaki örneği bu şekilde verdiğini aktarmaktadır.


13:17 - Gökten bir su indirir, dereler onunla dolar taşar ve sel bol köpük yüklenir. Aynı şekilde, mücevherat yahut eşya yapmak için erittikleri maddelerden de benzer bir köpük elde ederler. ALLAH gerçeği ve batılı böyle bir örnekle tanıtır. Köpük, kaybolup gider; ancak insanlara yarar veren ise yerde kalır. İşte ALLAH örnekleri böyle verir.


Batıl olan cüruf yani batıl olması gereken faiz, riba. Karşılığı olmadan ölçünün artmasını, Allah’ın bir savaş sebebi saydığını anlamamak istemeden de olsa ona karşı bir duruş sergilememize neden oluyor.


2:278- Ey gerçeği onaylayanlar, gerçekten Gerçeği onaylıyorsanız ALLAH'ı dinleyin ve her çeşit tefecilik kalıntısını terk edin.


2:279- Böyle yapmazsanız ALLAH'tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Tövbe ederseniz anaparanız yine sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın.


Bir de şu ayet var. 3:130- Gerçeği onaylayanlar, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Başarılı olmak için ALLAH'ı dinleyin.


Kuran’da burada yer alan kat kat kelimesi ile 2:261 numaralı ayette geçen kat kelimesi aynı manada verilir.


2:261- Paralarını ALLAH yolunda harcayanların örneği, her birinde yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumuna benzer. ALLAH dileyene katlayarak verir. ALLAH Cömerttir, Bilendir.


Biz genelde bir şeyin belli bir oranda artması şeklinde konuşuruz ama bir şeyin demek ki kat be kat artması diye bir oran da var. Örneğin paranızı faize koyuyorsunuz ve durmadan kat be kat paranız durduğu yerde artıyor. Aslında siz bu paranın artması için hiçbir şey yapmamıştınız. Çalışmamış veya üretmemiştiniz...


Tüm anlatılanların ışığında faiz sisteminin, müslüman olan bir kişi tarafından neden reddedilmesi gerektiğinin artık anlaşılmış olduğunu düşünüyorum.


Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın!

Yukarıda paylaştığım yazıyı yazdıktan aylar sonra, bir tavsiye sonrasında okuduğum aşağıdaki bilgileri de burada bulundurmanın faydalı olabileceğini düşünüyorum. Düşüncelerimi bu konu hakkında sanki biraz daha genişletti. Okumanızı tavsiye ederim.

https://www.hayrullahtas.com/faiz-ve-riba-ayni-sey-midir/


Kuran’da ALLAH kullarına, “Riba” dediği bir şeye bulaşmamalarını buyurmuş, bu kavramın kötü bir şey olduğunu söylemiştir. Peki “Riba” nedir? ALLAH bu kavram ile neyi kastediyor?
“Riba” kelimesini, yazarlar “Faiz” olarak çevirmekte ve bu sebeple faizin haram olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Benim sorgulamak istediğim nokta şu; ALLAH bir şeye “Riba” dediğinde bu faiz miydi, yoksa başka bir şey miydi? O dönem, kurumsallaşmış kredi şirketleri veya bankalar mı vardı da, biz ALLAH’ın “Riba” ile kastettiğinin “Faiz” olduğunu çıkaracağız? ALLAH’ın “Riba” dediği şey “Mevduat faizi” olabilir mi, yoksa bugün ki faizden daha farklı bir şey mi?
Hiç şüphesiz, bu ayetlerin indiği dönemde bankalar yoktu. Bu bankaların halkı mağdur etmemesi için yapılan bir Bankacılık Kanunu veya kurulan bir BDDK yoktu. O dönem, sizin faiz olarak düşünebileceğiniz tek bir şey vardı, o da; “Tefecilik” idi. Bence ALLAH, riba ile, yüzyıllar sonra kurulacak olan bankaların mevduat faizini değil, işte bu tefeciliği söylemişti. Bunun farkında olan Edip Yüksel gibi bazı yazarlarda, Kuran meallerinde ribayı, faiz olarak değil, tefecilik olarak çevirmektedir.
Kuran, insanlara yardımlaşmayı, sadakayı, infakı, zekatı emretmiştir. Ancak geçmiş çağlarda, bunlardan ve iyilikten habersiz olan insanlar, düşenin, muhtacın acizliğini sömürmüş ve toplumlarda bir meslek olarak tefeciler türemiştir. İhtiyaç sahiplerinin içinde bulunduğu zor durumu fırsat bilen tefeciler, onlara çok yüksek faizli borçlar vermiştir. İşte Kuran’a göre, insanların zor durumlarından çıkar sağlayıp, onları sömürmek yanlıştır. Müslüman’a yakışan ise düşmüşe, muhtaca yardım etmektir.
Tartışılması gereken nokta şudur; tefecilerin faiziyle, bankanın faizi aynı şekil, işlev ve sonuçlara mı sahiptir?
Bizim Kuran’dan anladığımız ALLAH’ın tefeciliği haram kıldığıdır. Buradan yola çıkarak, banka faizlerine de haramdır diyebilmek için, banka faizlerinin tefecilik boyutuna varması gerekir.
İşleri iyi olan, ancak her tüccarın başına gelebilecek olan nakit ihtiyacına düşen bir iş adamını ele alalım. Bu iş adamı, çeklerinin dönmemesi, kara listelere girmemek, piyasadaki güvenilirliğinin kaybolmaması için bir şekilde bu nakit ihtiyacını karşılamalıdır. Önce çevresindekilerden borç istediğini varsayalım. Çevresindekiler gerçek Müslüman ise, o şahsa yardım etmelidirler. Ancak yine de yetmedi diyelim ve bu iş adamının ihtiyacı olan parayı tedarik edemediğini kabul edelim. Şimdi bu adamın iki seçeneği var. İlki bankaya gitmek, ikincisi tefeciye gitmektir. Hangisine gitmesini tavsiye edersiniz? Şu şekilde verilen bir cevap mantıklı mı; “Ne fark eder kardeşim ikisi de faiz veriyor, ikisi de haram”? Gerçekten farkı yok mu? Bu şahıs bankaya giderse ve diyelim ki 100 liralık, 5 yıllık kredi çekerse, 60 ay boyunca her ay rahat rahat borcunu öder, bu uzun süre içerisinde nakit ihtiyacını çözerse, istediği zaman borcunu ödeyebilir ve en nihayetinde bu uzun zaman diliminde ödeyeceği faizin toplamı, aldığı anaparanın yarısından biraz fazla olur. Bu iş adamı geçici krizini halleder ve işyerini kapatmaz, işçilerini sokağa atmaz.
Bir de bu şahsı tefeciye gönderelim. Tefeci 3 ay süre verir, 3 ay sonra 100 lirayı 150 lira olarak alacağını söyler. 3 ay sonra ödeyemezse, tefeci belki bir 3 ay daha süre vererek borcu 2 katına çıkarır. En nihayetinde, eli silahlı adamlarıyla borcu bilmem kaç katına çıkartır ve o iş adamının varını yoğunu alır. Hem ailesi telef olur, hem işçileri işsiz kalır.
Sonuç olarak faiz alan tarafından, banka ile tefecilerin aynı olduğunu söylemek mantıksız olur. Bu şekilden dolayı “Riba” banka faizine indirgenemez. İndirgenebilmesi için, bankanın tefeci boyutuna varması lazım. Örneğin, bir devalüasyon sonucu şahsın borcu birkaç kat artmış ise, o zaman burada riba vardır diyebiliriz. Veya şahıs bir süre borcunu düzenli öderken, bir ay geciktirdi diye, tüm borçlarını muaccel hale getirir ve icra takibine başlarsanız, o zaman burada riba vardır diyebiliriz. Veya en ufak bir temerrütte banka şahsın ipoteğine el koyup, değerinden aşağı fiyata satıp, borcu kapatırsa, o zaman burada riba vardır diyebiliriz. Yani demek istediğim, genelleme yapamayız. Olaya ve şahıslara göre yorum yapmak zorundayız.
Faiz alan açısından tefecilik ile banka arasında fark olduğu çok açıktır. Biz bir de faiz veren açısından bakalım.
Gerçek Müslüman, ihtiyacından fazla parası varsa, hiç çekinmeden bunu ihtiyaç sahiplerine dağıtabilendir. Eğer bir kişinin ihtiyacından fazla parası varsa ve o kişi muhtaç durumda olan birinin yardım talebine karşılık vermiyorsa, hiç tartışmasız bu kişi İslam ile bağdaşmayan bir harekette bulunmuştur. Dolayısıyla, parasını faize yatırmış, yatırmamış önemli değildir. Öncelikli ve asıl suç paylaşmamaktır.
Birikmiş bir miktar parası olan ve bunu kendisi veya ailesinin bazı ihtiyaçları için saklayan bir adam düşünelim. Bu adamdan kimse yardım talep etmemişse, bu adamında ailesiyle yaşamında henüz karşılaması gereken ihtiyaçları varsa, bu adamdan bu birikmişini bağışlamasını kimse bekleyemez. İşte biz böyle bir adam ele alalım. Bu adam, birikmişini bankaya yatırmış olsun. Parasını üç aylık vadeli mevduat faizine yatırsın ve üç aylık enflasyon oranı da yüzde 2,5 olsun. Bu adamın alacağı faiz, en fazla yüzde 3’tür. Yani bu adam binde 5 para kazanmıştır. Üç ayda binde beş faize haramdır demek çok iddialı bir cümledir ve benim aklıma İncil’deki şu sözü getirir:
MATTA 23: 24. “Ey kör kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız!”
Aynı şahıs birikmişini tefecilikte kullansa idi, üç ayda tahminen yüzde elli faiz koyardı ve enflasyonu çıkardığımızda üç ayda yüzde 47,5 faiz kazanmış olurdu. Faiz veren açısından da tefecilik ile banka arasında büyük fark vardır ve bu sebeple ribayı banka faizine indirgemek doğru değildir. İndirgenebilmesi için yine tekrar etmek gerekir ki, faiz veren açısından da bankanın tefeci boyutuna varması gerekir. Örneğin; kişi spekülasyon, arbitraj denen durumlar ile hiç emek harcamadan parasını katlıyorsa, döviz ile, altın ile, devalüasyon ile parasını katlıyorsa, borsada parasını katlıyorsa ve bilinmelidir ki, böyle durumlarda birinin kazancı, birinin kaybı olmaktadır, işte o zaman burada ribayı bu işlemlere indirgeyebiliriz. Tekrar edersek, demek istediğim, genelleme yapamayız. Olaya ve şahıslara göre yorum yapmak zorundayız.
Şöyle bir örnek verelim, ihtiyacından fazla parası olmayan bir adam para biriktirmiş ve repoya yatırmış olsun. İhtiyacı olan bir adam da kendisine gelip yardım istediğinde, bu adam “Param şuan repoda onu bozmayayım, süresi bitince vereyim” derse, buradaki suçu faiz yemek değil, yardımlaşmamaktır. Dolayısıyla riba ile ilgili ayetlere değil, parayı yardımlaşmaktan daha çok sevenler ile ilgili söylenen ayetlere bakmak gerekir.
Sonuç olarak bence, Kuran’da haram kılınan banka faizi değil, tefeciliktir. Bankadaki işlemler tefecilik boyutuna ulaşmıyorsa, haramdır dememiz doğru değildir. Olayın şekline, şahısların durumuna göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Şimdi ribanın Kuran’da nasıl bahsedildiğine bakalım:
BAKARA 275. “Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.
276. Allah faizi tüketir (bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.”
“Alım-satım tıpkı faiz gibidir” sözü üzerinde durulmalıdır. Bunu bazı yazarlar kar-faiz farkı olarak görmüşler ve bu sebeple “Kar helal, faiz haramdır” demişlerdir. Ancak tefecilik incelendiğinde, yıllarca tefeciliğin bir meslek olarak yapıldığı görülecektir. Tefeciler, kendilerine yapılan eleştirilere karşı tarih boyunca, “Bu da bir meslektir, ticaretten bir farkı yoktur” şeklinde cevap vermişlerdir. Dolayısıyla bizim yorumumuza göre, “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” sözü ile ticaretin helal, tefeciliğin haram olduğu söylenmek istenmiştir. Yani tefecilik, bir meslek olarak görülemez.
“Kar helal, faiz haram” yorumu her olayda karşımıza mantıklı bir şekilde çıkmayabilir. Örneğin; faiz ile iş büyütüp, istihdam yaratıp, vergisini veren, ülkesinin ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunan bir girişimciye faiz haram diye cehennemlik diyeceğiz, tekelleşip malını çok yüksek kar ile satan iş adamına kar helal diye cennetlik diyeceğiz. Bu yüzden buradaki “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” sözüne, kar-faiz olarak değil, tüccarlık-tefecilik olarak bakmanın doğru olacağı kanaatindeyim.
İkinci ayette, insanlara yardımlaşma tavsiye edilmektedir. Tefecilikle kazanılan paranın bereketsiz olacağını, ancak fazla parasını tefecilikte değil, yardımlaşmaya harcayanların malının, mülkünün bereketleneceğini anlıyoruz. Rum 39 ayeti de aynı bilgiyi vermektedir.
BAKARA 278. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin.
279. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.”
Birinci ayette söylenen mevcut faiz alacakları ile, günümüzdeki binde iki-üçlük mevduat faiz alacağı mı, yoksa o dönem tefecilerin yüksek faiz alacakları mı kastediliyor?
İkinci ayette söylenen vazgeçerseniz sermayeniz sizindir ile, garibanın bankadaki üç kuruşluk parası mı, yoksa tefecinin yüklü sermayesi mi kastediliyor?
NİSA 161. “Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”
Burada haksızlık ile insanların mallarını yiyen, bankaya üç kuruş para yatıranlar mı, yoksa muhtacın acizliğini sömüren tefeciler mi?
İMRAN 130. “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.”
İşte bu ayet, Kuran’da bahsedilenin tefecilik olduğunun kanıtıdır. ALLAH bankadaki binde iki-üçlük faizi değil, insanları sömüren tefecilerin kat kat arttırılmış faizini yasaklamıştır.
Bunlardan başka da, riba ile ilgili ayet yoktur. Kuran, tefeciliği yasaklamıştır. Zaten Kuran’da yazmamış olsaydı da, tefeciliğin yanlış bir şey olduğu bellidir. Bizim Türk Ceza Kanunumuzda da tefecilik suç olarak düzenlenmiştir. Bizim dikkat etmemiz gereken, banka ve benzeri yerlerdeki işlemlerimizin şeklinin, işlevinin ve sonucunun tefecilik boyutuna varmamasıdır. Bunun için de, yetkili organlarca gerek kanun ile gerek BDDK benzeri kurumlar ile gerekli önlemler alınmalıdır, alınmaktadır.
Görkem Yüzgeç
Aşağıdaki paragraflar da Hamza Sarı’nın yazılarından derlenmiştir:
Bankaların bugün uyguladığı kredi ve faiz oranları,islamın yasakladığ RİBA ile doğrudan ilgili değildir.Bu neden peşin hükümle faiz haramdır diyemeyiz.Faiz sakıncalı olabilir ama asla islamın yasakladığı Riba değildir.
İslamın yasakladığ RİBA ise kelimenin tam karşılığı olarak TEFECİLİKtir.Yani islam Tefeciliği kesin haram kılmıştır.
Banka faizlerinde,ya da kredi işlemlerinde alan da-veren de eşit olmasa da kar ve zararda ortak riskler taşır.
Bankaya para yatıran,bankadan bir miktar kar olarak faiz alırken,banka belki bu paradan daha çok kazanmış olabilir. Bankadan kredi alırken de durum böyledir.Kredi alan da, kredi veren bankada para kazanır.Kredi alan ev alır ev sahibi olur,banka da bundan para kazanır.Bir ticareti için kredi alan bu ticaretinden para kazanırken,banka da elbette bundan para kazanır.
Kazanmayan sadece borcunu zamanında ödemeyen ya da ödememek için sahtekarlıklara baş vuranlardır. Bu durumlarda da elbette banka parasını geri alabilmek için bazı yaptırımlar yapar. Hatta bunları da yazılı anlaşmalarla sağlama bağlar.Bu da gayet normaldir. Zira bankalar bir hayır kurumu değildir.
İslamda olan Karz-ı Hasen bir devlet kuruluşu olsa da kar amacı gütmez. Hizmete yöneliktir. Bu kuruma devletten ve zengin vatandaştan katkılar vardır. Çarkın dönmesi için de mutlaka ödünçlerin geri dönmesi şartı vardır. Geri borcunu ödemeyenlere de elbette bir yaptırım vardı.
İslam karşılıklı anlaşmalarla yapılan ticarete kötü demez. Yeter ki şartlar taraflarca eşit olmasa da eşite yakın olsun. Zalimlikler ortaya çıkmasın.
Bankacılık sistemi her ne kadar tekelleşme olsada yine de devletlerin kontrol etme payları da vardır. Merkez bankaları bir merkezden idare edilse de kendi iç meselelerinde de katkıları vardır. Mesela ülkelerin kendi faiz oranlarını ayarlayan yerli merkez bankalarıdır.
Tefecilikte yasallık olmazken, bankacılıkta yasalar yürürlüktedir.
Bir kere enflasyon oranında alınan fazlalık, gerçek faiz değildir. Hiç kimse bu yıl 80 lira koyup bir yıl sonra 70 lira almak istemez. Bunun mantığı da olamaz. Ayrıca Kur’ân’ın yasakladığı faiz, ihtiyaç içinde bulunan yoksul insana verilen ödünç paradan alınan reel, hattâ kat kat faizdir. Kur’ân’ın indiği dönemde banka sistemi yok, fukarayı sömüren tefecilik sistemi vardı. Kur’ân tefeciliği yasaklamıştır. Çünkü tefecilik, geniş halk kütlelerini sömürmektir. Ama bugün bankacılık, modern ekonominin gereklerindendir. Burada karşılıklı para kazanma var. Bankaya parasını yatıran, bir süre sonra bir miktar gelir sağlar, banka da onu kredi olarak verip gelir sağlar. Karşılıklı kazancın olduğu yerde zarara uğrayan olmadığına göre Kur’ân niçin bunu yasaklasın?
Fakat şu durumları da bilmek,gözardı etmemek  gerek:
1. “Bankada biriktirdiğiniz paranın faizi, gelir payı sayılır”.
2- Bankayı kuranlar zengin insanlardır. Onlar sizin paranızdan kazanç sağlarken siz eğer herhangi bir fazlalık almazsanız, şu enflasyon karşısında paranızın aslı da küçülür, eriyip gider
“3- “Günün ekonomik şartlarını düşünmeden hemen haram damgasını yapıştırmak İslam’ın ruhuna ayıkırıdır. Bu nedenle paranın değer kaybını korumak da önem taşımaktadır.”
Alışveriş ve ödünç işlemlerinde ortaya çıkan iki taraftan birisini mutlaka zarara sokan ,karşılığı bulunmadığı halde ,eşitsiz paylaşımın yapıldığı, gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi muhtemel olan fazlalık / değer artırımıdır.
Faiz, koşulsuz  ve kaçınılmaz bir eşitsizlik, haksızlık, zulüm ve dengesizlik olduğunda RİBA olarak kabul edilir.  Yani bir taraf kazancını aşırı şişirirken, diğer taraf da aşırı fakirleşerek zulme uğrarsa RİBA olur.Tefecilikte  olduğu gibi.. Ödenecek olan fazla miktarın karşılığı olmadığı için eşitsiz bir paylaşım oluşturmaktadır. Fakat bankaların uygulaması böyle değildir. Her iki taraf da kar veya zarar edebilirler. Faiz oranları ile sınırlanan nakdi sermaye zaman zaman sağlayacağı yüksek gelir ile sermaye sahibinin hak ettiği payı almamasını da sağlar.Veya tersi de olabilir.
Buraya dikkatinizi çekerim:
Faizin, haram olduğunu iddia etmeden önce faizin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu anlamamız lazım. Faiz paranın ” arz ve talebi”dir. Nasıl ki piyasada satılan ve satın alınan  tüm ürün ve hizmetlerin fiyatları nasıl sadece satıcılar tarafından belirlenemiyor  da  arz– talep sonucunda oluşuyorsa faizin fiyatı da aynı şekilde oluşur . Nasıl bir berber saçı bedava kesemiyor, bir manav meyve ve sebzeleri bedavaya veremiyor, bir doktor bedavaya hasta bakamıyorsa borç para verenler de bedavaya borç veremezler. Halk, bankalara mevduat şeklinde veya devletin Hazine bonolarını satın alarak devlete borç verdiğinde halk kullanımını ertelediği para için bir bedel talep eder. Aynı şekilde bankalar da halka, şirketlere,devlete, diğer bankalara  kredi  (borç para) verdiklerinde kullanımını erteledikleri bu para için bir bedel talep ederler, bedavaya veremezler. Bu bedel paranın fiyatı olan faizdir. ( İslamdaki riba değildir)
Faizi tek başlarına bankalar belirleyemezler, bu borç verenlerle borç alanların para arz ve talebi sonucunda belirlenir. Kaldı ki bankalar sadece borç vermez borç para da alırlar ve sonuçta faiz giderleri de oluşur. Halktan topladıkları mevduat buna bir örnektir.
Tıpkı bir berberin saç kesimini bir manavın meyve sebzeyi geçimini sağlayabilecek bir kar marjı ile yapması gerektiği gibi, halkın, sanayi, tarım ve ticaretin ihtiyacı olan parayı pazarlayan bankaların da faaliyetlerini sürdürebilmeleri için bu hizmetleri karşılığında kar etmeleri gerekir. Haram işlemeyeceğiz diye parayı bedavaya veremezler. Faiz oranının enflasyon oranının üstünde olması gerekir. Aksi takdirde gerçek bir kazanç elde edemezler. Çok basit bir örnek olarak bir arkadaşımıza bir yıllığına 1000 ( bin ) TL borç verdiğimizi farz edelim. Ona bu parayı borç verdiğimiz için biz bir yıl boyunca bu parayı kullanmaktan mahrum kalırız, bazı masraflarımızı kısmak zorunda kalırız. Bu erteleme için bir telafi ( faiz ) talep etmemiz haram değil hakkımızdır. Bir yıl sonra arkadaşımız borcunu herhangi bir faiz ödemeden bin TL olarak bize geri öderse kazıklanmış oluruz. Çünkü bir yıl sonra geri aldığımız bin TL’nin değeri bir yıl önce borç verdiğimiz binTL’den çok daha düşüktür. Enflasyon paranın değerini düşürmüştür, bin TL ile bugün çarşı pazara çıktığımızda satın alabileceğimiz ürün miktarı bir yıl öncekine göre daha azdır. Aradaki bu farkı faiz olarak talep etmemiz haram değil hakkımızdır, yoksa zarar görürüz.
Para pazarlamayı arkadaşına borç vermek gibi değil meslek olarak yapanların sadece enflasyonu karşılayan değil enflasyon oranının üzerinde kar getirecek bir faiz oranı talep etmeye hakları vardır. Aksi takdirde bu mesleği ve hizmeti yapmalarının bir anlamı kalmaz.
Diyanet İşleri Başkanlığı, faizsiz finans kurumları tarafından yapılan işlemlerde, basit bir kuralın ihmal edilmesinin yapılan işlemi faize soktuğuna dikkat çekti. Vatandaştan sık sık ”Finans kurumlarından ev veya araba kredisi çekmek faiz midir” şeklinde gelen sorulara açıklık getiren Din İşleri Yüksek Kurulu Soru Cevaplandırma Platformu, faizli konut veya araba kredisi almanın caiz olmadığının altını çizdi. Verilen fetvada, ”bir malı peşin olarak satın alma imkanı bulunmayan bir kimsenin bir kişi ya da şirketten (Örneğin bir finans kurumuna) giderek, o malı peşin olarak satın alıp, sonra da taksitle kendisine satmasını istemesinde, teklif alan kişi veya şirketin de söz konusu malı peşin olarak satın alıp üzerine kar payı da eklemek suretiyle o kimseye vadeli olarak satmasında dinen bir sakınca yoktur.” açıklamasına yer verdi.  (NOT: Ne kadar mantıksız ve mesnetsiz bir cevap değil mi? Kulağı tersten göstermek gibi birşey  Sonuçta üzerine kar ilavesi yapmıyor mu?Ne farkı var vade farkı koymakla bunun arasında HİÇ )
Alınan kredinin faize girmemesi için bir takım işlemlere dikkat edilmesi gerektiğini, aksi takdirde faizli alışverişten hiçbir farkı kalmayacağına dikkat çeken Diyanet, faize girilmemesi için şu yolun takip edilmesi gerekiyor: ”Malın satışının ilk önce katılım bankasına gerçekleşmesi, sonra da katılım bankasının bu malı müşteriye satmasıdır. Bu ticarette ev veya araba satan firmanın muhatabı katılım bankası, katılım bankasının muhatabı da müşteri olmalıdır. Buna göre; ev veya araba firması faturayı katılım bankasına kesmeli, daha sonra yapılacak bir alış verişle de ev veya araba müşteriye satılmalıdır. (NOT : Zaten bankalar verdikleri krediler, yani paralar karşılığında evi ,ya da arabayı ipotek altına almıyor mu ? Alıyor. Dolayısıyla kredi çeken  borcunu  tamamen ödemediği takdirde o mal üzerindeki ipotek kalkmıyor. Yani ipotekli malı bir başkasına satmak için mutlaka borcunun ödenmesi gerekiyor. Burada Diyanet güya fetva verdiğini sanıyor. Yazıklar olsun.) Aksi taktirde faizli işlem yapılmış olur.”
Eski diyanet işleri başkanı Prof Süleyman Ateş’in bu konudaki görüşü ise:
Kur’ân açısından ele alınırsa faizin yasaklanmasındaki hikmet açıkça an­laşılır. Asıl sebep yoksulu ezmeyi, sömürmeyi önlemektir. Yasaklanan faiz, kat kat faiz­dir ki buna Tefe deriz. Tefecilik haramdır. Yani adam hiç çalışmadan, çaba harcamadan parasını kısa vadelerle faize verip iki üç ay içinde parasını katlama gayretinde olur. Ödünç verdiği yoksul, üç beş ay sonra hiçbir kâr elde edemez, daha da yoksul hale düşer. Yani bu işlemde bir taraf soyar, öbür taraf soyulur.
Ama karşılıklı yararın söz konusu olduğu durumlarda alınan fazlalığın haram riba olduğu kanısında değilim. Zaten enflasyon oranındaki fazlalığın riba olmadığını 1977 yılında verdiğim tebliğde belirtmiştim. Aksi takdirde ödünç veren kimse zarara uğrar. Oysa hadiste “İslam’da zarar verme ve zarar görme yoktur” buyurulmaktadır.
Bugün araba kredisi, konut kredisi işlemlerinde alınan banka faizlerinin Kur’ân’da yasaklanan riba kategorisine girdiği kanısında değilim. Zira burada karşılıklı yarar söz konusudur. Bir memur maaşıyla 200-350 bin liralık daire alamaz. Ama bankadan sağladığı kredi ile evini alır, enflasyonun biraz üstünde bir fazlalıkla aldığını taksit taksit öder. Başka türlü bu adamın ev sahibi olması mümkün değildir.
Beri taraftan bir kurum olan banka da memurlar çalıştırmaktadır. Elbette onun da verdiği kredilerden faiz alması gerekir ki kurum devam edebilsin. Olayda hem alıcı, hem de verici karşılıklı yarar sağlamaktadır. Ben bu işlemin İslâm’da yasaklandığı kanaatinde değilim. Çünkü öyle olsa mali sistem, ekonomi duraklar. Hiçbir iş yapılamaz.
İslâm’da mudârabe şirketi denilen kurum da aslında karşılıklı yarara dayalıdır. Birinin parası vardır, çalıştırma imkânı yoktur, öbürünün çalışma gücü var ama parası yoktur. Bu ikisi güçlerini (para artı güç) birleştirince iş yapılır, üretim olur.      Hadislere gelince birbirini tutmaz dünya kadar söz Hz. Peygamber’e yakıştırılmıştır.
Asıl din Kur’ân’ın İslâmıdır. Bir uygulamada ki kamunun yararı vardır, örf dediğimiz teamül bunu benimsemiştir, artık onu haram saymak yanlıştır. Ama bir uygulama ki kamu zararınadır. Üretime katkı sağlamamakta, sadece bir iki kişinin şişmesine hizmet etmektedir. İşte o işlem yanlıştır, haramdır. Sözümüzü yine ünlü hadisle bitirelim: “La darara vala dırâre fil-İslâm: İslam’da zarar verme de yok, zarar görme de yoktur!”

Yorumlar